Cumartesi “Evlilikte sadakat testi mutluluk getirmez”

“Evlilikte sadakat testi mutluluk getirmez”

10.07.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Gazeteci İhsan Yılmaz’ın yıllardır yazdığı öyküler “Sınanmamış Kadın” kitabında toplandı. Kitaba adını veren hikayede kahraman eşinin ahlakını ölçmeye çalışıyor

“Evlilikte sadakat testi mutluluk getirmez”

Kaç yıllık arkadaşım. En sert eleştirilerimi de, en ağır yorumlarımı da duymuştur...
Yine de, 2004’te ilk öyküsü hakkında fikrimi sorduğunda afallamıştım. Kötüyse, ne demem gerekirdi?
Yanılmışım. Milliyet Haber Araştırma Müdür Yardımcısı İhsan Yılmaz’ın öyküleri gazetecilik hayatı boyunca şahit olduğu ve yazdığı olaylar kadar, hatta daha bile fazla etkileyici bir ruha sahipti.
Giresun’daki fındık bahçelerinde çalışan Nazlıcan, ışıltılı bir dünyanın hayaliyle yaşayan yetiştirme yurdundaki Zeynep, çalıştığı fabrika iflas edince gözleriyle tavanda umut arayan işçi, sahici, derin, samimi ve çok sarsıcı.
İşte bu hikayeler, bir süre çekmecede bekledi ve sonunda Postiga Yayınları’ndan çıkarak, geçen hafta raflarda yerini aldı. “Sınanmamış Kadın” isimli 11 öyküden oluşan ilk öykü kitabını değerlendiren edebiyatçılardan Elif Şafak “Muhteşem, yüreklerde iz bırakacak”, Selim İleri’yse
“İyi ki gün ışığına çıkıyorlar” diyor. Nazlı Eray’a göre ise “Çok başarılı bir yazar ile karşı karşıyayız”...
“Arkadaş torpili”nden değil, edebiyatın zorlu fakat büyüleyici bir alanı olmasına rağmen hak ettiği ilgiyi görmeyen öykü dünyasına etkileyici bir giriş yaptığı için “Sınanmamış Kadın”a dikkatinizi çekerim.

Haberin Devamı

Kitapta 11 öykü var ama bir erkeğin sevgilisinin sadakatinden şüphelendiği “Sınanmamış Kadın” ön plana çıkmış. Neden bu öykünün lokomotifinde yayımlandı kitap?
“Sınanmamış Kadın” farklı bir konuydu. İnsanların empati kurabileceği, hayatında biri olan herkesin “Eşimle ilgili benim fikrim ne, buradaki sadakat testini ben uygulasam mı?” diye düşünebileceği bir deneme. Okuyanın bizzat içine girebileceği bir hikaye. Kahramanım, Cervantes’in 400 yıl önceki Don Kişot isimli romanındaki sadakat testini güncelleyerek kendi hayatına uyguluyor. Eşinin ahlakını ölçmeye çalışıyor.

İyi bir şey mi yapıyor böylece?
Ben biliyorum ki, sadakat testi asla mutluluk getirmez. Mutlaka sonu kötü biter. Eşiniz bu testi geçemeyebilir. Geçer ve öğrenirse ilişki yine büyük bir ihtimalle sona erer. Öğrenemezse de, siz bilirsiniz, güven temeli sarsılır ve aşkınız masumiyetini kaybeder. Testi yapan her koşulda elindekileri riske atar.

Hikayelerde genelde kalbimizi acıtacak bir şeyler var. Çoğunlukla da mutsuz son...
Dram, doğu toplumlarında sevinçten önce gelir. Bizler acıyla yoğruluruz. Gülerken bile gözümüzden yaş gelir. Hikayelerde dram gibi görünen aslında bu toplumdaki insanların gerçek hikayeleri. Her gün gazetelere sorgulayarak bakın neler göreceksiniz. Mutsuz son var ama mutlu son diye birşey yok. Mutluluk sonsuz değil. Hayat devam ediyor biraz sonra başka bir şey başlayacak.

