Cumartesi ‘Güzellik fanusa koyulmaz’

‘Güzellik fanusa koyulmaz’

27.01.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hale Soygazi ‘Küçük Prens’ ile ilk kez tiyatro sahnesine çıktı. Bugüne kadar hiç zamanı olmadığı için bu işe girmediğini söyleyen Soygazi, "Tiyatroyu asla popüler olmak için kullanmam" diyor

‘Güzellik fanusa koyulmaz’

Eski güzellik kraliçesi, oyuncu Hale Soygazi kusursuz güzelliğin peşinden gitmeyi "acıklı" buluyor
‘Güzellik fanusa koyulmaz’

Hale Soygazi ‘Küçük Prens’ ile ilk kez tiyatro sahnesine çıktı. Bugüne kadar hiç zamanı olmadığı için bu işe girmediğini söyleyen Soygazi, "Tiyatroyu asla popüler olmak için kullanmam" diyor

Alin Taşçıyan

Tiyatro yapmanız herkes tarafından memnuniyetle karşılandı. Hep beklenen, olması gereken bir girişim gibi onaylandı, takdir edildi. Oysa tiyatro hâlâ dokunulmazlığı olan bir alan. Tiyatronun içinden gelmeyen biri, örneğin Hülya Avşar çok olumsuz tepki aldı. Bugüne dek yalnız sinema oyunculuğu yapmış olmanıza karşın bu kadar olumlu bir izlenim bırakabilmenizin sırrı nedir?
Benim için de herhalde zamanı. Daha önce de tiyatro yapabilirdim. Birçok insandan teklif aldım. Ama olmadı. Zamanım yoktu. Şimdi dizi falan yapmıyorum. Sinemada da çok yoğun bir üretim yok. Hazırlanabileceğim bir zamandı bu. Aslında belirli bir karar da vermedim. Nihat’ın (İleri) bir önerisi üzerine oldu. Küçük Prens üzerine çok konuştuk. Olumsuz tepki görmedim çünkü yaptığım işi popülarize etmedim. Öyle bir oyun yapabilirdim ki sansasyonel olabilirdi. Popülerlik ön planda olurdu. Ama bu özellikle tiyatroda yapmayacağım bir şey. Tiyatro benim çok önem verdiğim bir sanat dalı. İnsana dair, insanı anlatan. Çok dürüst bir iş, bir yüzleşme. Orada oyuncu ile izleyicinin birebir teması var. Samimi bir yanı var. O yüzden tiyatroyu popüler olmanın aracı olarak mümkün değil kullanamazdım.

Daha önce aldığınız teklifleri neden reddettiniz?
İlk defa yapmanın riski vardı. Yeteri kadar zamanım olmadığını düşündüm. Bu sefer düşünsel bir fark var. Çok konuştuk Küçük Prens üzerine. Küçük Prens’i bir kadın erkek ilişkisine transfer ettik. Düşüncesi doğru geldi bu oyunun, galiba en önemli sebep o. Nihat ile zaten daha önce "Küçük Balıklar Üzerine Bir Masalöda oynamıştık. Oyunculuk üzerine çok konuştuğum bir arkadaşım o. Çok uyar fikirlerimiz. Onunla birlikte bir iş yapabileceğimize de inandık. Şehir Tiyatroları’ndan Kemal Kocatürk’e ilettik. O da birçok değişiklik yaptı. İlk çıkış noktasına bağlı kaldık.

Sinemadan tiyatroya geçişte sizin için en önemli değişiklik, varsa zorluk ne oldu?
Teknik. Oyunculuk tekniği. Onda zorlandım doğrusu. Oyunculuğun tanımı ikisinde de aynı bir defa. Bir duyguyu ifade etmek. Ama sinemada bir duyguyu parçalara bölerek oynuyorsunuz. Bir başa bir sona gidersiniz. Olmadı bir daha çekersiniz. Sonra size yardımcı olan objektif var, ışık var. Bunlar bazen performansınız iyi olmadığı zaman yardıma koşan, koşması gereken öğeler. Sinema pür oyunculuk değil bence. Ama tiyatro pür oyunculuk. Sahneye çıktığınız zaman yapayalnız kalıyorsunuz. Orada işte, iç aksiyon, dinamizm, inanç çok önemli. Bir de şu önemli tabii: Sinemada sahiciliği yakalamak daha kolay. Çok doğal, günlük hayattaki gibi... Tiyatroda şöyle bir zorluk var: O anın sahici olduğuna hem sen inanacaksın hem seyirci inanacak hem de her şey bir kurgu. O kurgu da orada, ortada çıplak bir kurgu. Bu bir çelişki işte. Bence tiyatronun bütün çelişkisi bu. Tiyatroda hem her şeyin farkında olacaksın hem inanacaksın. Biraz sonra çıkacaksın, biraz sonra ağlayacaksın. O yüzden tiyatroda oyunculuğun tekniği sinemadakinden daha zor.

