Cumartesi Otel olan Galata konağının hüzünlü hikayesi

Otel olan Galata konağının hüzünlü hikayesi

26.04.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

20lerinde iki kız kardeşin işlettiği Galata Antique Hotelin binası 1881de inşa edildi. Ünlü porselen satıcısı Decugis tarafından yaptırılan binanın 123 yıllık macerasında aşk acısı da var, 6-7 Eylül olaylarının korkusu da...

Otel olan Galata konağının hüzünlü hikayesi

Decugis için en güzel ama bir o kadar da acı dolu günler bu konakta geçti. Decugis, karısının 1940ta ölümü üzerine iki yıl boyunca kapılarını kimseye açmadı. Fransadan özel olarak getirttiği kepenklerle tüm odaları karanlığa gömdü. Eşinin yasını bu şekilde tuttu. 1942de de yaşamını kaybetti. Karısının yanına, Feriköy Mezarlığına gömüldü. Kışlık konak oğluna kaldı. 6-7 Eylül olaylarından sonra Decugisin oğlu binayı satarak Fransaya göç etti. Kaderine terk edilen bina, 2001 yılında Arguş ailesine geçti. 28 yaşındaki Ebru Arguş ve 24 yaşındaki Duygu Arguş, binanın geçmişini araştırdı ve bu hüzünlü hikayeyi gün ışığına çıkardı. MSÜden bir ekip getirterek restore ettirdiler ve tarihi binalara verilen özel bir belgeyle açtıkları Galata Antique Hoteli işletmeye başladılar. Beyoğlu Meşrutiyet Caddesi Nergis Sokak numara 10da bulunan Galata Antique Hotelin hüzünlü bir öyküsü var. 1800lerin sonunda İtalyan ve Fransızların yoğun olarak bulunduğu Beyoğlunun tanınmış simalarından Henri Hipolit Decugis, Pera Palas Otelini yapan Alexandre Vallaury ile bir araya geldi. Decugis dönemin en ünlü porselen satıcısıydı. Ailesiyle birlikte yazları Fenerbahçede çok büyük bir yalıda yaşıyorlardı. Kışlık bir konak için Vallaury ile anlaştı. 1881 yılında oğlu Lui, kızı Rosa Caroline ve karısıyla birlikte mutlu günler geçirecekleri üç katlı yeni evine yerleşti. "Binanın sahibini bulunca dedemizi bulmuş gibi sevindik" Duygu Arguş: Konağın sahibi Hipolit Decugisin ismini tapuda gördük. İnşaat ve restorasyon devam ederken bu isim üzerinde araştırma yapmaya başladık. Otelin hüzünlü bir öyküsü var. Bu hikayeyi nasıl öğrendiniz? Ebru Arguş: Fırsat buldukça sahafları gezdik. Konak hakkında bilgi edinmek istiyorduk. D.A.: Sonra bir gün Dr. Müfit Ekdalın yazdığı "Bir Fenerbahçe Vardı" adlı kitapta Decugis ve ailesinden bahsedildiğini gördük. Kitapta Decugisin İstiklal Caddesi 473 numaralı dükkanda kıymetli antika ve porselen sattığı anlatılıyordu. Oğlu Luinin Harbiyedeki Belvü Gazinosundan Alekonun karısına sırılsıklam aşık olduğu ve evlendiği de yazıyordu. Hatta Aleko karısının Luiye kaçması üzerine Yunanistana göç etmiş ve kısa süre sonra burada ölmüş. E.A.: Lui babası öldükten sonra porselen dükkanının başına geçmiş ama 6-7 Eylül olaylarından sonra kapısına çapraz şekilde iki tahta çakıp kapamış, bir daha da açmamış. Neler yaptınız? "Müşterilerin dönmesini camda beklerdik" D.A.: Sanki dedemizi bulmuş gibi sevindik. Köklerimizi bulmuş gibiydik.E.A.: Tapu işleri için gittiğimiz devlet dairelerinden birinde onun iki tane vesikalık fotoğrafını bulduk. Birini rica ettik, verdiler. Sanki gerçek bir yakınımızmış gibiydi. Büyük