Cumartesi Bitmeyen tehdit

Bitmeyen tehdit

02.07.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Film adı çevirisi gibi geliyor kulağa "bitmeyen tehdit"... Ama dünyamızın, ülkemizin, evimizin istila edileceği korkusu kendimizi sürekli tehdit altında hissetmeye zorluyor bizi. Peki bu korku nereden kaynaklanıyor? Yanıt muhtelif. Ama Soğuk Savaş döneminde kitapların ve filmlerin, 11 Eylül sonrasında öncelikle ve özellikle filmlerin korkularımızı körüklediği ortada

Bitmeyen tehdit

11 Eylül sendromundan yararlanmasa da, dünyada Hıristiyanlık-İslam kutuplaşmasına doğru gidildiğini Spielberg de kabul ediyor söyleşilerinde. Aslında istila korkusunun kökeni ezelden beri dini inançlara dayanır. Dikkatimizi öncelikle çekmesi gereken bir durum var: Uzaylı istilası konulu filmlerin babası, Byron Haskin'in yönettiği 1953 yapımı H.G. Wells uyarlaması "Dünyalar Savaşı". Soğuk Savaş etkisiyle, komünist saldırı metaforu olarak istila filmleri furyasını başlatan "Dünyalar Savaşı"nı, 11 Eylül ertesinde, uzaylıları dost olarak niteleyen filmlerle tanınan Steven Spielberg'ün yeniden gerçekleştirmiş olması ilginç bir durum. Bu hafta vizyona giren "Dünyalar Savaşı" silahlarını çok önce yeryüzüne gömmüş olan uzaylıların insan ırkını bizim başka canlılara eziyet ettiğimiz tarzda kullanmasını anlatıyor. Spielberg'ün öyle bir kaygısı varsa eğer, verdiği mesaj H.G. Wells'in tohumlarından bir kısmını ektiği yeşil politikaya dair. Diğer canlılara etmediğini bırakmayan insanoğluna dünyadaki en küçük canlının bile yeri, işlevi, hayat hakkı olduğunu kanıtlıyor. Tufan bir istilaydı. Su istilası. Mısır'ın yedi belasından biri çekirge istilasıydı. İnsanoğlu tanrısının onu günah işlediği durumlarda cezalandıracağına ve bu cezanın gökten ineceğine inandı uzun süre. Kavimler göçerken birilerinin yaşam alanını istila ediyordu. İmparatorluklar yayılmacı zihniyete dayanıyordu. Coğrafi keşif ve koloni kurma denen şey, başkalarının ülkesini istila ve yağma edip sömürgeleştirmekten başka bir şey değildi. Doğa olaylarının gizini çözüp, çizdiği sınırlar içinde ulus-devletler kurup yerleşmiş; az çok bilimselleşmiş 20'nci yüzyıl insanı, kendine tarihtekinden farklı günahlar ve korkular buldu. Paranoyak oldu. Hıristiyan Batı, komünizmi imansızlık olarak yorumladı. Hayali bir Demir Perde ardında farklı bir rejimde yaşayanları tehdit olarak gördü. Bu korkunun nesnesini doğrudan dile getirmek yeterince diplomatik olmadığından bir başka bilinmeyene çevirdi antenlerini: Uzaya... Uzayın derinliklerinden gelen, bizden çok daha ileri bir uygarlığa sahip canlıların dünyamızı istila edip insanın soyunu tüketeceği metaforuna sığındı. Bir yandan da bütün dünya silahlanma yarışının yol açabileceği nükleer felaketten korkuyordu. Casusluk oyunu Soğuk Savaş, bir atom savaşına dönüşürse ortaya çıkabilecek daha somut tehlikelerin de metaforu bulundu: Radyasyon yüzünden mutasyona uğramış canlıların istilası! Marslılar, "alien"lar yani yabancı yaratıklar, çok bilmiş robotlar, fil kadar örümcekler, deve gibi karıncalar... İlkel insan daha mı mantıklıydı ne? Sinemacılar korkuların üzerine giderken sonları istismar etti, hatta filmlerin birçoğu Amerikan propagandası yaptı ve yapıyor ama bir yandan da terapi yerine geçiyor. Yalnızca yabancı korkusuyla ve ideolojik çatışmalarla uğraşmakla kalmayıp kadın, cinsellik, din, tekbiçimcilik, tüketim toplumu ve kapitalizme dair özeleştiriye de yöneliyorlar, kısmen de olsa. Kimi muğlak kimi çok katmanlı, kimi incelikli kimi çok kaba anlatıma sahip ama hep ana akımın dışına itilmiş, B sınıfını oluşturmuş istila temalı bilimkurgu filmleri böylece oluştu. Nice iyi bilimkurgu yazarının yapıtları beyazperdeye özensiz ve çarpıtılmış biçimde yansıtıldı. Ütopyalar ve distopyalar yok olurken bilimkurgu içi boşaltılmış, paranoid bir fantastiğe kaydı. Sonraki dönemlerde de bazen artık iyice gelişmiş özel efektlerden yararlanma hevesiyle, bazen yeni moda düşman kampına gönderme yapmak, bazen dünyanın muhtaç olunan biricik süpergücü olarak ABD'nin otoritesini pekiştirmek için geri gelip durdu istila teması. Tufandan göçlere, uzaylılardan mutant böceklere 1953 yapımı "Dünyalar Savaşı"ndan önce de B sınıfı bilimkurgularda uzaydan gelen tehlikelerden söz ediliyordu. 