Cumartesi "Otele ad bulmak albüme ad bulmaktan zormuş"

"Otele ad bulmak albüme ad bulmaktan zormuş"

14.07.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Beş yıllık bir aradan sonraki ilk albümü "Devamı Var"ı çıkardığı günlerde, Mandal adlı bir de otel açan Mustafa Sandal: "Otele ad bulmak albüme ad bulmaktan zormuş. ABD'deki bir otelin fotoğraflarına bakıyorduk, mandalla tutturulmuş bir örtü gördük. O anda beynimde patlamalar oldu"

Otele ad bulmak albüme ad bulmaktan zormuş

Geçenlerde eve dönerken, bizim eklerin yayın koordinatörü İlke Gürsoy aradı. Sorduğu soru aynen şöyle: "Bu hafta sonu bir yere gidiyor olabilir misin?"- Evet?- Peki, o gittiğin yer Bodrum olabilir mi?- Tam üstüne bastın!- O zaman bize de bir Mustafa Sandal röportajı yapar mısın? Bodrum'da yeni açtığı Mandal Hotel'de olacakmış da... Hani madem ki oradasın diye, hani gitmişken dedim...İki günlüğüne kendimi Bodrum'a atmışken, bir de iş çıkmasa daha iyi olurdu tabii. Ama ses etmedim. İlke'nin söylediği yerde, söylediği saatte oldum.Şimdiye dek özel bir bağ kurmadığım Mustafa Sandal'la, bir öğleden sonra boyunca sohbet ettim. Adam yıllardır her söylediğim şeyi bana tekrar etti sanki... "Yere çöp atan vatan hainidir" dedi. "Ben zamanımı isterim, her gün mutlaka kendime zaman ayırmalıyım" dedi. Budizm, felsefe, varoluşçuluk, inanç, Secret, düşünce gücü, iyilik, tohum, mohum; hepsi aynı. "Kalbin sesi" meselesi yani...Bilgisayarından son albümündeki şarkılarını dinledik; en çok da "Çoban"ı. Odasındaki Çoban tablosunu seyrettik, dolaptan soda içtik. Röportaj, röportaj olmaktan çıktı; zira yanındaki en yakın arkadaşı, benim de arkadaşım çıktı...Mandal'dan çıkıp, Gündoğan Otogarı'na kadar yürüdüm. Bu "pop kültür şarkıcısı ama bilge" adamla dost olmuştum. Kimbilir bir daha görür müydüm; ama görmesem de onun hayat denklemini çözmüş hali zihnimde iyice yer etti. Minibüsle Bodrum'a inene kadar aklımdan onun bir cümlesi geçiyordu hep: "Vardır bir nedeni!" Hayat" dediğimiz şey, koskoca bir tesadüfler zinciri. Bir karmaşık kurgu, bir matrix... Bu albüm sanki bir organik canlı gibi kendi kendine gelişen, kendi kendine var olan bir albüm oldu. 2002'de "Kop"u çıkardıktan sonra hem Türkiye'de hem de Avrupa'da iki cephede aynı anda yürümeye başladım. Ve albüm için biriken şarkılar oldu. Aslında iki tarafta birden yol almak çok zor bir şey; bir de orada buradaki konumumdan farklı, yeni başlayan, Türklerin çok da hoşgörü ile karşılanmadığı bir ortamda kendini ve müziğini kabul ettirmeye çalışan Mustafa Sandal olmak... Ve 2002-2007 arası beş senelik bir albüm boşluğu oldu hayatımda. "Devamı Var"la başlayalım mı? Bir sanatçının kalbinde ve zihninde albüm yapma fikri her zaman vardır ama ben ruhen hazır olmak istiyordum. Hem de zamanlama olarak Avrupa'dan bir nefes alıp Türkiye'ye dönüp evet şimdi burada bir albüm zamanıdır diyeceğim anı bekliyordum hayatımda. Onu da bu ocakta diyebildim. Stüdyoya girerken de dedim ki "Uzun zamandan beri Türk Pop müziğinde çok güzel şarkılar çıkmasına rağmen bir bütün albüm çıkmıyor." Eksikliğini hissettiğim şey buydu. Ve şimdi dinlediğim zaman bunu başardığımızı düşünüyorum. Artık bu yaşımda ve kariyerimin bu noktasında hayata ve olaylara objektif bir gözle bakabilecek duygusal yoğunlukta ve tecrübedeyim. Neden beklediniz 2007'ye kadar? Benim her albümümün içinde bir laf vardır, kalbinizle yaptığınız her şey size geri dönecektir diye. Bence evrenin temel kuralı da bu, ne ekersen onu biçersin gibi. Aslında sizde "İnişler çıkışlar olsa da ben kazanan adamım" havası var. Evet, bunu 1994'te ilk albümümün içine yazmıştım. 