Cumartesi “Bir süre tiyatrodan uzak olmak istiyorum”

“Bir süre tiyatrodan uzak olmak istiyorum”

16.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Kayıp Şehir” dizisi vakitsiz final yapıyor ama Uğur Polat’ı bu ay “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” filminde izleyeceğiz. Tam da tiyatroya bir süre ara vermişken, Polat’la filmden, diziden, biraz geçmişteki, biraz da geleceğe dair ideallerinden söz ettik

“Bir süre tiyatrodan uzak olmak istiyorum”

Bu ay vizyonda epeydir beklediğimiz bir film var: “Eve Dönüş: Sarıkamış 1915” İlk sinema filmini çeken bir yönetmenin; Alphan Eşeli’nin filmi... 1. Dünya Savaşı’nda Ruslar’a karşı yapılan ve 90 bin askerin ‘donarak’ şehit olduğu Sarıkamış Harekatı‘nı anlatıyor film. Daha doğrusu bu felaketin sonrasında korkunç kış koşullarının sürdüğü bölgede, Hariciye Nazırlığı mensubu Saci Bey’in, Bakü’de görevli Kalem Müdürü’nün eşini ve kızını Erzurum’a ulaştırma çabasını...
Muazzam görüntüleriyle insanın tüylerini ürperten filmde Saci Bey’i Uğur Polat oynuyor. Türkiye’de iyi oyuncu denince akla gelen ilk isimlerden biri olması bir yana; kadınların çok sevdiği, erkeklerin de bunu metanetle kabul ettiği bir aktör Uğur Polat.
Maalesef son bölümlerini izlemekte olduğumuz “Kayıp Şehir”in iyi mi kötü mü karar veremediğimiz Ethem’i, kendisini ‘iyi aile terbiyesi almış, büyüklerini sayan, küçüklerini seven bir adam’ olarak tanımlıyor ki doğru. Aynı zamanda içinde sivri dilli bir sokak çocuğu var ki bu da doğru...

Epey zorlu bir çekim süreci geçirmişsiniz izlediğimize göre. Nerede çekildi film, Divriği’de mi?

Sivas’ın muhtelif yerleri; Divriği, Suşehri, Zara ve oraların ormanlık, dağlık kesiminde. Ben “Son” dizisini çekiyordum o sırada, epey yoğun bir yolculuk dönemi yaşadım, Sivas-İstanbul-Urfa arasında. Ama fittik çünkü hava çok soğuktu, her sabah 5’te uyanıyorduk, erken yatıyorduk, çok oksijen soluyorduk. Özel hayatımız hiç yoktu. Ama yani iyiydik, o kadar ıslanmamıza rağmen kimse hastalanmadı ve kimse şans eseri düşüp bir tarafını kırmadı, çünkü her taraf kar ve buzdu. Ama çok yorulduk, çok üşüdük ve çok ıslandık. Hep hayal ederdim bir kar filmi çekmeyi.

Haberin Devamı

Niye hayal ediyordunuz böyle zahmetli bir durumu?

Çünkü çok sinematografik geliyor bana kar. Onun içinde olmak bir oyuncu olarak çok hoşuma gidiyordu. Öyle hayallerim vardı benim küçükken, kovboy filminde oynamak, James Bond olmak, kendimi öyle görürdüm. Bu da onlardan biriydi. Ama bayağı efor sarf ettik, ben dört-beş kilo verdim.

“Bütün metotların canı cehenneme”

Daniel Day-Lewis “Lincoln”ün setinde yönetmen dahil herkesin dönem giysileriyle dolaşmasını istemiş ya da “Sol Ayağım”da mesela çekimler boyunca elini kullanmamış... Onun gibi olsanız, sizin de aç kalmanız gerekirdi günlerce.

Ama Daniel Day-Lewis müthiş bir metod aktörüdür. Bir anekdotunu da biliyorum, Londra’da “Hamlet” oynarken Hamlet babasının hayaletini görür ve onunla konuşmaya başlar; gerçekten ölen babasının hayaletini görüyor ve sahneyi terk ediyor. Allah öyle şeylerden korusun bizi. Tabii çok sıkı bir metot oyuncusu olmasının oyunculuğuna katkısı çok büyük ama yetenek olmazsa hiçbiri işe yaramaz. O yüzden bütün metotların canı cehenneme bence.

Haberin Devamı

Size genellikle “psikolojik derinliği olan roller”in aktörü diyorlar. Saci Bey’de öyle bir durum yok, fazla bir şey bilmiyoruz hakkında...

Evet, değil, Saci bildiğimiz Osmanlı kültürünü almış, o zamanki Dışişleri Bakanlığı’nda katip olarak çalışan bir adam. Nasıl otoriter, muhafazakar, statükocu olduğunu anlatan bir takım sahneler de var. Kendimce bir öykü yazdım, “Muhtemelen” dedim, “Mektebi Sultani mezunu, evli, çocuklu, Osmanlı’ya tutkuyla bağlı, tipik bir devlet memuru”. Ama tabii bütün bunlar yerle yeksan oluyor bu süreç boyunca. Açlık, hayatta kalma savaşı, bir de emaneti var, bir kadın ve bir çocuk... O süreçte bunların hepsini yaşıyor, kendi gençlik günlerine dönüyor ve allak bullak oluyor. Sürekli tedirgin. Bir türlü yola çıkamıyorlar, çetelerin onları gafil avlamasından korkuyor, kendi canında da korkuyor, emanetlerinin canından da, böyle kompleks bir karakter olduğu zamanla çıkıyor.