Bir de metin "Küçük Prens" olursa...
O zaman daha zor. Çünkü ben doğrusu provaların ilk zamanlarında, yarı şaka yarı ciddi "Ne olur şimdi, hazır yazılmış, klasik bir metin, "Salıncakta İki Kişi" olsa, ne kadar rahat, benim için ne kadar iyi olurdu," diyordum. İlk kez tiyatro yapan birisi için daha kolay. Bu şimdi doğaçlamalar gerektirdi. Biz yarattık içeriğini, biçimini, doğaçlamalarla biz yarattık. Ama hazır, yazılmış, dengesi kurulmuş, içinden bir şey çıkarırsan o denge bozulmayacak, içine bir şey eklersen o denge daha iyi oturacak, böyle yazılmış oyunlar iyi oyunlar. Bir oyunun dengesi çok önemli. Bunu biz üç kişi sağladık.

Sahneye de aynalar doldurarak işinizi iyice zorlaştırdınız...
Evet, aynalar çok sahnede. Onlar da işte doğaçlamalardan çıktı. Bir de ilginç öyküsü var o aynaların: Daha hiç dekorla ilişkimiz yoktu. Tamamen metin üstüne doğaçlamalar yapıyorduk. Bilsak Tiyatro Atölyesi’nde çalışıyorduk. Orada bir ayna vardı. Üstünü kapattık çalışırken kendimizi seyretmeyelim diye. Ama Kemal "Bu oyun tam tersini gerektirir" deyip açtırdı. Sonra da dekor haline geliverdi.

Bu aralar başka bir projeniz yok mu?
Diziler belli. Çok kolay haz alınabilecek, çok da özenli olmasına gerek olmayan, o formatta yapılan işler. Beni heyecanlandıracak bir şey yoktur, herhalde. Ama sinemayı çok düşünüyorum. Günün birinde mutlaka olacak, ama ne zaman, nasıl, şimdi bilemem. Türkiye’de sinema endüstrisi yok. Herkes kendi endüstrisini kuruyor. Ben oyunculuktan başka bir şey yapmadım ve yapmayacağım.

Uzun süre işsiz kalmaya ekonomik olarak dayanabiliyor musunuz?
Ben çok lüks yaşamıyorum. Ama her istediğimi de yapabilecek kadar bir gelirim var. İlk sinemaya girdiğimde yılda iki üç film birden yapıyordum.

O dönemden bugüne çok değişiklik oldu ama Yeşilçam filmlerine, geriye dönüş de var. Bit pazarına nur yağdı...
O işe inanmıyorum. Bir roman birkaç kere uyarlanır. Ama farklı bir yorum getirdiği sürece. Her zaman başka bir okuma şekli vardır. O zaman güzel olur. "Karlı Dağdaki Ateş", "Bir Kadın Sevdim" gibi filmleri izlerken ben zevk alıyorum. O filmlerde bir samimiyet var, bütün acemiliklerine rağmen. Bugün aynısı yapılamaz. Başka bir bakış açısı verirseniz filme, olur. Ama o filmler güzel, tekrar edelim derseniz olmaz.

