Cumartesi Kahvaltıda gramofon

Kahvaltıda gramofon

16.10.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Gramofonu kurdum. Gramofonla gelen hediye taş plağı koydum. Başladı çalmaya... Çalıyor ama doğru mu çalıyor, yanlış mı çalıyor, bu şarkının aslı ne, bu çalan şarkı ne'ce? Hintçe!

Kahvaltıda gramofon

tubaakyol@milliyet.com.tr Gramofon aldım. Her zamanki gibi kanallar arasında maksatsız dolanıp dururken TRT4'te, "sunucu hanım", biz sayın izleyicilere bir sürprizi olduğunu söyleyip gramofona Zeki Müren'in ilk taş plağını yerleştirdiğinde karar verdim. BBC'de bir çocuk programına denk geldiğimde de mikroskop almaya karar vermiştim. Böyle bir sürü şeye karar veriyorum. Bir ara yemek masasına file gerip masa tenisi oynayalım istedim. Sonra evde sabun imalatı yapmaya karar verdim.Ne bileyim, akşamları yemeğe "giyinip" oturmaya karar vermişliğim de var. İkinci el kıyafet satan dükkanları gezip ağır kadife tuvaletler, eldivenler falan alacaktım kendime. Bir de peruk... Bir ara da hole cansız mankenler koyup onları portmanto olarak kullanmaya karar vermiştim. Ben yani karar veririm. Bir sürü şeye... Neyse ki kararlarını uygulamakla meşhur bir kimse değilim. Bilakis, bir şeye karar vermem, hele de bunun hakkında düşünmeye, araştırmaya ve cümle kurmaya başlamam, o şeyi asla yapmayacağımın garantisidir. Yapmış kadar olurum. Yapmış kadar eğlenirim. Yapmış kadar gülerim. Yapmış gibi hissederim. Biter gider. Karşı penceredeki kadın sokağa yayılan sesin, cızırtının, ne olduğu anlaşılamayan bu tuhaf "şey"in kaynağını arıyor. Ben de o esnada dışarı baktığım için, kadınla aynı amaçla camdaymışım gibi oluyor, şüphe uyandırmıyorum. Oysa bu "şey"in kaynağı benim. Gramofonda Zeki Müren'in taş plağı dönüyor: "Hüsranla gönül hep inler." Gramofon almaya karar verdiğimde de... Kadıköy'e gideceğim de, gramofon bakacağım da, gramofon alacağım da... Ben? Hadi canım! İçimde bir ses asla gramofon almayacağımı fısıldadı. O sese inat; henüz kimseye gramofonun faydalarından bile bahsetmemişken, "şuradan alırız, şu plakları toplarız, şuraya koyarız, rakı, balık, gramofon takılırız" diye bu fikri köpürtmeden internetten gramofon siparişi verdim aniden. Gramofonum geldi. Benim şu hayatta yakından bir gramofon görmüşlüğüm yok. Kutuyu açtım, baktım parça parça bir şeyler, onları birleştirmemi beklemekteler. El yordamı yaptım. Bir de 10 tane iğne ve hediye taş plak çıktı kutudan. Koydum taş plağı. Dönüyor. Dönüyor ama acaba yavaş mı dönüyor, hızlı mı dönüyor, doğru mu çalıyor, yanlış mı çalıyor? Anlamıyorum ki! Hintçe. Hani eğlenceli olacaktı, ne bu böyle tıy tıy tıy -çok sıkıcı.Kendimi aşıp ikinci hamleyi de yaptım ya, helal olsun bana. Zeki Müren'in taş plağını buldum bir sahafta. Aha çalıyor. Resmen çalıyor. Şarkının bazı dizelerini anlıyorum bile. Süper bir hadise. Hışır hışır, cızır cızır, maziden bir ses inletiyor şimdi evi. Karşı penceredeki kadına bakılırsa, sokağı da inletiyor azıcık. Fakat ne yapayım? Gramofon bu; sesi kısılabiliyor da, ben mi kısmıyorum! Ne bu böyle tıy tıy tıy? Gerçi karşı penceredeki kadın da, bir yakalasa beni, şöyle sorabilir: "Gramofonun raconu bütün gece evir çevir aynı plağı dinlemek midir?"E görmemişin gramofonu olunca... Kurup kurup, elimdeki telefonu dayıyorum gramofona. Eş, dost, akraba; sanki benim çocuk, iki aylıkken mucizevi bir şekilde "anne" dedi, öyle bir heyecan... Cebimde kayıtlı olup da gramofonun sesini duymayan kalmadı galiba.Gerçi herkes benim kadar sıcak değil gramofona...Bir arkadaş mesela "Sen git Cezmi Ersöz'le takıl bundan sonra" diye beni arkadaşlıktan reddetti. Annem halime acıyıp "Bizim pikabı nereye kaldırdık acaba? Bulalım da onu verelim bari sana. İstersen müzik setini de alabilirsin" dedi. CHP'li babam, olaya siyasi bir boyut kattı: "Sen şimdi danstan mı yanasın, yoksa horondan mı baki'yim?"Gramofondan da yanayım, iPod'a da hayır demem babacığım. Gramofon "gıy" dedi "Kahvaltıda Caz" davetleri vardı ya bir ara -hâlâ var mı- biz tabii gitmemiştik oraya ama o davetlerden esinle "Kahvaltıda gramofon" davetime icabet eden bir arkadaşım da "Kim bu çalan?" diye sordu. "Zeki Mürennnn" dedim ben. "Müzeyyen Senar'a da benziyor sanki biraz" dedi.Aman canım, olur o kadar. Dandik bir gramofon neticede. Konuyu değiştirdi: - Evde reçel yapsana sen.