Cumartesi “Oyunculuğun o dalga geçilen halini gördüm”

“Oyunculuğun o dalga geçilen halini gördüm”

31.05.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Derya Durmaz küçük bir Ermeni kızın çikolata almak için Türkiye’ye gelme macerasını anlatan kısa filmi “Ziazan” ile Cannes’da ödül aldı. Durmaz ile yönetmenlik deneyimini konuştuk

“Oyunculuğun o dalga geçilen halini gördüm”

Geçtiğimiz hafta Cannes’dan gelen Altın Palmiye ödülü zor zamanlar geçirdiğimiz, “Yahu hiç mi iyi
bir şey olmuyor bu ülkede?” diye üzüldüğümüz günlerde ilaç gibi geldi. Cannes’dan gelen tek iyi haber de
bu değil üstelik. Cannes’daki yan yarışmalardan biri olan Diversity in Cannes Kısa Film Yarışması’nda Derya Durmaz’ın filmi “Ziazan”
Jüri Ödülü ve İzleyici Ödülü’nü aldı.
Durmaz’ı biz oyuncu olarak tanıyoruz aslında, şu sıralar da “Bugünün Saraylısı” dizisinde izliyoruz. Senaryosunu da kaleme aldığı ilk yönetmenlik denemesi
ise ödüle boğulmuş durumda. Cannes’dan önce SEE a Paris Güney Doğu Avrupa Sineması Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ve Atıf Yılmaz Kısa Film Yarışması’ndan Birincilik Ödülü aldı. Şimdi de Irak’taki Erbil Uluslararası Film Festivali ile devam ediyor yolculuğuna. Sonra da Almanya’daki Mo & Friese Uluslararası Hamburg Çocuk Kısa Filmleri Festivali, Ankara Uluslararası Film Festivali, Portekiz’deki Festroia Uluslararası Film Festivali ve Tokyo Kinder Festivali’nde yarışacak.

Biz sizi oyuncu olarak tanıdık. Şimdi yönetmenliğini yaptığınız bir filmle Cannes’da ödül aldınız. Nasıl oldu yönetmenlik?

Bir filmde rol aldığımda onunla ilgili röportaj yapılırken o soru dönüp dolaşıp gelirdi hep: “Peki siz kendi filminizi yapmayı düşünür müsünüz?”

Haberin Devamı

Bayılırız biz o soruyu sormaya...

Açıkçası o zaman bana çok anlamsız geliyordu. Oyunculuk bir adım, ondan sonraki adım da yönetmenlik gibi bir şey değil aslında. Ben de bu soruya “Hiç öyle bir niyetim yok” diye cevap veriyordum. Ama hayatta bir şeyler birikmiş ve belli bir olgunluğa erişmişse galiba
o kendiliğinden dışarı çıkacak yolu buluyor. Benim de planladığım bir şey değildi kesinlikle. Ama son
iki yıldır küçük senaryolar yazmaya başlamıştım. Bir şekilde bu filmin olması gerekiyormuş. Her şey denk geldi ve başlangıcı yapmış olduk.

Neden bu filmle başlamayı tercih ettiniz?

Şöyle çok güzel bir tesadüf oldu. Filmimin senaryosu küçük bir Ermeni kızın Ermenistan’da geçen hikayesi üzerine kurulu. Bu öyküyü karalamaya başladığım sıralarda Ermenistan-Türkiye Sinema Platformu’nun iki ülkeden sinemacıların ortak üretimlerini destekleyen bir atölye çalışmasının çağrısına rastladım. Başvurdum, projem kabul edildi. Bir projeyi seçip para ödülü veriyorlardı. O da benimki oldu. Böylece finansal kaynak ortaya çıktı. Sonra Kültür Bakanlığı’ndan da bir kaynak aldık. Filmin ihtiyaçları kendiliğinden ortaya çıkmış oldu.

Haberin Devamı

Filmin fikri nasıl geldi aklınıza? Ermenistan-Türkiye meselesine ilginiz var mıydı?

