Cemal Ersen

Cemal Ersen

cersen@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Türkiye Profesyonel Futbolcular Derneği’nin hafta içinde yaptığı açıklama garipti.
“Türkiye’de futbolculuk ne, biliyor musunuz?” başlığı altında yayınlandı, çok da tepki aldı.
Anlayamadık, niçin şimdi? Medyanın içindeyiz. Futbolcuların üzerinden bir tartışma veya olumsuz kampanya da yoktu bildiğimiz kadarı ile...
Futbolun bu kadar popüler olduğu, figüranlarının (!) el üzerinde tutulduğu, yaşamlarının gençler tarafından örnek alındığı bir ülkede, derneği bu açıklamaya sevk eden ne olabilirdi ki?..
Bir üye kaleme almış, dernek yöneticileri de beğenip altına imzasını atmış belli ki. Ama kazın ayağı öyle değil!
İşleri zormuş!
Efendim, futbolcu her sabah 7’de kalkıp antrenman yapıyormuş. Alnının teriyle para kazanan insanların tamamı o saatte işinin yolunu tutuyor.
30’lu yaşlardan sonra “ben ne yapacağım” diye düşünürmüş futbolcu. Bu ülkede 65 yıl çalışıp emekli olduktan sonra, simit satıp, ayakkabı boyayan, yevmiyesi ile ailesine bakmaya çalışan milyonlarca mağdur var.
Hayatının en güzel yıllarını feda etmek, genç yaşta hayata atılıp ayakta kalabilmeyi becerebilmekmiş futbolculuk. Okuma, oynama yaşında sıcak evlerinde oturmak yerine sokaklarda mendil satmak zorunda kalan çocuklar neyini feda ediyor acaba?..
Hayal kırıklığına rağmen savaşmayı sürdürmekmiş futbolculuk. Her gün yeni zorluklarla mücadele etmek zorunda kalmayan, yediği darbelerden beli bükülmeyen kaç meslek grubu var bu topraklarda?..
Sevsinler stresinizi!
Siz pazar günleri ailelerinizle kahvaltı yaparken, maç stresi yaşamak demekmiş meğer futbolculuk. Bin dört yüz lira asgari ücretle dört kişilik haneye bakmaya çalışmanın stresinden fazla mıdır, futbolcunun sıkıntısı? Ruhsatsız maden ocağına girerken sağ çıkıp çıkamayacağını bilmeyen emekçinin yaşadığı ne oluyor, sizin ki stres ise?..
Sevdiklerinden uzakta, senelerce yaşamak demekmiş futbolculuk. Kar kış demeden, dağda bayırda görev yapan askerin, polisin, jandarmanın, gurbette hizmet veren sağlıkçının, öğretmenin çektiği hasretliğe ne deniyor peki?..
Beyler, millet burnundan soluyor. Kimse futbolcunun vergisiz maaşını, altındaki yüz binlerce euroluk arabayı, oynadığı sürece kazandıklarıyla nasıl üst düzey bir hayat sürdüğünü sorgulamıyor. Kimse servet avcılığı da yapmıyor.
Bu ülkede aileleriyle birlikte 16 milyon insan var kredi ve kredi kartı borcunu ödeyemediği için icra takibinde olan. O açıklama ne kadar gereksiz ise, yapanların ve yayanların da gerçeklerden ne kadar uzak yaşadığının göstergesidir aslında. Derneğin işlevi ajitasyon yapmak değil, gerektiğinde üyelerinin hakkını savunmaktır.
Umarım futbolcuların hepsi, onlar gibi düşünmüyordur...

Haberin Devamı

Hakemle uğraşan kaybeder!
Galatasaray’ın dolu dizgin gidişi, Fenerbahçe’nin ligdeki konumu, yarınki derbiyi sezonun en kritik maçı hâline getirdi. Galatasaray kazanırsa, aradaki puan farkını 11’e çıkaracak. Fenerbahçe açısından kabul edilebilir bir durum değil. İşte bunun için iyi tanıdığımız Aykut Kocaman’ın maça yönelik yaptığı açıklamaları yadırgıyoruz.
Saha dışında psikolojik savaşın fitilini ateşleyen Kocaman futbolcularını motive etmeye çalışırken, Fenerbahçe cephesinden hakem Cüneyt Çakır’a yönelik endişeleri içeren haberler pompalanması da alışık olmadığımız bir strateji değil.
Fenerbahçe’nin kazanmak için bugüne kadar gösterdiği performansın üzerine çıkmasının şart olduğu aşikâr iken, eylem yerine söylemler üzerinden maçı oynamak, tam tersi sonuçlar doğurabilir.
Galatasaray’ın muhtemel kadrosunda en az sekiz oyuncu derbi havasını ilk kez soluyacak. Sarı-kırmızı ekip bu tip maçların baskısı altında kalmayacak deneyimli isimlere sahip. Üzerine 50 bini aşkın taraftarın desteğini de ekleyin, bu gerginlikte Galatasaray bir adım öne çıkar.
Ve hakem; MHK en doğru tercihi yaptı. Derbide kimsenin Cüneyt Çakır’a yardımcı olmasını beklemeyin. Ama şimdiden söyleyeyim, hakemle uğraşan maçı kaybeder. Çakır kartlarını asla sakınmaz!

Haberin Devamı

Herkes profesyonel!
Zoraki ayrılıklar sancılı ve tatsız olur. Trabzonspor’da Ersun Yanal’ın sözleşmesinin tek taraflı fesih edilmesi gibi.
Hocanın alacaklarını talep etmesi, yönetimin ödememek için direnmesi, bu kez de Yanal’ı “paragöz” yaptı. Aynı tartışmayı Fatih Terim’in milli takımdan ayrılması sürecinde de yaşadık.
“Efendim hak etmediği ücreti nasıl alır” diyor bazı insanlar. Karşılıklı uzlaşarak kontratı bozuyorsanız, sorun yok. Ama işinize son veriliyorsa, biraz empati yapmak gerek. İtibar kaybetmek, kolay sindirilebilir bir durum değil.
Hepsinden vazgeçtik, o sözleşmeleri kim hazırladı? Taahhütleri kim verdi? O rakamlar tarafların rızası ile yazılmadı mı? Öyleyse, anlaşmadan cayan, yükümlülüklerini yerine getirmek zorunda. Hukuk da bunu söylüyor, talimatlar da!
Siz kadroya giremeyen futbolcuya ücretini ödemiyor musunuz? Sözleşmesini iptal edip gönderdiğinizde, oyuncu er veya geç o parayı faiziyle tahsil etmiyor mu?
Ersun hocaya sordum: “Nedir işin aslı?” diye. Geçmişe dönük 2.5 aylığı ile yıl sonuna kadarki maaşını talep etmiş. Ne tazminat, ne sezonun tamamına dair istek var. Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yermiş ama, yaşanan krizlerin tümünde ders çıkarılmayan yönetim hataları var. Uzun süreli anlaşmalar, havada kalan sözler, taraftarı heyecanlandıran söylemler, aslında kurumsallık anlayışına ne kadar uzak durduğumuzu gösteriyor.
Trabzonspor özelinde söylüyorum, kendi değerlerinizi yaratamaz, yaratsanız dahi onlardan yararlanmayı bilemezseniz, sözde “büyük” realitede “sıradan” olursunuz.
Gerçek şu ki, “Vatan, Millet, Sakarya” dönemleri geçti. Herkes profesyonel, herkes hakkının peşinde.