Cumartesi Açlıktan çıkan yemek kitabı

Açlıktan çıkan yemek kitabı

25.06.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Gazeteci-yazar Muhsin Kızılkaya “Açlığın Sofrasında”da yoksullaşan ailesini ve çocuklarını doyurmanın yollarını arayan annesini anlatıyor

Açlıktan çıkan yemek kitabı

Muhsin Kızılkaya’nın “Açlığın Sofrasında” kitabına yemek kitabı desem değil, hikayeler desem değil, tarih kitabı desem hiç değil... Hepsi aslında. Abisinden dinlediği, içinden illa ki yemek geçen destansı hikayeleri anlatıyor Kızılkaya. Hepsinin başında ise açlıkla tanışmasını...
Ve açlık yılları sona erdiğinde yazdığı çoğu şeyin ilk cümlelerinin yemek yaparken aklına düşmesini...
Kitaptaki sekiz hikayenin sonunda birer yemek tarifi var. Kürt kültürünün içinden her bir destanla bir Kürt yemeğini eşleştirmiş Muhsin Kızılkaya. Kitabın sonuna da bir Kürtçe-Türkçe sözlük koymuş.“Açlığın Sofrası” öyle bir sofra ki; her hikaye neşeli, her yemek iştah açıcı değil... Ama her birinin iştahla okunduğuna garanti verebilirim.


Kitabın önce adı çarpıyor; “Açlığın Sofrasında”.

Bazen bir isim bulursun, onun kitabını yazarsın. Bazen de bir kitap yazarsın, ismini bulamazsın. Benimkinde ikincisi oldu. Fikir çok eskiye dayanıyor, “Açlık” bölümünü neredeyse 15 sene önce yazmıştım. Ama ne yazacağımı bilmiyordum.

O hikaye nasıl bir ruh haliyle yazılmıştı?

Hiç unutamadığım bir anım o. Annemin bana yemek bulamayıp hayvanların önünden aldığı arpadan ekmek yapması... Ne zaman iyi bir sofraya otursam ya da annemle yemek yesek her seferinde o güne gidiyordum. Bir gün oturdum o hikayeyi yazdım, benden çıksın dedim. Kitabı sadece “Açlık” bölümünden yola çıkarak yazsaydım, adı “Herkesin Annesi Güzel Yemek Yapar” olacaktı. Ama sonra iki hikaye daha ön plana çıktı.

Hangileri?

Nasturi katliamı sırasında Hakkari mirinin Bedirhan Bey şerefine verdiği ziyafet hikayesi ve içli köfte yüzünden çıkan kardeş kavgası hikayesi. Üç hikaye bir araya gelince baktım ki iştah açıcı hikayeler değil bunlar. Sonunda “Açlığın Sofrasında”da karar kıldık.

‘Kışın bir ay boyunca köyde düğünden başka şey olmaz’

Kitapta ailenizin zenginlikten yoksulluğa geçişini, annenizin de bu yeni düzende çocuklarını nasıl besleyeceğini bilmediğini anlatıyorsunuz. Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Babam Irak Kürdüdür. I. Dünya Savaşı sırasında Irak İngiliz işgaline girince bu tarafa kaçmışlar. Babamın
ilk karısından iki çocuğu var, biz de dokuz kardeşiz. Babam Çukurca’dan Irak’a koyun götürüp satar; oradan da kumaş, çay, şeker getirip onları da
köyde satardı. Bir gün Irak’a koyun götürürken gammazlandı, biz de gittikçe yoksul düştük.

Nasıl bir hayattı?

Yazın yüksek yaylalara çıkılıyor, kışın köyde kalınıyor. Yazın iş üretilir, kışın da insanlar oturup yarenlik eder, düğün-dernek düzenler, geceleri hikaye anlatırlar. Bütün düğünler kışın olur, bir ay boyunca köyde düğünden başka bir şey olmaz. İki günde bir gelin bir evden öbürüne gider. Kitapta anlattıklarım, hep o dönemin ayine benzer törenleri... Davul zurna yok, sadece türkü söylenir.

Kitapta diyorsunuz ki, “Henüz kaleşnikof gelmemiş bir coğrafya...”

Evet, çünkü kalaşnikof 1970’li yılların ortalarında geldi. Bruno diye bir tüfek vardır, beş mermili, o vardı. O bölgede hiç kimse silahsız dolaşmazdı. Küçük bir çocukken bütün tüfek isimlerini bilir, boş kovanların hangi silaha ait olduklarını söyleyebilirdim. Ama mesela bizim köyümüzde hiç cinayet işlenmemiştir. Aksesuardır o bölgede. Yöresel kıyafetlerden giyip silah takmışsa, hele
bir de atı varsa tamamdır.


