29.12.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
NİL KURAL | İSTANBUL
İki hafta önce gösterime giren ‘Star Wars’ yan hikâyesi ‘Rogue One’ı izleyenler, filmin finalinde 20’li yaşlarındaki Carrie Fisher’ın Prenses Leia olarak Ölüm Yıldızı’nın planlarını aldığındaki muzip gülümsemesini son dört gündür sık sık hatırlıyordur. Uçak yolculuğu sırasında kalp krizi geçiren Fisher, dört günlük yaşam savaşının ardından önceki gece aramızdan ayrıldı. ‘Rogue One’ın finalindeki gençliğini ve ‘Star Wars: Güç Uyanıyor’daki 50 sonu yaşlarını bir yıl arayla izleyen izleyiciye Hollywood’un yaşattığı zaman yolculuğu, Fisher’a yakışan bir ironiye de sahip bir vedaya dönüştü.
Fisher, sıklıkla taşladığı Hollywood’un şaşaasına sonradan dahil olmadı, ünlü şarkıcı Eddie Fisher ve efsane oyuncu Debbie
İsyancıların, pes etmek nedir bilmeyen, başkaldırmanın umudunu yansıtan, eğlenceli ve karakterli prensesi, Fisher’ın muzip çekiciliğiyle ‘Star Wars’ evreninin en sevilen karakterine dönüştü, kaçınılmaz olarak. 2008’de verdiği bir söyleşideki “Prenses Leia’nın bana bu kadar ün getireceğini bilsem rolü redderdim” şeklindeki açıklamaları ‘Star Wars’ hayranlarının herhalde kalbini kırmıştır. Diğer yandan azımsanmayacak bir kitle de Carrie Fisher’ı sadece Prenses Leia’yı canlandırdığı için değil, tam da böyle şeyler söyleyebildiği için idolleştirmişti. Hollywood’un sivri zekâlı, hazır cevap taşlayıcısı; o görkemin yıkıcı yönlerini mizahla sunan bir ‘Hollywood muhbiri’ olduğu için… Hollywood taşlaması ‘Postcards from the Edge’ adlı kitabı 1990’da Merly Streep ve Shirley MacLaine’nin başrollerini paylaştığı Mike Nichols’ın yönettiği bir filme uyarlandı. Ayrıca kendisini canlandırdığı David Cronenberg’ün ‘Maps to the Stars’ına (2014) da ilham kaynağı oldu.
Hikâyelerini paylaştı
Fisher, milyonların hayallerinde Prenses Leia’nın saçtığı ışıkla yer edinirken karanlığa da gözlerini dikebilen biriydi. Bipolar olduğu için elektroşok tedavisi uygulanan, yasal ilaçlar ve yasal olmayan maddelerin bağımlılıklarıyla mücadele eden Fisher, hayatının bu yönlerini güçlü kalemiyle övgüler alan otobiyografik ve yarı otobiyografik kitaplarına yansıttı. “Uyuşturucu bağımlılığıyla değil, ayık olmakla sorunum var” diyordu. Yaşadığı çalkantıları, dili, kalemi, üslubu ve bakışının biricikliğiyle kitaplar, stand-up şovları veya söyleşiler aracılığıyla kamuoyuyla paylaştı. “İnsanlar hikâyelerimin bazı yönleriyle bağ kurabiliyorlar. Bu çok hoş çünkü beni hikâyelerimle baş başa kalmaktan kurtarıyor. Ayrıca insanların ne kadar sırrı varsa o kadar hasta olduğuna inanırım. Eğer bu inancım doğruysa ben çok sağlıklıyım demektir” diyordu. Bu açık sözlülüğü ve sır tutmazlığı, onu imajı cilalı Hollywood oyuncularından keskin bir şekilde ayırdı. Hollywood’un en önemli senaryo doktorlarından biri kabul edilmesi hem sektöre hakimiyetini hem de bilgeliğini hesaba kattığınızda hiç de şaşırtıcı değildi.
Sinema oyunculuğu kariyeri ‘When Harry Met Sally’deki rolü ve ilk filmi ‘Shampoo’daki karakteri gibi mücevherler içerse de, Prenses Leia’nın şöhreti hepsinin üstünü örttü. Sadece Fisher’ın kendisi başka alanlardaki varoluşunun gücüyle bu örtüyü kaldırdı. Fisher, popüler kültürün en güçlü kadın karakterlerinden birini canlandırarak feminist hareketlerin de aralarında olduğu birçok grup ve elbette ‘Star Wars’ hayranları tarafından sahiplenildi. Ancak bunun ötesinde kendisi gibi olarak Hollywood’a güçlü, alaycı ve zeki bir kadının kalıcı imzasını attı.
‘Hayatını cesurca yaşadı’
‘Ay ışığında sutyeniyle boğuldu’
Carrie Fisher’ın vasiyeti ölüm nedeni olarak “Sutyeni tarafından boğazlanarak ay ışığında boğuldu” yazılmasıydı. Bu isteğe neden açan anekdot, ‘Star Wars’un setinde yaşanır. Yönetmen George Lucas, ondan çekimleri sutyensiz yapmasını istediğinde, Fisher bunun nedenini sorar. Lucas’ın yanıtı şu olur: “Uzayda iç çamaşırı yoktur. Uzaya çıktığınızda ağırlıksız olursunuz ve vücudunuz genişler. Ama sutyen genişlemez. Bu yüzden insan sutyeniyle boğulur.” Fisher bunun harika bir veda olduğunu düşünür: “Bütün genç arkadaşlarıma söylüyorum. Arkamdan ‘Sutyeni tarafından boğazlanarak ay ışığında boğuldu’ yazsınlar.”