- Turşu da kurayım istersen!- Kabuk tarçınlı çay, kahvaltıda gramofon... Hiç düşündün mü hayatım nereye gidiyor diye. ***Plağı çevirdim: "Gönlümün baharı bir gün açacak mı acep?"Eve bilardo masası sığar mı acep? Reçel de yapar mıyım acep? "Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor / Eski zamanlardan bir cuma çalıyor / Durup köşe başında deliksiz dinlesem / Sana kullanılmamış bir gök getirsem / Haftalar ellerimde ufalanıyor / Ne yapsam, ne tutsam, nereye gitsem / Ben sana mecburum sen yoksun" (Attila İlhan, "Ben Sana Mecburum") Gramofon sesinden mustarip komşular "Fatih" yerine oturduğu semtin adını koysun... Elif geldi. Kahvaltı yapıyoruz. Bu esnada TV'de kuş gribi konuşuluyor. "Tavuk yiyor musunuz?" diye sordum. "Biz kestik tavukları dün" dedi. Hangi tavukları? "Bizim tavukları..." Üç tane tavukları varmış. Ya devlet gelip alırsa diye kesmişler. Tavuklar hasta mıymış peki? Kim bilir!Bir gün evveline kadar şaibeli tavuklarla iç içe miydi yani Elif? Ya o tavuklarda virüs varsa? Ya virüs Elif'e bulaştıysa? Ya bana da bulaşırsa? Korku ne acayip bir his, çok hızlı büyüyor!"Kuş gribi ciddi bir şey... Öldürücü bir virüs" diye geveliyorum, korktuğum belli olmasın diye gülerek. "Ben şimdi temizleyeceğim evdeki virüsleri, sen merak etme" diyor Elif de gülerek.Elif'te virüs olsa bile, henüz bu virüsün mutasyona uğradığı ve insandan insana geçtiğine dair bir bilgi olmadığına göre, bu virüsün beni hasta etmesi düşük bir ihtimal. Ama bir ihtimal! Üstelik milyonlarca insanın ölebileceği öngörülerine neden olan bir ihtimal.Ve hadi gel de sen anlat bakalım Elif'e; üç tavuk için nasıl bir riski göze aldıklarını ailece? Peki ben ne yaptım? İşe geldim. Yüzlerce kişinin çalıştığı bir binaya... Ne yapsaydım? Arayıp "Bugün gelemeyeceğim, virüs taşıyor olabilirim" deseydim, bana gülmezler miydi? Sordum... Gülerlermiş. Hadi gel de sen anlat bakalım bize; iş için, görev için nasıl bir riski göze aldığımızı... Değer mi, söyle... Korktuğumuz başımıza gelir ve dünya genelinde bir grip salgını başlarsa iyimser tahminle 2 milyon, kötümser tahminle 360 milyon insanın ölebileceği söyleniyor. Oysa çoğu bilim adamına, mesela Nobel'li Joshua Lederberg'e göre "Virüsler bizi incitmek istemezler." Lederberg "Mikropların genetik bilgileri paylaşarak değişme, evrilme kabiliyeti düşünüldüğünde bizleri çağlar önce yok edebilmeleri gerekiyordu" diyor. "Öyleyse neden yapmadılar? Bizi yok edemediler çünkü mikropların çıkarları, düşman insanoğlunun ve öbür çok hücreli yaratıkların ayakta kalmasında yatıyor. Düşmanı öldüren mikrop, kendini de öldürmüş oluyor. Mikrop eğer zafer kazanırsa, bizim yaşamımızı sona erdirdiği gibi kendi yaşamını da sona erdiriyor. Hâlâ burada olmamızın nedeni mikropların kendi yaşamları için düşmanlarının yaşamasına gerek duyması." Yani insanları öldürmek kuş gribi virüsünün çıkarlarına da uygun değil. Biri bunu ona da anlatsın lütfen! Virüsler bizi öldürmek istemez. Biri bunu onlara da anlatmalı Her plakta iğne değiştirmem şart mı? Plak dönerken kolu çevirebilir miyim? Tamam, okurlarla iletişimim pek iyi değil. Tamam, okurlarla hiç iletişimim yok bile denebilir. Çoğu mesajı cevaplamadığımın farkındayım. Üzgün olduğumu söylesem işe yarar mı? Hatta direkt depresyondayım desem. Yardım edin... Lütfen. manik depresif köşe