Cadde “TIRMANIŞ ASLA ZiRVEDE BiTMEZ”

“TIRMANIŞ ASLA ZiRVEDE BiTMEZ”

15.01.2012 - 21:38 | Son Güncellenme:

Everest’in ilk Türk Kaşifi, Kar Leoparı. Türkiye’de dağcılık dendi mi akla ilk gelen isim.

“TIRMANIŞ ASLA ZiRVEDE BiTMEZ”

AKUT’un kurucularından Nasuh Mahruki, ‘As’ dergiye konuştu

Haberin Devamı

* Dağcılık maceranız nasıl başladı?
Çocukluğumdan itibaren doğaya ve hayvanlara çok düşkündüm. Üniversite yıllarında doğayla daha da yakınlaştım. Bir yandan akademik eğitim, bir yandan da dağcılık, dalış, mağaracılık, paraşüt, aletli dalış derken doğayla yakınlaşmış oldum. Bir yandan da üniversitenin o keyifli ortamında, kampüs hayatında, dağcılık federasyonu ve diğer üniversitelerin dağcılık kulüplerinin değişik aktiviteleri oldu. Bu süreç içerisinde, bu alanlara çok yatkın ve yetenekli olduğunu gördüm. Bunu daha da devam ettirmek istedim. En büyük hayalim; 90’ların başında Türkiye’nin ‘Everest’e Tırmanan İlk Türk Dağcısı’ olmaktı.

* Size neden “Kar Leoparı“ diyorlar?
Rusya Dağcılık Federasyonu’nun 1966’dan beri uyguladığı bir sistemle ‘Kar Leoparı’ unvanı verdiğini öğrendim ve acayip etkilendim. Sovyet Asya’da beş tane 7 bin metreden yüksek dağ var. İkisi Tien Shan Dağları’nda, üçü de Pamir Dağları’nda. Bu beş tane 7 bin metreden yüksek dağın tırmanışını tamamlayanlara verilen bir unvan. Ben bunu 26 yaşında aldım ve aldığım zamanda bu unvanın sahibi birkaç yüz kişi vardı. En gençlerinden biri oldum.

* Everest’e tırmanmak nereden aklınıza geldi? Süreç nasıl gelişti?
“Tamam” dedim, artık şimdiki hedefim 8 bin metrelik tırmanış olmalı diye düşündüm. Dünyada 14 tane 8 binlik dağ var ve ben herhangi birine razıydım. Bunlar Himalayalar ve Karakum Dağları’nda var. O yaz üç tane 7 binlik dağa tırmandım. İşte bu tırmanışlar sırasında İngiliz dağcılarla karşılaştım orada. Pamir Dağları’na tırmanışa gelmişler, seneye Everest’e tırmanış yapacaklarını öğrendim. Tibet tarafından, kuzeyden... Niyetlendim ama kendime bir hedef koydum, dedim ki; “Eğer ben bu sene bu 7 binlik tırmanışları gerçekleştirirsem seneye Everest’e gideceğim. Yok, eğer tamamlayamazsam, demek ki ben Everest’e hazır değilim.” Tamamladım ve İngilizlerle konuştum, hazırlanmaya başladım. Kendime sponsor aradım ve Yapı Kredi ile anlaştık, sponsorum oldular. 40 tane dağcı vardı değişik ülkelerden. Bunların içinden sadece
7 kişi tırmanabildi. Diğerleri geri döndüler.

* Everest’e tırmanmadan önce ve tırmandıktan sonra neler hissettiniz?
Çok sık antrenman yaptım. O zamanlar zaten çok sık dağa gidiyordum. Dağcının en iyi antrenmanı dağda olur. Dağda ihtiyacın olan kondisyonu, dağda yaptığın antrenmanda sağlayabilirsin. Çünkü çevresel faktörleri orada yaşayarak, onlarla boğuşarak öğrenmen gerekiyor ki tecrübe edebilesin. Ama şehirde de antrenman yapmak lazım. Evde bir stepper aletim var. Her gün
1 saat 50 kiloluk sırt çantasıyla çalışırdım, ben 70 kilo bir adamım, düşün yani! Her gün bisikletle bebek yokuşunu çıkardım. Her gün
20-25 kilometre bisiklete binerdim. Bir tırmanış asla zirvede bitmez. Everest’in zirvesinde de müthiş bir şey başarmışsın, çok mutlusun, özgüven ve özsaygı hakikaten çok güzel. Keyfin yerinde tamam ama bunun bir anlam ifade edebilmesi için sağ salim geriye dönmen lazım. Çünkü hâlâ sana zarar verecek
çok tehlikeli bir ortamdasın. Üstüne üstlük bir de kaynaklarının önemli bir kısmını da tüketmiş durumdasın. Çok yorgunsun. Genellikle yüksek irtifadaki kazaların yüzde 40’ı zirve günü ya da iniş sırasında yani o son etapta olur. En tehlikeli yer orasıdır. O yüzden dikkati ve konsantrasyonu asla bırakmayacaksın.