2007'de "Secret" diye bir kitapta bu anlatılıyor, o da ilginç. Evrene nasıl bir enerji yayarsan onu çağırıyorsun ve bu bir döngü. Ben albüm için toplandığımızda ve albüm bittiğinde şunu dedim: "Arkadaşlar bu albüm bir tane satar, bir milyon tane satar; bunu bilemem çünkü her ürünün kendi ticari kaderi de vardır. Sen ve yanındaki insanlar gerekenleri yaparsınız, kalbinizi koyarsıniz, sonra onun tanıtım için üstünüze düşenleri de yerine getirirsiniz. Ondan sonrası evrene kalmıştır." "Secret" yani? Benim felsefem şu: Olması gerekenler oluyor. Hak etmediğini düşündüğümüz bir kişi hayatında veya kariyerinde bir şeyler yaşıyorsa onun da yaşaması gerektiği içindir. Belki o da bu sınavdan geçmelidir. Dolayısıyla hak edilmemiş şeyler olduğuna inanmıyorum. Ama evrenin de her zaman aslında ilahi adalete yönelik davranmadığını biliyoruz. Bazen haksızlıklar oluyor. Hak etmeyenlerin de başardığı durumlar gibi... "Burayı gördüm, Cüneyt'i aradım: 'Otelimiz olacak!'" Yok, bu hobi. Benim işim müzik, söz yazmak, beste yapmak. Hayatı gözlemlemek ve hayatın içindeki nüanslardan anladığım ve algıladıklarımı özetlemek. Mandal'da 7 yaşından beri tanıdığım ve bana ailem kadar yakın olan Cüneyt Kurt var. Onun da işi işletmecilik ve zaten 30-35 senedir bu işin içinde. Onun kim olduğunu, bu işi nasıl yaptığını zaten konuşmamıza gerek yok. Geçen yaz bir botla geçerken inşaat halinde burayı gördüm. Bir-iki usta çalışıyordu, çıktım ve bu ortamı, atmosferi gördüm. Cüneyt'i aradım, "Otelimiz olacak" dedim. Kahkaha attı. "Ne oteli, nereden çıkardın şimdi?" dedi. "Ben şimdi bir yerdeyim ve buraya aşık oldum" dedim. Benim hem zevkimi hem bakış açımı iyi bilir, hemen atladı geldi. Daha şu tepeden inerken "Tamam, geçmiş olsun, yapıyoruz burayı" dedi. Şimdi "Mandal" var. Başka bir işiniz daha mı oldu yani? Bir akşam Cüneyt'le isim ne olsun diye düşünüyorduk. Dedim ki "Bir, basit olsun; iki, kesinlikle Türkçe olsun; üç, bir objeyle bağlantılı olsun." Albüm adı bulmaktan zormuş. Sonra bir akşam, Miami'deki Delano adlı otelin bir fotoğrafına bakıyorduk; bir örtüyü tellerden sarkıtarak mandalla tutturmuşlardı. "Ya Cüneyt görüyor musun adamı, ne kadar basit bir şekilde atmosfer yaratan bir şey yapmış. Bak mandalla tutturmuş" dedim. Bir anda patlamalar oldu beyinde. Çizgi filmlerdeki gibi. Ve o saniye Mandal doğdu. İsim nasıl kondu? Ocakta albüme girdim, Cüneyt Mandal'a girdi. Ben albümü çıkardım, o Mandal'ı bitirdi. İkisinin de tamamlanması aynı haftaya denk geldi. Bütün o aylar boyunca bir kere gelebildim. Şimdi bakıyorum, inanın bir otel müşterisi gibi geliyorum. Bir şeyler yiyorum, su kayağı yapıyorum, denize giriyorum. Sonra imza atıyorum, çekiliyorum köşeme. Öyle de olması lazım. Bir tek gözüme çok çarpan bir şey olursa onu Cüneyt'e söylerim. İnşaat sürecine dahil oldunuz mu? "Sıkıldığım için film çekmiyorum" Ben gömlek, kravat sevmiyorum hatta kravat çok komik geliyor bana. Buradan sarkan bir bez parçası... Ara ara mecburiyetten takmışlığım var; ama