Cumartesi Aylaklığa Övgü

Aylaklığa Övgü

30.07.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Aylaklığa Övgü

* * * Eskiden işyerlerindeki masalarda, küçük kare tahtaların üzerine tersinden çakılmış uzun çiviler olur ve sivri uçları hep yukarı doğru dururdu. Amaç, gün içinde takoz kâğıtlara alınan notları bu çivilere takmaktı. Takoz kâğıtlar kare biçiminde kesilmiş kâğıt tomarlarıydı; ya bir tahta kutuda, ya da bir kâğıt kutu içinde sıralarını beklerlerdi. Genellikle atık kâğıtlardan yapılan yapışkansız bu notluklar, cinsleri ve renkleriyle bir kâğıt kataloğu gibiydiler. Her zaman masanızın üzerinde hazır; yazacağınız notları beklerlerdi. Örneğin, telefon numaraları, adresler, isimler gibi. Sonra da uçup gitmesinler diye, işte hep o çivili tahtaya takılırlardı. Sanırım bu buluş insanların yaşamında oldukça uzun bir süre varlığını sürdürdü. Hem de o basit biçimiyle çeşitlenerek; desenlilerden, sakarları korumak için kafası şapkalı çivililere kadar. Hepsinde amaç tekti: Bellekte taşınamayan, unutulan küçük bilgileri bir yerlere not etmek, daha sonra da fihristlere ya da kendileriyle uygun defterlere, dosyalara onları aktarmak. Ama hiç de öyle olmazdı. Notlar bir yerde birikir, unutulur, zaman aşımına uğrar, eskir atılırdı. Bazen de üstüne yenileri gelirdi. Kişinin hiçbir zaman sistemli bir biçimde çalışmasına katkısı olmaz, genellikle de kaybolurdu bu kâğıtlar. * * * Derken bir gün, üreticiler suçu yapışkansız kâğıtlarda buldu. İşte tam o anda, yani 1970 yılında, 3M şirketi Hızır gibi yetişti belleğin yardımına ve post-it'i yarattı. Kısaca post-it'in şöyle bir de öyküsü var: Sözüm ona Arthur Fry Minnessota Mining and Manufacturing, yani 3M şirketinin bir çalışanı. Silver Spencer da yine aynı şirkette aynı alanda çalışan bir başka eleman. Arthur ayrıca işinin dışında bir müzik korosunda da görevli. İşte bu koroda, prova sırasında sayfaları çevirirken oldukça güçlük çekiyor. Arkadaşı Silver Spencer'ın buluşu, onun yardımına yetişiyor ve bu yapışkanlı kâğıtların doğmasına neden oluyor. İlk üretildiğinde pek ilgi görmeyen bu kâğıtlar, daha sonra bir haberleşme aracı ve "ek bellek" işlevi yüklenerek insanların yaşamına giriyor. Adı da, "göstermek, ilan etmek, belli etmek" anlamına gelen İngilizce "post" sözcüğünden geliyor. * * * Post-it öylesine giriyor ki insanların yaşamına, insanlar o günden sonra belleklerini bir not defteri gibi kullanmaktan vazgeçip evde, mutfakta, işyerinde, banyo aynalarına post-it'ler yapıştırarak bir dış bellek yaratıyorlar. Yanından geçenin rüzgârından uçup giden bir dışbellek. Öyleki, ya kendi kendilerine bulundukları yerden düşüp çöpe karışıyorlar, ya da bir gün toplu halde imha oluyorlar. Çok az kişi bunları bir akşam sonunda gereken yerlerine taşıyıp, bilgileri güncelleştiriyor. Çünkü bu da farklı bir çaba ve disiplin gerektiriyor. Ama sanırım, en büyük mutluluk belleklerin oluyor. Kâğıtların işlevsizliği onları ilgilendirmiyor ve onlar gereksiz pek çok bilgiyi taşımayarak kapasitelerini atıl bırakıyorlar. * * * Post-it'ler benim çalışma yaşamıma hep düzensizlik getirdi. Ya onları kaybettim, ya da aldığım notu, neden ve kimden aldığımı unuttum. Bu yüzden ben kendimin bellek hamallığına katlanma yolunu seçtim. Seçtim dedim, ama "Hand writing Capture Paper to PC" denilen sanal post-it aleti elime geçinceye kadar. Asıl adı "PC Notes Taker" olan bu alet, bir elektronik kalem ve üzerinde yine kare kâğıtlar bulunan küçük tabladan oluşan bir post-it. Bir kabloyla bilgisayarınıza bağlanıyor. Elektronik kaleminizle de notlar yazıyorsunuz. O, bunları otomatik bir işletimle anında bilgisayarınızda açılmış not kutusuna aktarıyor. Kâğıda isterseniz resim yapın, ister yazı yazın, isterseniz gelişigüzel çiziktirin; hepsini tek tek kutulara koyup, ekranınıza getiriyor. Siz de dilediğiniz zaman, aralarında geziniyor, içlerinden istediğinizi bırakıyor, istemediğinizi bir dokunuşta silip atıyorsunuz. Ama ne var ki, ister eski yöntemle olsun, ister yeni yöntemle, yine de beynimiz belleğimizin gereksiz bilgilerle dolmasını ve onu bir not defteri gibi kullanmamızı istemiyor. Ne yazık ki, ezberci eğitimle yetişmiş bizler, işte bu yüzden ek bellek dediğimiz bu post-it yöntemini hiçbir ortamda beceremiyoruz. Onun kendini sanal ortama taşıması da bizi değiştirmiyor. Çünkü bunu, "PC Notes Taker"ımın tozlanmış tablasına bakarken bir kez daha anlıyorum. Bertrand Russell, "Aylaklığa Övgü" adlı kitabına ilginç bir fıkrayla başlar: "Tembel tembel bir köşede oturan üç dilenciye adamın biri seslenir: 'Hey, içinizden en tembel olan kimse, yanıma gelsin, ona para vereceğim.' Dilenciler birbirleriyle yarışırcasına adamın yanına gelirler. Dilencilerden bir tanesi konuşanın yüzüne bakmadığı gibi, yerinden bile kalkmaz. Adam da gider, 'En tembel senmişsin,' der ve parayı ona verir." Ben bu minik fıkrayı, daha önce de bir köşe yazımda sizlere aktarmıştım. Bu bilgiyi burada size vermek zorundayım. Çünkü konumuz post-it. Çocukların deyimiyle, "Sarı it postu", "Yapışkanlı bellek kâğıdı" ya da belleğimizi teslim ettiğimiz kâğıt parçacıkları. Ama bakın, ben bu konuyu post-it'e değil, belleğime yazmışım...