Haberin Devamı

Cumhuriyet tarihinde bir ilk
* Tüm bunlardan sonra, Türkiye sizi depremler sırasında AKUT’la tanımış oldu? Neler yaşadınız o süreçte?
AKUT olayı bambaşka tabii. Bir musibet, bin nasihatten daha iyidir.
1994 Kasım ayında Bolkar Dağları’nda bir kaza oldu, YTÜ’den dört dağcı fena bir fırtınaya yakalanıyorlar ve aralarından biri inerken kayboluyor. O zamanlarda Türkiye’de böyle organize bir arama ekibi yok. Öyle bir haber gelince dağcılar gönüllü olarak kendi içinde organize olurlar. Hepimiz işi gücü bırakıp tüm eşyalarımızı alıp koşturduk bölgeye. Aile helikopter kiraladı ve iplerle sahaya inerek sahayı baştan sona taradık, her yer kar kaplıydı ve bulamadık. Sekiz ay sonra kaybolan dağcının cesedi bir çoban tarafından bulundu. Bu olaydan sonra bir avuç dağcı arkadaş oturup toplantı yaptık. Kazalarda kurtarma işlemini yine sadece dağcılık bilgisi olan yapabilirdi. Böyle fiili bir durum olunca ileriye yönelik arama kurtarma ekibinin yapılanma ihtiyacı ve böyle bir varlığın oluşturulması fikri gelişti. Şöyle geriye doğru baktığımızda, gönüllü bir arama kurtarma ekibi Cumhuriyet tarihinden bu yana ilk kez dağcılar arasından çıkıyor. Bu sadece dağcıları kurtarmak için değil tüm Türkiye’de afetlerle ilgili çalışmalarda gönüllü bir arama kurtarma ekibi olmalı dedik. 14 Mart 1996’da AKUT’u kurduk. Yedi kişiydik, hatta yedinci kişiyi zor bulduk. Bugün
30 bölgeye yayılmış 1500 kişiyi aşmış durumdayız. Şimdi çok kapsamlı bir derneğe dönüştü.

* Başaramadığınız veya hayallerinize ulaşamadığınız durumlar oldu mu hayatınızda?
Tabii ki var. Hayat öyle bir şey ki; sen bir plan yapıyorsun fakat hayat bazen o plana uygun olmuyor. Bu senin kötü ya da iyi olmandan kaynaklanmıyor. Koşullar uygun olmuyor, başka bir şeyler çıkıyor. Zirvesine çıkamadığım çok dağ olmuştur. Sonuçta biz intihar eğilimli insanlar değiliz ki her koşulda dağa tırmanalım.

Haberin Devamı

“Evlilik de bir Everest”

Haberin Devamı

* Sanırım iki yıl önce Mine Hanım’la Bhutan’da evlendiniz...
Evet, öyle oldu, nikahımızı Bhutan Adalet Bakanı kıydı. Hatta dünyada Bhutan’da yurt dışında geçerliliği olan ilk Türk evli çift olduk. Bhutan küçük bir Budist Krallık, Himalayalar’ın ortasında 700 bin nüfuslu bir yer. Bizim Nepal Fahri Başkonsolosumuz Prof. Günseli Malkoç’tan dolayı orada böyle bir fırsat çıktı karşımıza, orada herkesi tanıyordu. Hükümet yetkilileriyle ilişkileri vardı. Adalet Bakanı ilk kez bir evli çiftin nikahını kıydı ve imzaladı.