Alphan Eşeli ilk filmini çeken bir yönetmen. Ona nasıl güvendiniz?

Öncelikle Böcek Yapım sundu bu filmi bana. Ömer Faruk benim ta Ankara’dan arkadaşım, onun TRT’de çalıştığı dönemlerden, onun olması zaten bir kapıyı araladı. Sonra Alphan’la tanıştık, çektiği reklam filmlerini, klipleri izledim, kamerayı nasıl kullandığını, açılarını, kurgusunun nasıl hızlı ve iyi olduğunu gördüm. Filmle ilgili düşüncelerini anlattı, bu da etkiledi beni. O yüzden hiç düşünmeden evet dedim, çalışırken de duygularımda yanılmadığım çıktı ortaya. Kendini çok iyi donatmış bir arkadaşımız, önü çok açık, onu biliyorum. İlk film olarak böylesine zor bir filmin altından bence kalktı.

Haberin Devamı

“Artık sadece sinemayla yaşayabilirim,” gibi bir açıklama yaptınız Radikal’e. Ciddi misiniz bunda?

Yani en azından bir süre, tiyatrodan biraz uzak olmak istiyorum. Çünkü 28-29 yıldır her sene tiyatroda oynadım ve Devlet Tiyatrosu’nda çok fazla özlemiyorsunuz oyun oynamayı. Bir oyuncu bir oyunu özlemeli diye düşünüyorum, bizde öyle olmuyor, haftada yedi oyun oynuyoruz, fabrikasyona dönüyor iş. O biraz beni yıldırdı açıkçası. Oynamak zorundayız, bu zorundalık benim hevesimi kırıyor. Şimdi bir süre ara verdim ben tiyatroya.

Haberin Devamı

“Oyuncu kirliliği oluyor”

Emekli mi oluyorsunuz?

Emekliliğim geldi, istesem her an olabilirim ama tiyatro kabul etmiyor şimdi bunu. “Gitme” diyorlar, çünkü çok lokomotif oyuncu emekli oldu şu ara.
Şu an beklemedeyim yani. Yoksa tabii ki tiyatro her zaman olacaktır hayatımda ama yavaş yavaş.

Birlikte oynamayı sevdiğiniz oyuncular var mı? Mesela Zuhal Olcay’la çok yakıştırılırsınız...

Evet evet, Zuhal’le iki iş yaptık biz. Onunla her zaman oynamaktan büyük keyif alıyorum, aynı dili konuşuyoruz, aynı tiyatro dilini, aynı eğitimi almışız, onlar çok önemli alışverişte.

Bir de şöyle bir ortak yönünüz var: İkinize de hüzünlü adam-hüzünlü kadın imajı yapıştırılmış durumda. O da çok sıkılır bundan...

Çok sıkılır tabii çünkü aslında ne kadar matrak ve çatlak bir kadın olduğunu ben bilirim, yakın dostları bilir. İsmail Hacıoğlu’nu çok beğeniyorum ben bir de, o elimize doğdu bizim. Onun gelişimini de izliyorum, çok doğal, samimi, hiçbir kirlenmişliği yok, oyuncu kirliliği oluyor çünkü zamanla.

Haberin Devamı

Sizde var mı?

Olmaz mı? 30 yıl nerdeyse. İlk başladığımdaki o primitif halim yok, bir takım şeyler kambur kambur kaldı içimde, ruhumda. Zamanla oluyor, hiç inanmadan bir şeyi yapar hale geliyorsun, kendini öyle görüyorsun bir anda. “Aaa ben bunu mu yapıyormuşum?’ diyorsun.

Birkaç röportajınızda “Çalışmak isteyeceğim yönetmenler” diye saydığınız isimlerle daha çalışamadınız değil mi?

Nuri Bilge mesela, evet. Olmadı ama denk gelmedi. Sonra Yavuz Turgul var...

“Oyuncu olmasam bana kim bakar?”

Sizin kadar çok sevilen az oyuncu vardır, “Bir rolün başına gelecek en iyi şey onu Uğur Polat’ın oynamasıdır” gibi yorumlar gördüm. Bunlar sizde “Evet ya, ben şahaneyim” gibi bir duygu yaratıyor mu hiç?

Yok canım, ben bunlardan çok sıkılan bir adamım aslında. Mahçup oluyorum, bunlar beni yükseltmiyor, aksine sıkılıyorum. Ben işimi yapıyorum ve beğeniliyorsam bu da zaten benim yaptığım işle doğru orantılı, ekstra kaşım, gözüm, yüzüm, boyum, fiziğim olduğu için değil.

Kadınlar bayılıyor ama...

E bu işle alakalı, oyuncu olmasam kim döner bakar? Oyuncu olduğum için, tanındığım için falan yani bu. Ben neyin ne olduğunun çok farkındayım.

Uğur Polat söyleşisinin devamı Milliyet Sanat dergisinin mart sayısında...