aşk yaşadıkları karısıyla mezarlarını ziyaret etmek için Feriköy Mezarlığına da gittik. Decugisin izini bulunca ne yaptınız? D.A.: Başlangıçta elimizi ayağımızı nereye koyacağımızı bilemediğimiz anlar oldu. Tanınmak için satış ekibinizin olması gerekiyor. Ama biz burada hem satış ekibi hem muhasebeci hem de satın almacıyız. E.A.: Resepsiyonun nasıl yapıldığını, rezervasyonun nasıl alındığını bilmiyorduk. İşlerin nasıl yapıldığını öğrenmek için güvendiğimiz otellerdeki insanlardan öğrendik. Aslında biz bu oteli "babaanne mantığı"yla yönetiyoruz. İlk zamanlar otelcilik konusunda bir fikriniz var mıydı? D.A.: İnsanlar bizim amatör bir ruhla çalıştığımızı görüyorlardı. Müşterilerimiz de genellikle yabancı turistler olduğu için hoşlarına gidiyordu. Onları evimize gelen misafir gibi görüyorduk.E.A.: İlk zamanlar otele dönmeyen müşterileri beklerdik. Camın kenarına oturup çocuğunun eve dönmesini bekleyen anneler gibiydi manzara. Çünkü tedirgin oluyorduk, başlarına bir şey gelmesini istemiyorduk. Nasıl bir yönetim şeklidir bu? D.A.: Yeni açılmıştık, ardından 11 Eylül saldırıları oldu. Bizim otel, Amerikan Başkonsolosluğunun eski binasına çok yakın olduğu için buraya giden bütün yolları trafiğe kapattılar. İnsanların bize gelebilecekleri tüm yollar tıkalıydı, bu yüzden çok etkilendik.E.A.: Onun etkilerini atlattıktan sonra da İstanbuldaki intihar saldırıları oldu. Oteli krizli günlerden hemen önce açmışsınız. "Alman müşterimizin babasını birlikte bulduk" E.A.: Aslında otelimizde kalanların hiçbiri terk etmedi. Saldırılara inat sanki destek için kalanlar vardı. D.A.: Bütün bunlara ek olarak metro inşaatı çalışması bizim otele yakın bir yerde yapılıyordu. Gündüz boyunca çıt çıkmayan bu bölgede gece vinçlerin gürültüleri başlıyor ve sabaha kadar sürüyordu. Müşterileriniz kaçıp gitmiştir herhalde. E.A.: Kalıyorlardı işte. Belki de bizi samimi buluyorlardı. Amatör ruhu seviyorlardı belki de. Odaya gelip konuşabilirler, katçıyla konuşurlar. Her müşteri için restoranları arayıp pazarlık yapıyorum. Bunun geri dönüşü de pozitif oluyor. İnsanlar bunu görüyor. İsviçreden arayıp teşekkür ediyorlar. D.A.: Aile gibi oluyoruz bazılarıyla. Babasını arayan bir Alman müşterimiz vardı. Ona yardımcı olduk, birlikte babasını bulduk. İngiliz The Guardian gazetesinden gelen bir müşterimizi Galatasaray-Fenerbahçe maçına götürmüştük. Onlar güzel, sıcak bir ilişki istiyorlardı. Buraya gelen biri mutlaka bize bir müşteri bularak destek veriyor. Kim kalırdı ki bu otelde? "Annem evde yemek yapıp otele gönderirdi" D.A.: İlk zamanlar onlar bizi görmek için buraya gelmeye başladılar. Çünkü eve çok seyrek gidebiliyorduk. Hatta annem burada yemek piştiğini bile bile yemek gönderiyordu. E.A.: İnsanlar bizim baba parasıyla gelip burada eğlendiğimizi düşünüyor. Oysa biz üç yılımızı buraya gömdük. Gecesi gündüzü birbirine karışan üç yıldan sonra buraya geldik. Herhangi bir işyeri açmış olsaydık, akşam olunca kapıyı kapatır, eve giderdik, değil mi? Ama burası kapanmıyor. Evimize o kadar az gidiyorduk ki. Anne-babanızla görüşebiliyor musunuz?

Yazarlar