Cumartesi "Hayat bundan böyle senin adın ölüm olsun"

"Hayat bundan böyle senin adın ölüm olsun"

11.05.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Hayat bundan böyle senin adın ölüm olsun"

Hayat bundan böyle senin adın ölüm olsun

"Hayat bundan böyle senin adın ölüm olsun"

Sarıkız'ın Anıları

Bu sabah yazlık urbalarımı hurçlardan çıkarıp yerlerine kışlıkları yerleştirirken, baktım yine aynı korkuyu duyuyorum: "Acaba seneye hayatta olacak ve bunları giyebilecek miyim?" Son günlerde işi abarttım, Sarıkız yazılarını da aynı korkuyla yazıyorum: "Acaba haftaya okuyabilecek miyim?" diye. Hastalık filan söz konusu olduğundan değil, sadece etrafımdaki her şeyin ve herkesin süratle ölmekte olduğunu görmekten panikteyim.
Az önce de Ecevit’i hastaneye kaldırdılar.
Ecevit ve ben ölürsek ne olur diye düşündüm bir an. O devleti, ben ailemi aynı mantıkla ucuz şirketler gibi yönettiğimizden hoş şeyler olmayacağı kesin. (Oysa ikimiz de ne kadar iyi niyetliydik.) Galiba ortak hatamız, "kurumlarımızı" tek bir adamın bilgi yetenek ve inisiyatifine bağlı kılarak yönetmek. Bilgiyi kadrolara yaymamak, kendi başına işleyebilen bir sisteme çevirmemek. "Adam ölür şirket batar" kuru gerçeğini görememek. Oğlumu da aynen böyle yetiştirdim. Hiçbir yetki vermeden, "her şeyi ben kotarırım, her şeyi ben bilirim, aman o hata yapabilir, ben yapmam inadıyla... Onu korumak adınaydı belki ama altında yatanın müthiş bir egoizm olduğunu geç fark ettim. Bunları "iyi" anne olmak için yaparken, meğer kendimi "üzmekten" korkuyormuşum. Benden sonra ne yapacağını bilemeden ortalarda kalacağı gerçeğini hiç hesaba katmamışım. Artık çok geç. Oğlan kazık kadar oldu. Bu saatten sonra ne ben; ne -izninizle- sevgili Ecevit bir şeyleri değiştiremeyiz. Ne benim oğlan iflah olur ne bu millet. Bu yüzden bu işleri "temizleyene" kadar yaşamak zorundayız, tabiri mazur görün "Öyle her şeyi yüze göze bulaştırıp tüymek yok." Ha, başka çözüm yok mu? Tabii var. Benim oğlana üvey anne ne kadar çözümse, "Üvey Ecevit" de o denli çözümdür.

Bir mandanın yüzünden, "manda turizmi" yine tehlikede...
Az önce Ecevit’in hastaneye kaldırılma haberiyle birlikte, İstanbul’da bir otele baskın düzenleyen sözde Çeçen vatandaşımızın turistleri rehin aldığı haberi de yayınlandı. Yemin ederim bir haftadır bunu bekliyordum. Antalya’daki sürgün yıllarımda bir tek şeyi öğrendim, "Bakalım bu bahar ne olacak da turizm baltalanacak?" Yurdumuzda bir vukuat olmasa bile, her an bir yetkilimiz ekranlara çıkıp "Balkan harbi çıkabilir biz de katılabiliriz" demesi işten bile değildir. 4-5 yıl önce olduğu gibi.
Otel basan manda vatandaşımıza gelince; Güney sahillerinde güneşlenen turisti, bedenlerini kuma gömen tembel mandalar misali, kendini oradan oraya çevirmesine kızıp hedef aldığı kesin. Biraz da kıskançlıktan belki. Latife bir yana, her yıl "raslantısal" diye tarif edilen bu tür provokasyonları artık ciddiye almamızın zamanı gelmedi mi? Şaka değil, 10 milyar dolar gelirden söz ediliyor. Bu konuyu Türkiye gündeminin ilk sırasına alıp, bu konuda birçok başarıya imza atmış eski kadrolardan faydalanılması düşünülemez mi? "Türkiye’ye sadece kum -deniz- güneş turizmi yetmez" diyen; kültür, din, doğa ve sonu "ingöle biten bir sürü aktiviteyi başlatan eski kadrolardan mesela. Yıllar önce Avrupa’nın çeşitli kentlerinde bir gecede Türkiye aleyhine başlatılan propagandayı anında durduracak kadar inisiyatif kullanabilen eski kadrolara ihtiyacımız var. Telefon kabinleri dahil tüm duvarlara yapıştırılan "Türkiye’ye gitmeyin ölürsünüz" diyen afişlerden ve bunları yine bir gecede boyayla sildiren bürokratlardan söz ediyorum. Bakanlıkta rüşvete son veren, kapılarını halka ardına kadar açan, korumasıyla ya da makam şoförü ile -neredeyse- aynı maaşı alan eski bürokratlardan. Dahası, binlerce dosyadan haksız yere yargılanan ama tek bir suçu bulunamayan, inisiyatif sahibi korkmadan imza atacak kadrolardan. Güney sahillerini bilmem ne kadar yıllığına mafya şirketlerine parsellemedikleri için "ayakları kaydırılan", babadan kalma evlerinde eski koltukları üzerinde yaşayan kadrolardan söz ediyorum. Türkiye’nin dört bir yanındaki tesis sahiplerinin hep bir ağızdan "Bir bardak çayımızı bile içmediler" diye haykırdıkları, otobüse binen, cep telefonsuz eski dürüst bürokratlardan.
Hepsini yanaklarından öpüyorum.
Bir manda deyip geçmeyin, bakın insana neler hatırlatıyor. Bazısı otel basıyor, bazısı söğüt dalına yuva yapıyor, bazıları da.... Artık söylemeyeyim başım yeteri kadar belada zaten...






CUMARTESİ