Serfiraz Ergun

Serfiraz Ergun

serfiergun@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yarın akşam Lütfü Kırdar Kongre Sarayı’nda Tekfen Filarmoni Orkestrası’nın bir konseri var. Tekfen, bu konseri Cumhuriyet’in 85. yılına hediye ediyor. Çünkü konserde 1921’de açılan İstiklâl Marşı Yarışması’nı kazanan 55 eserin ele geçebilen 12’sini seslendirecek orkestra. Öyküsünü bir dinleyin. Ben Tekfen’in ortaklarından Nihat Gökyiğit’in ağzından bu tarihi hikâyeyi zevkle dinledim:
Nihat Bey ve Hayrettin Karaca’nın bir sloganı varmış; “Üzerinize vazife olmayan işlere karışın!” Daha önce Tekfen’e bir kitap hazırlayan yazar Mehmet Altun bir gün yeni bir proje getirince de “Nereden çıktı bu?” dememişler bu yüzden. Mehmet Altun, 1964 baskısı Muhittin Nalbanoğlu’nun kitabında bahsedilen yedi besteyi daha da artırabilir miyiz acaba diye başlamış araştırmaya. Ne Kızılay, ne sahaflar gitmediği yer kalmamış. Sonunda 12 besteye çıkartabilmiş yarışmaya katılan 55 eserden arda kalanları. İşte yarın gece Tekfen Orkestrası bu 12 besteyi tek bir güfteyle seslendirecek, bildiğimiz Mehmet Akif Ersoy’un “Korkma, sönmez bu şafalarda yüzen alsancak...” diye başlayan güfteyle.
İstiklâl Marşı’mız bakın nasıl doğmuş: Yıl 1920, Ankara’da TBMM açılmış, milli hareket güçleniyor, millet olma bilinci gelişiyor. Bayrak var ama bir milli marş yok. Mustafa Kemal bu görevi Miralay İsmet (İnönü) Bey’e veriyor. O da hayata geçirmesi için Maarif Vekaleti’ni (Milli Eğitim Bakanlığı) görevlendiriyor. Hem güfte hem de beste için ulusal çapta bir yarışma açılmasına karar veriyorlar.

Önce güfte
Önce seçilecek olan İstiklâl Marşı’nın güftesi için; “Tüm şairlerimizin dikkatine; İş bu müsabaka 23 Aralık 1920 tarihine kadar olup bir edebi kurul tarafından gönderilen eserler arasından seçilecek ve kabul edilen eserin güftesi için 500 lira mükâfat verilecektir.” diye bir ilanı bütün vilayetlere gönderiyorlar.
Nihat Bey’e “O zaman 500 lira ne değerdeymiş” diye soruyorum, Nihat Bey de; “Ben ilkokuldayken hademe 15, öğretmen 30, doktor da 60 lira maaş alırdı” diyor. Yani ülkenin içinde bulunduğu koşullarda hiç de fena değil ödül. İlan sonuç veriyor ve ülkenin dört bir yanından 724 şiir geliyor. Ancak bir ön koşul konulmadığından kimi aruz, kimi hece vezniyle yazılmış, kimi de edebi değeri olmayan şiirler bunlar.
Mehmet Akif’e teklif gidiyor
Yarışmanın takibini üstlenen Hamdullah Suphi (Tanrıöver) Bey bir bakıyor dönemin önemli şairlerinden Mehmet Akif katılımcılar arasında yok. Zorla ikna ediyor, ama Mehmet Akif kendi adının ikramiye ile birlikte anılmasını istemiyor.
Mehmet Akif o günlerin Türkiye’sinde şiirlerini Namık Kemal’inki kadar ateşli bulmuyor, sürekli ilham arıyor. Nihayet bir gece yer yatağından fırlıyor ve yandaki duvara mısraları karalamaya başlıyor. Şiir tamamlanıyor. Bunu Hamdullah Suphi gür sesiyle ilk kez Meclis’te okuyor. Şiir oylamaya konuluyor, büyük bir çoğunlukla İstiklâl Marşı’nın güftesi olarak seçiliyor. Mehmet Akif aldığı 500 lirayı fakir Müslüman kadınlara ve çocuklara iş öğreten bir kuruma bağışlıyor.

Beste yarışması
Maarif Vekâleti bu kez de beste yarışması için kolları sıvıyor, yine kazanana 500 liralık ödülle. Yurdun yarısı işgal altında, diğer yarısı da seferberlik halinde o sırada. Yarışmaya 100’e yakın beste katılıyor, çoğu da, ‘yüksek musiki mualllimlerine’ ait. Katılanlar arasında amatörler de çok. Tam bu sırada İnönü’de ikinci kez zafer kazanılıyor, moraller yükseliyor. Türk Ordusu’nun ve Millet Meclisi’nin yeri daha bir sağlamlaşıyor. Ama bir milli marşın eksikliği çok hissediliyor.
Beste yarışmasına katılan notaların hemen ele alınması gerekiyor, ama Ankara’da bunları değerlen-direbilecek bir heyet yok, İstanbul bu iş için uygun. Zaten İstanbul’dan yarışmaya katılan birçok da müzisyen var. Ama Ankara’nın açtığı bir yarışmayı İstanbul’un değerlendirmesi milletvekillerini rahatsız ediyor. Hatta bir ara Paris Konservatuar jürisine bile gönderilmesi söz konusu oluyor ama “Türk ruhuna ve milli zevkine en uzak” eserin seçilmemesi için Paris’ten vazgeçiliyor.
Kâzım Karabekir Paşa, tepkili. “Türk Yılmaz” adıyla güftesi ve bestesi kendisine ait bir marş besteliyor. Bu sırada ordu büyük bir gizlilik içinde Büyük Taarruz’a hazırlanıyor. Ancak Edirne’de Balıkesir’de oralardan gelen besteler milli marş olarak çalınmaya başlıyor bile. Hatta İstanbul’un Anadolu yakasında başka, Rumeli yakasında başka marşlar çalınıyor.
Bu sırada Şark Musikisi Cemiyeti Reisi Ali Rıfat Bey’in (Çağatay) bestesi iki yıl kadar milli marş olarak kabul ediliyor. Nihayet, cumhuriyetin ilanından sonra kurulan Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti (bugünkü Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) orkestra şefi Osman Zeki Bey (Üngör) bir gece, Atatürk’ün ve Latife Hanım’ın da salonda hazır bulunduğu bir konserde, kendi bestesini çalıyor ve “Paşam, milli marşımız budur!” diyor. Atatürk’ten de “Çok beğendim, aferin” cevabını alıyor. Böylece bugünkü İstiklâl Marşı’mız doğuyor.