1947'den itibaren UFO histerisine kapılınan dünyada başka türlüsü hayal edilemezdi. Ama Edgar G. Ulmer'ın "The Man From Planet X"i, Rudolph Mate'nin "When Worlds Collide"ı farklı yaklaşımlarda bulunuyordu. 1951 tarihli "The Thing From Another World"de uçan dairesi Kuzey Kutbu'na düşen, onu kurtaran dünyalı bilim adamlarına saldıran, kurşun geçirmez uzaylı, beyazperdenin ilk istilacısı sayılır. Yönetmen Chris Nyby olarak görünse de filmin teknik nitelikleri nedeniyle çekimlerde yapımcısı, deneyimli yönetmen Howard Hawks'un parmağı olduğu biliniyor. Filmin tarzı daha çok 30'lu ve 40'lı yılların canavar eksenli korku ve gerilim filmlerini andırır. Ama mesajı istila filmlerine öncülük eder. Ünlü son sözleri şöyledir: "Göklere bakmaya devam edin. Her yerde gözlemeye devam edin. Gökleri gözlemeye devam edin." Aynı yıl gösterime giren Robert Wise'ın "Dünyanın Durduğu Gün / The Day the Earth Stood Still"i de bir başka olası istilacıyı betimler. Dünyadaki vahşet, uzaydaki diğer uygarlıkların dengesini bozmaktadır. İleri bir uygarlığın temsilcisi ve yanındaki robot insanlığı uyarmak için Washington'a iner. Vahşet durmazsa dünyanın yok edileceğini bildirir. Paniğe kapılan bir asker onu vurur! Ardından gelişen olaylar kendi aramızda barışı sağlayamadığımız ve karşılıklı nükleer silahlanmadan vazgeçmediğimiz takdirde daha büyük ve gelişmiş bir gücün hakkımızdan geleceğini vurgular. "Red Planet Mars" (1952) ise, daha önce adı geçen filmlerin aksine, akıl almaz saçmalıkta bir antikomünist propagandadır. Sovyetler Birliği ve Nazileri aynı kefeye koyup kötülük kaynağı olarak gösterdiği yetmezmiş gibi Tanrı'nın Mars'ta bulunduğunu, oradan iyi Hıristiyanlara sinyal yolladığını dahi iddia eder! Gitgide amaç belirginleşir filmlerde. B sınıfının pirlerinden Jack Arnold'ın "It Came From Outer Space"i (1953) Soğuk Savaş'ın casusluk yanını da vurgular. Her kılığa girebilen uzaylılar hiç fark edilmeden aramıza sızabilir. Ray Bradbury uyarlaması bu filmde küçük Arizona kasabası bile gizli istiladan payını alır. Don Siegel'ın üç yıl sonra gerçekleştireceği "Beden Kemiricilerin İstilası / Invasion Of The Body Snatchers" ise meselenin özüne iner. İnsanların içini boşaltıp onları kabuk haline getiren Pod toplumunun oluşumunu ille de komünist istilaya bağlamaz. Siyasi manipülasyon, tüketim çılgınlığı ve değer erozyonunu da sokar işin içine. Bu yanıyla insanı insan yapan özelliklerin, ruhunun yok oluşunu izlemek dehşet vericidir. 1956'da B sınıfının bir başka önemli kült figürü Roger Corman istila furyasına "It Conquered the World" ile katkıda bulunur. Uzaylılar dünyanın yörüngesine yerleştirilen uyduları sabote eder ve dünyaya sızan alien yöneticilerin zihinlerini yarasa benzeri "şey"lerle ele geçirir. "The Earth vs. Flying Saucers" (Fred F. Sears, 1956) ve "Invasion of the Saucer Man" (Edward L. Cahn, 1957) uçan dairelerle dünyaya inen, ışınlar saçarak insanları katleden uzaylılarla çeşni katar sinemaya. Irvin S. Yeaworth'un "The Blob"u (1958) jelatinimsi bir yaratığı, John Sherwood'un "The Monolith Monster"ı (1957) doymak bilmez kristalle düş gücünü zorlar. ABD kadar İngiltere ve Japonya'da da süregiden istila furyası yavaş yavaş diner ve yerini radyasyon nedeniyle mutasyona uğramış yerli canlılara bırakır. Tabii uzaylıların istilalarını anlatan filmler ara ara yine karşımıza çıkar. En yakın tarihli ve en çabuk akla gelenler Roland Emmerich'in yönettiği "Kurtuluş Günü / Independence Day"i (1996); M. Night Shyamalan'ın yönettiği, Mel Gibson'lı, 2002 yılı yapımı "İşaretler / Signs"ıdır. Bu tür filmlerin parodisini yapan, Tim Burton'ın yönettiği, Jack Nicholson'dan Pierce Brosnan'a, Sarah Jessica Parker'a kadar birçok ünlünün rol aldığı "Çılgın Marslılar / Mars Attacks" için ise son dönemdeki komik örneklerden biri denebilir. (1996). Kim korkar hain uzaylıdan?