bir partide mesela biriyle konuşurken aklım hep orada oluyor. Niye boynumda bir bez parçası var? Sadomazoşist bir tarafı var bence, asılma duygusu gibi... Ben bir kot, şort ve tişört yaşamayı seviyorum. Reklamda gördüğünüz dedemin kıyafetleri de kendi kıyafetleri. Öyle geziyor. Giyim tarzınız da farklı. Dedem çok özel. 82 yaşında. Artık yatarken hep dua etmeye başladım "Allah'ım inşallah o kadar yaşarım ve onun yaşına geldiğimde onun enerjisinin en azından yarısına sahip olurum" diye. Dedeniz çok şeker. Yok canım, artısı var eksisi yok. O reklam filminde gördüğünüz gibi. Kendini oynuyor, ekstra yaptığı bir şey yok. Eşi de hâlâ hayatta. Hâlâ arada nasıl bir aşksa büyük bir kıskançlık var. Ona da hayret ediyorum. Dedem dönüp bir kadına baksa anneannem kıskanır. "Boşayacağım ben seni" diye kavgalar çıkarır. En son dört-beş yıl önce öyle bir olay oldu. "Ya anneanne deli misin, nereye gelmişsiniz ne boşanması" diye dil döktük. Hastalığı falan yok herhalde? Bu son reklam filmlerini çeviren Ömer Faruk Sorak ile konuşuyorduk geçen gün. Dedi ki "Senin oyunculuk yeteneğin gibisini nadiren görüyorum ve bugüne kadar film yapmamış olmanı anlayamıyorum." "Sıkıldığım için yapmadım" dedim. Ben reklam filminde bile sıkılıyorum. Uzun uzun ışık hazırlanıyor, 20 saniyelik bir sahne oynuyoruz, "cut" diyor, sonra bir saat daha bekliyoruz. Bunu bir adam iki ay nasıl yaşar? Sinemacılara zaten saygı duyardım ama şimdi artık cennetlik olduklarını düşünüyorum. O nasıl bir sabırdır? Ama Ömer bana "Ne olur iki ay canın sıkılsın ama dedeyle olan bu duyguyu bir filme yansıtmak zorundayız. Bunu yapmazsak günah işleriz" dedi. Onun için sanırım katlanacağım. O reklam filminden sonra oyunculuk teklifleri de gelmiştir... "Bir yıl ayrı kaldık, iyi geldi" Beni tanıdığın kadarıyla söyle, hayata agresif yaklaşan bir tavrım var mı? İnsanlardan isteyebileceğim ve bekleyeceğim tek şey bir saygı olabilir. Zaten ne basına başkasına karşı agresif tavrı olan, züppe, şımarık bir insan hiçbir zaman olmadım. Geçen hafta biz burada iskelede güneşlenirken fotoğraflar çektiler. Ben de "Söyleyin arkadaşlara lütfen iskeleden çekim yapmasınlar, eğer bir talepleri varsa birebir bildirsinler ben gider onları mutlu ederim ama burada insanlar var ve rahatsız olabilirler" dedim. Bir de burası Türkbükü değil ve hatta oradan kaçanlar, rahatsız olanlar, kafası orayı kaldıramayanların geldiği bir yer. Huzurlu bir yer. Sevgilinizle olan şeyler; yani fotoğraf çekiliyor ya da çekilmiyor, nedir onlar? Biz bir seneye yakın bir ayrılık yaşadık ve o da bize iyi geldi. Emina ben tanıdığımda 22 yaşındaydı, şimdi 25 yaşında. 12 yaş var aramızda! Yaş farkı gözükmese de, diyalog olarak, hayata bakış olarak bir boşluk var orada. Ve ilişkimizin ilk iki senesinde ben psikolojik olarak biraz yoruldum çünkü daha yol gösterici taraftım. Hele ki ben ilişki açısından da Emina'dan daha tecrübeliyim, o ilişkiyi taşımaktan yoruldum. "Taşıma" da ortak olmalı bir yerde... Sonra bir sene ayrılık yaşadık ve iyi geldi; en azından onun düşünme ve değerlendirme açısından bir zamanı oldu. Keza benim de öyle. Ama aramızda öyle bir evrensel bağ var. Zaten o yüzden bırakamadım, herhalde bizi birbirimize bağlayan, bizden daha güçlü bir bağ var. O da öyle diyor. Sizi yine sık sık bir arada görmeye başladık.