“Kurtarıcım, ‘Vizontele Tuuba’ filmindeki Güner abi”

Kitabı “Tokluk” adlı hikayeyle açıyorsunuz. Orada karpuzu ilk görüşünü hatırlayan bir adam var. Aynı adam 35 yıl sonra kurabildiği güzel sofraları anlatıyor. Bu kadar kısa süre içinde gerçekleşen bu değişimi nasıl okumak gerekir?

Bu kişisel bir çaba. Ben kişisel serüvenimi biraz mucizevi görüyorum. Yılmaz Erdoğan benimle ilgili şöyle der: “Biz hayata 1-0 yenik başladık, Muhsin 9-0 yenik başladı”. İkimiz de Hakkari’deydik ama onlar şehir merkezindeydi, ben köydeydim. Oradan baktığında hakikaten de bir mucize.

Nasıl bir mucize bu?
Ben lisede okurken Hakkari’ye hiç öğretmen gelmiyordu, derslerimize baytar ya da merkezdeki avukat giriyordu. Tayini Hakkari’ye çıkan öğretmen istifa ediyordu çünkü. O baytar ya da avukat sana ne öğrettiyse, o bilgilerle Robert Koleji’nden mezun biriyle sınava yarışıp üniversite kazanman gerekiyordu. Başka bir yolu yok. Orada kalsaydım ya bir sürü arkadaşım gibi dağa giderdim ya da başıma başka bir iş gelirdi.

“Bağışlanan kitapları alıp bir depoya kilitlemişler”

Size yolu açan ne oldu? Çalışkanlığınız mı, azminiz mi, zekanız mı?

Bu kitabı adadığım Güner Sernikli.O benim kurtarıcılarımdan biri.

“Vizontele Tuuba”da Tarık Akan’ın oynadığı kişi değil mi?
Evet. Güner abi, askerler tarafından Hakkari’ye kütüphane memuru olarak sürgün edildi. Hakkari yolun bittiği yerdir. Oradan çıkmak için zekana güveneceksin ve okuyacaksın. Hakkari’de çok zengin bir kütüphane vardı, 70’lerin başında herkes Hakkari’ye kitap bağışlamış. Fakat devlet “Buraya bağışlanan kitaplar sakıncalıdır” demiş, büyük bir depoya kilitlemiş. Güner Sernikli geldiğinde yaptığı ilk iş, “Girilmez” tabelasını kaldırıp bizi o depoya sokmak oldu. İlk gün orada Sait Faik’le karşılaştım, sonra da diğer yazarlarla...

Üniversiteye nasıl hazırlandınız?

Başka şehirlerdeki hayırsever insanlar çocuklarının tüketilmiş test kitaplarını Hakkari’ye bağışlıyorlardı. O kitapları alıp önce işaretlenmiş seçenekleri siliyorduk, tekrar çalışıyorduk. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne dereceyle girdim bu şekilde. Kamu Yönetimi bölümünü bitirdim ama o sırada bir Kürtün gidip vali ya da kaymakam olabileceği fikri kimsede yoktu. Hakkari doğumlu olman yetiyordu, otomatik olarak eleniyordun. Ben de gazeteci oldum.

Kitabı hem Güner Sernikli’ye hem de bu hikayeleri size anlatan Abdülkadir abinize ithaf etmişsiniz. Abinizin bu hikayelerle ilişkisi ne?

Bizim en büyüğümüz 1943 doğumlu. Yedi yaşındayken trahom hastalığına yakalanıp kör oluyor. Bundan sonra kendi dünyasına çekiliyor ve her şeyi biriktiriyor. Müthiş bir hafızası var. 5642 ile 487’i hesap makinesinden hızlı çarpar. Biz bir şeyi merak ettiğimizde kitap alır okuruz ya, Abdülkadir abim de merak ettiği konuyu bilen adamları ziyaret edip öğrenir.

Sizden kitap okumanızı istemez mi?

Okumayı öğrendikten sonra ona okumaya başladım. Ama Türkçe bilmediği için Kürtçeye tercüme ederdim okuduklarımı. Kürtçemin gelişmesine çok yardımı oldu. O zamanlar okuduğum her kitabı hatırlıyor bugün. Abimin belleğinde büyük bir hazine var. Ben şimdiye kadar 12 kitap yazdım, neredeyse dokuzu onun anlattıklarıdır.