Yazarlığın mı iyi, gazeteciliğin mi?
Bu zor bir soru! Çünkü, gazeteciliğimle ilgili bir yargıya varmak mümkün. Neler yapıp, neler yapamayacağım konusunda benimle çalışan insanlar bir kanaate sahiptir. Yazarlık serüvenim ise henüz çok yeni. En azından benim için değilse de, okur için henüz bir haftalık yazarım. Yazarlığımla ilgili bir yargıya varacak olan okur olacak.



“11 öykü benim için 11 roman demektir”
Öykülerinle ilgili iki naçizane saptamam var. Öykü hızlı ritmi içerisinde dahi kahramanlarını çok iyi tanıyoruz, ayrıca mutlaka şaşırtıcı bir final ile donakalıyoruz.
Ben bir tekniğe bağlı olarak yazmayı hiç düşünmedim. Böyle bir planlama da yapmadım. İçimden geldiği gibi yazdım. Hikaye bittiğinde okurun biraz durmasını, biraz düşünmesini, “Bu da nereden çıktı?” demesini, üzülmesini, belki gülmesini, mutlaka bir reaksiyon vermesini sağlamak da istedim. Böyle finalleri seviyorum, bir iz bıraksın hikaye, okur hemen sayfayı çevirmesin, bir an duraklasın.

“Yüzlerce sayfa gereksiz”

Öykü çok ihmal edilen, okurun yeterince ilgi göstermediği bir alan Türk edebiyatında son yıllarda. Edebiyat dünyasına ilk kez öykülerle girmek bu anlamda fazla cesur bir girişim değil mi?
Öyküler niye okunmuyor, bir fikrim yok. İnsanlar belki “Fazla dil oyunları yapılıyor” diye uzaklaşmış olabilir. Ama akıcı, sarsıcı ve kolay anlaşılır o kadar çok öykü var ki... Benim ilk okuduğum öykü kitaplarından olan çok sevdiğim Çehov’un “Memurun Ölümü” isimli öyküsü üç-dört sayfadır ve muhteşemdir. Bir romandan alacağınız tadı fazlasıyla verir. Öykülerde öyle hikayeler, insanların hayatından öyle kesitler var ki, birkaç yüz sayfalık bir roman okumanıza gerek yok. Benim kitabımda 11 öykü var,
bu benim için 11 roman anlamına geliyor.

“Kitaplaşsın diye değil, hayallerde gezmek için yazdım”
Kaç yıldır gazetecilik yapıyorsun?
18 yıl bitti.

Kaç yıldır öykü yazıyorsun?
6 yıldır.

Peki ne oldu da yazmaya karar verdin? Binlerce haberin, binlerce olayın arasında kendi karakterlerini niye yaratmak ister bir gazeteci?
Çok uzun zamandır, üniversite yıllarından bu yana içimde bir yazma, edebiyatla ilgilenme arzusu vardı. Ve edebiyat hep içimde yaşadı. 2004 kışında, yazmaya karar verdiğimde, bir kitabı oluşturacak kadar öyküyü iki-üç ay içerisinde bitirdim.

Bugüne kadar niye beklettin öykülerini okurla buluşturmak için?
Bunların illa ki kitap olması gibi bir hedefim yoktu. Akşam bilgisayarın başına geçip hayal dünyasında gezinmek istiyordum, onu yaptım. Sabahları daha mutlu ve daha çok öğrenmek isteyen bir insan olarak uyanıyordum. Kendi kendime yetiyordum yani. Ayrıca hemen kitap olsun istemedim, zamanın olgunlaştırmasına bıraktım hikayeleri.

Yazar yazdığını beğenir mi? Beğeniyor musun yazdıklarını?
Benim beğenimin bir önemi yok. Ben “Okurun beğendiği kadar” bir yazarım. Hikayeleri yazarken gazeteciliğin bana sunduğu dünyadan yararlandım. Çok fazla insan tanıdım, çok fazla olay gördüm ve çok fazla şaşırtıcı olayın içerisinde ya da kıyısında yer aldım.