Cumartesi Ağlamama izin vermeyin!

Ağlamama izin vermeyin!

23.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ağlamama izin vermeyin!

Ağlamama izin vermeyin

Ağlamama izin vermeyin!

Sarıkız'ın Anıları

Siz de dudak kenarlarınıza bir kıvrım yerleştirip bu yazıyı öyle okuyun. Yazı her ne kadar yaşı 35’e varmamış arkadaşların dalga geçtikleri eski bayram hikayelerinden olsa da, aslında hikayenin kahramanı küçük Selo’ya "aramıza dön" çağrısıdır.
Fatih, Draman’ı değil Anadolu, İstanbullular bile bilmez. Belki Savaş Ay’dan duymuşlardır. Onun da sevgiyle söz ettiği ortak dostlarımız Ayyıldız Ailesi burada yaşar. Yıl 1970’lerdir, Kurban Bayramı’dır ve çocuklar günün mana ve ehemmiyetine uygun bir oyun bulmuşlardır: "Koyun kesmecilik".

"Meee! Beni kescen mi?"
Evin oğlu Selo kurban rolündedir. Dört ayak konumunda boynundan ağaca bağlanmış, mutlu mutlu otlamaktadır. Derken 5-6 çocuk (yaşları 9-10) artık kimin evinden aşırıldıysa, ellerinde kör bir bıçak, kurbana doğru yaklaşırlar. Ve tören başlar. Kurban duruma vakıf, melemeye koyulur, "Meee! Beni kescen mi?" şeklinde. Kasap ve ahali hiç aldırmaz, önce tüm ayaklar (!) bağlanır ve çukurun başına yatırılır. Yemin ederim çoğu müezzinden daha inandırıcı davudi bir sesle, Kuran’dan bir bölüm okunarak kurbanın kellesi kesilir. Küçük kasabın "kırt kırt" diye de bir taraftan yaptığı "dış ses" eşliğinde. Gözleri bağlı koyun debelenmektedir ama hâlâ ısrarla sormaktadır: "Meee! Beni kescen mi?" Kasap ve ahali ona muhatap bile olmadan işlerine devam ederler. Ayaktan şişirilme, post yüzme, iç organların tasnifi bitmiş, neredeyse kavurma şeklinde tencereye konacak; bizim küçük koyun hâlâ sormaktadır: "Meee! Beni kescen mi?" Hayır Selocuğum seni hiç kimse kesmeyecek. İyileşip aramıza dönecek ve güzel yazılarına devam edeceksin. Sonra dinimize göre kesilmesi gereken evin büyük oğlu zaten. Ona da kıyamayız; biz kıysak yönetmenliğini yaptığı Nokta dergisi kıyamaz, iyisi siz durun ben son kocayı keseyim iş bitsin. Sonra hep beraber eski günlere dönelim. Beni yine hortumla baştan aşağı sulayın. Terasta kurumaya bırakılan çamaşırlarımı gizliden tekrar tekrar ıslatın ki anneme "A! Niye ki bir türlü kurumuyor, gece bizde kalacak mecburen" deyip sabahlara kadar kuduralım, ha koçum?

Yine 28. Tümen!
Kader midir nedir, ne zaman Sayın Ecevit ve 28. Tümen bir araya gelse, Mamak askerine yol görünür. Ve bazı aileler göz yaşlarına boğulur. 1974 yılında biz de bu ailelerden biriydik. Dayım 28. tümende askerdi, bir ara mektupları kesildi. Neden sonra gelen ilkinde şöyle yazıyordu: "Ablacığım, gazetelerden takip ediyorsunuzdur orduda bütün izinler kaldırıldı ve üç gün önce ani bir emirle tam teçhizat alarm durumuna geçirildik. Gideceğimiz yeri bilmiyoruz ama subaylar İskenderun diyor" diye başlayan 50’ye yakın mektup şu anda önümde duruyor. Fazla alıntıya gerek yok, kolej sıralarından ya da Pink Floyd’dan İskenderun’a başlayan yolculuk Kıbrıs’ta son buluyor... Dün akşam TV’de Afganistan’a giden asker babasının göz yaşlarını görünce, bir zamanlar aynını yaşamış biri olarak teselli etmek istedim. Şimdi o beyefendiye seslenmek istiyorum. Her anne-baba gibi yavrunuzu sıhhatli, okullarını bitirmiş, mutlu görmek istersiniz. En önemlisi, dokunacağınız mesafede olmasını... Ama hayat bazen sizi -nedense- tercih yapmak zorunda bırakır. İnşallah, dayım gibi sapasağlam dönecek oğlunuzun ve sizin yerinizde olmayı isteyen aileler olduğunu bilin. "Çocuğum sakat olmasaydı, hayırsız olmasaydı... Olmasaydı da keşke harbe gitseydi" diyen ve "o zor tercihi" yapmak zorunda kalan anne babaları hiç unutmayın.
Dayım mektubunu şöyle bitiriyor. "Ama her şeye rağmen içimizdeki muzaffer olma duygusu her geçen gün kuvvet kazanıyor." Savaşa katılmış Mehmetçik babası olmak da başka bir gurur. Ki hepimiz dün gece hüznün yanında, gözlerinizde onu da gördük.






CUMARTESİ