Cumartesi Fatih Terim, Perran Kutman ve diğerleri...

Fatih Terim, Perran Kutman ve diğerleri...

04.11.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Fatih Terim, Perran Kutman ve diğerleri...

Fatih Terim, Perran Kutman ve diğerleri...

Fatih Terim, Perran Kutman ve diğerleri...

Sarıkız'ın Anıları

Her yıl Principe Di Sawwoya’da, bu Milano’nun en lüks otelinde muhteşem balolarla kutlanan Cumhuriyet Bayramı, bu kez ödeneksizlikten olacak, konsolosumuz ve eşi hanımefendinin evinde verdikleri sıcacık ve biraz da hüzünlü bir partiyle kutlandı. Bu hüzün Aksel Bey’in ve Müjgan Hanım’ın başarılı görevlerine veda etmelerinin hüznüydü. Milano Türkleri daha önceleri, "bir imza için bile" saatlerce bekledikleri konsoloslukta, 4 yıl boyunca gördükleri güler yüzü hiç unutmayacaklarını söylüyorlar.
Unutmayacakları bir şey daha var. Milano’daki gururumuz Fatih Terim’in birkaç kez davet edildiği halde bu partiye katılmayışı... Anlatılanlara bakılırsa, sadece Türklerin değil Türk dostu İtalyanların bile göz yaşlarını tutamadığı gecede gözler Terim’i aradı. Ama Sinyor Terim gelmedi. "Bir telefonu bile esirgedi" diyor dostlarımdan biri. Halbuki bir hafta önce Rizacca balık lokantasında yakın arkadaşlarıyla çok eğlenceli bir gece geçirmiş. Galatasaray’dan Milan’a gelen Okan’ın doğum günü için bir araya gelen masada, Demet Akbağ, eşi, Yılmaz Erdoğan, Okan’ın İzmirli sevgilisi ve Milanoluların yakından tanıdığı İbo da varmış. Fatih Terim’in Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılmamakla orada yaşayan Türkleri çok üzdüğü kesin. Dileriz gösterebileceği çok önemli bir mazereti vardır. Ve yine dileriz ki bu dünyada -güzel çirkin- her şeyin ama her şeyin geçici olduğunu hiç unutmuyordur.

Perran Kutman
İstiyorum ki bu köşelerde yermek yerine övgü yazıları yazalım. Üstelik bu daha kolay olurdu. Ama zor olan -galiba- günümüzde giderek azalan bu övgüye değer insanları bulabilmek. Ah Perran beni öldürseydin daha iyiydi. Kucağımda bir yastık, yastığın üzerinde defterim, bir elimde kalem bir elimde mendil, gözyaşları içinde "Bir Yudum İnsan"ı izliyorum. Bu kez Perihan Abla’m ekranda. Küskündü. Ve sanki Sarıkız olmuş duygularımı anlatıyor. "Sevgi ve saygı adına, yalnız kalmaktan çok korkuyorum" diyor. Çocuk hayallerini, sürekli buharı çıkan bir çaydanlık süslermiş. Sesi titreyerek ekliyor: "Bir de kapıda mangalda lüfer yapacaktım, hiçbiri olmadı." Sevgili Perran, kendi yalnızlığımızla o kadar haşır neşiriz ki, seni küstürdüğümüzün farkında bile değiliz. Ben senden hepimiz adına özür diliyorum. Lütfen ekranlara dön, etrafta dolaş, seni görelim. Dediğin gibi "Az sayıda kalan -senleri - kaybetmekten çok korkuyoruz. Derken program bitti. Perihan Abla’nın hüzünlü yüzü ekranlardan yok oldu. Peki ben şimdi boğazımdaki bu yumruyu ne yapayım?

Ve diğerleri...
Başka bir kanalda başkalarını izliyorum. Perran’ın tüm içtenliğine inat, kendilerinin "özel olmadıklarını" bildikleri halde "özel olmaya" çalışanları... Söyleyecek lafları olmadığından ısrarla "marka" giyerek, etiketin konuşmasını bekleyenleri. "Ben bir şey söyleyeyim de bakın nasıl enteresan olacağım" diye yırtınanları. Kaliteli ve seçkin olma adına, ses tonlarını incelterek konuşan (Ben mesela, bunların çocuklarına bağırırkenki ses tonlarını hep merak etmişimdir) kibarcıkları. "A, Müslüm Gürses de kimmiş bilmem ayol!" Veya "Artık İbiza’ya gitmem herkes orada" diyerek hava atanları. Örneklerin az geldiğinin farkındayım. Ama inanın, biraz da dikkat edin, çevrenizde bunlardan ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. Bu tipler "Nasıl biriyle beraber olursunuz?" sorusuna da aynı cevabı verirler: "Esprili, akıllı, kültürlü ve kaliteli biriyle!" Üşenmeyin, bu "zekilerin!" evlerine gidin bakın. Sadece parayla alınabilen, sıradan, naylon ve lake karışımı mobilyalar nasıl da gözünüze gözünüze gelecek "ben buradayım" diye. Bir de flört ettiklerine bakın, onlarla iki laf edin. Daha doğrusu edemeyin. Erzurum Üniversitesi’nde, yılın bilim adamı seçilen ödüllü bir prof’un Banu Alkan’ı tanımamasını anlıyorum. Ya da Paris’te doğup büyümüş, Fransız Edebiyatı hocası kayınpederimin Neşe Karaböcek’i bilmemesini... Ama 3. sınıf bir medya kuruluşunda, klasik müzik programı yapmaya soyunmuş "Taze entelektüelin" mesela, "Türküden nefret ederim, Neşet Ertaş da kimmiş?" demesini inanın hiç anlamıyorum. Müslüm Gürses’in müziğini itici bulabilir ve bu yüzden ilgilenmeyebilirsiniz. Ama konserlerinde jilet atılması gibi bir sosyal olguyla ana habere çıkan birini nasıl bilemezsiniz? Ya da hiç mi Levent Kırca seyretmezsiniz? Yıllar önce Hocam Server Tanilli’nin sözleriyle bitiriyorum: "Siz ne yaparsınız arkadaşlar?"




CUMARTESİ