Şimdi kendinizi izlerken ne hissediyorsunuz? Eski filmleriniz televizyonda yayınlanıyor. Daha geçen hafta ilk filminiz "Kara Murat Fatih’in Fedaisi" vardı...
Çocukluğumu görüyorum. Albüme bakar gibi. Hafif mahçup, sevecen, anlayışlı, hoşgörülü oluyorum. Bazı filmlerimde oyunculuk üzerinde düşünmeden, o saflıkla oynamışım. Oyunculuğumu beğenmediğim filmlerde de üzerinde çok düşündüğümü anlıyorum. Senaryoyu okuduğunuzda oluşan o ilk fikre tutunmak lazım. Bazen çok teknik oluyor oyunculuk. Robert de Niro örneğin, bayıldığım bir oyuncu, bazen artık çok teknik buluyorum. Bütün mimiklerini biliyorum, şurada şunu yapacağını biliyorum. O tekniği unutturmuyor çünkü.

Oyunculuğunuz aşama gösterdi, değişti ama siz fiziksel olarak hiç değişmediniz. Nasıl korudunuz kendinizi?
Yaşa kafayı takmıyorum. Ne kendim için ne başkaları için. İnsanların yaşları değil konuştukları, nasıl baktıkları, nasıl davrandıkları önemli. On beş yaşında biri bile çok yaşlı olabilir bazen. Öyle gençler var ki inanamıyorum. Konuşmalarını, hayata bakışlarını duydukça... O gençliği yaşamadan birtakım kurallar hayatla ilgili, hiç sorgulamadan bir modele doğru gidiyorlar, bir model! Kendilerini tanımakla uğraşmıyor gençler. Oyunculuk böyle bir şey, insanı kendiyle barıştıran bir süreç. Kendi ve başkalarını incelemek, hayatın, kendisinin ve başkalarının farkına varmayı, empati kurmayı sağlıyor. Oyuncular o yüzden daha kendilerini bilen, tanıyan insanlar.

‘Pembe bir hayat çok sıkıcı’
Siz de bir "güzel" olarak başladınız mesleğe? Gerektiğinde "Kadının Adı Yoköda bir arınma simgesi olarak soyundunuz...
Sanatta soyunmak bir anlatım biçimidir. Ama dergiye çıplak poz vermenin sanatla bir ilgisi yok. Ben tiyatroya başladıktan sonra genç konservatuvarlı insanlarla tanıştım. Çok üzülüyorum onların durumuna. Çünkü medyatik olmadıkları için okullu genç oyunculara talep yok. Çıplak poz veren mankenler talep görüyor. Onları da kınamıyorum. Bir manken de rol teklif edildiğinde kabul edecektir. Belki de sevecektir oyunculuğu, ilerletecektir. Ama denge lazım. Pembe bir hayat bana yapay geliyor. Mükemmellik çok sıkıcı. İnsanlar estetik yaptırıyor ağızlarına, burunlarına. Mükemmelliğin peşinden gitmek çok acıklı.

Siz neden bir güzellik yarışmasına katıldınız?
Yarışmayı kazanan on filmde oynayacaktı. Tam istediğim şeydi. Güzellik yarışması girip de sonra ne yapacağımı bilemediğim bir şey değildi, amacı belliydi. Bu paketin üçüncü filmi olarak bir Yunan filminin uyarlaması teklif edildi bana. Ve içinde çıplaklık vardı. Tecavüz sahnesi, ormanda çıplak koşma falan. Bu çıplaklığın üzerime bir damga vuracağını ve sonra hep öyle anılacağımı, bunu da istemediğimi söyledim. Mukaveleyi feshettik.

Sizinle aynı dönemde ünlü olan oyuncuların bir kısmı "güzel kadın" kategorisine tutunarak yaşadı. Bir kısmı da köşesine çekildi. Peki ya siz?
İnsan kendisini güzel bulma eğiliminde. Rahatlatıcı bir şey. Kendimi güzel buluyorum açıkçası. Ama hayat bu değil. Dondurulmuş hissederim kendimi. Güzelliğin üstüne gitmek onu korumaz, tam tersine yok eder. Hiçbir zaman mutlaka sekiz saat uyumalıyım, makyajlı sokağa çıkmalıyım, diye düşünmedim. Makyajsız olduğum zaman benim yüzüme niçin bakılmasın? Evde sevdiğim insan beni makyajsız görüyor. Güzelliği fanusa koyup korumaya çalışmanın onu yok etmek olduğunu düşünüyorum.



CUMARTESİ