Ben oyunculuk eğitimi dışında insan hakları konusunda mastır yaptım. Sivil toplum kuruluşlarıyla da göçmenlik, insan hakları, mültecilerle ilgili meselelerde çalıştım. Zaten hayatta kendime dert edindiğim şeyler bunlar; hiçbir grubun diğerini ötekileştirmemesi, birlikte var olmak, birbirimize saygılı olarak yaşamayı becerebilmek... Durum böyleyken bir gün bir habere rastladım. Ermenistan ve Türkiye arasındaki bavul ticaretinin durma noktasına gelmesiyle ilgiliydi. İki ülke arasındaki sınır kapalı olduğu için bavul ticareti Gürcistan üzerinden 36 saat süren bir yolculukla yapılıyor. Kargo şirketleri yüzde 100 zam yapınca hayat durmuş bir şekilde. Bu bana çok ironik gelmişti. Sözde birbirine “Biz sizi yok sayıyoruz” diyen iki taraf var ama aslında bu kadar iç içe geçmiş.

Haberin Devamı

“Türkiye, sınırın öteki tarafında güzel bir ülke”

Filmdeki küçük oyuncu da çok başarılı. Nereden buldunuz onu?

Ermenistan’da yapım ortağımız olan arkadaşlarımızla anaokullarını gezdik. Başroldeki Emmy’yi, küçük yıldızımı da bir anaokulunda buldum. Bana kendini gösterdi ve seçtirdi. İnanılmaz bir enerjisi var. Dört yaşında olması bir yana, aynı dili bile konuşmuyoruz. Ağzımdan çıkanları anlamıyordu ama sezgileri çok kuvvetli bir çocuk.

Ermenistan’da çekimler yapılırken nasıl tepkiler aldınız? Türkiye’den gelip film çektiğinizi öğrenenler ne dedi?

İki ülke arasında ilişki yok ama aslında Ermenistan’dan Türkiye’ye gelen, burada çalışan birçok kişi var. Bizim için orası bir muamma, bilinmeyen, maalesef egzotik hatta tehlikeli algılanan bir yerken, onlar için Türkiye sınırın öteki tarafındaki çok güzel bir ülke. Dolayısıyla ben herhangi bir kötü davranış ya da yadırgama yaşamadım.

“Sabah akşam bir galada gibisiniz”

Cannes’dan ödüller aldınız. Nasıl bir his?

Ana program değildi, yan yarışmadaydı. Bir gün ana programa çağırsalar beni çok mutlu olurum tabii ama bir tarafıyla böyle bir yarışmada olmak filmin kendi macerası ve ruhuyla çok doğru orantılı geldi. Çünkü Diversity in Cannes’da amaç Cannes Film Festivali sırasında farklılıkları, çeşitliliği vurgulayan ama ana yarışmada yer almamış filmleri bulup ön plana çıkarma. Din, dil, ırk, cinsiyet... Her anlamda çeşitliliğe vurgu yapmak isteyen
bir yarışma. Filmin böyle bir platformda ortaya çıkması çok hoş oldu. Cannes’da olması daha da bir hoş oldu tabii. İnanılmaz bir ortam, bütün dünya sinema sektörünün bir araya geldiği küçük bir sinema köyü haline dönüşüyor Cannes festival sırasında. Sabah akşam bir galada gibisiniz. Sabah kahvaltısından sonra kahvenizi içerken önünüzden smokini ve tuvaletiyle insanlar geçiyor.

Haberin Devamı

“Oyuncuyken yönetmene karışmam”

Yönetmenlik yapmak oyunculuğunuzda bir etki bıraktı mı?

Umarım olumlu bir etki bırakır.
Bir oyuncu yönetmenlikten sonra tekrar oyunculuk yaptığında işin yönetmenlik kısmına karışmak, oralara kafa yormak gibi şeyler asla yapmamalı. Zaten oyuncu olarak kamera önünde kamera arkasına kafa yormaya başlarsanız o anda yaptığınız şeyin performansından çalarsınız. Biz oyuncuları hep biraz tatlı tatlı eleştirirler ya egosu olması, kendiyle ilgilenmesi konusunda.
Bu doğal bir sonuç aslında; kameranın önündesiniz, izleniyorsunuz... Biz de çekimlerde şöyle komik bir şey yaşadık; amcayı oynayan oyuncumla çok basit bir plan çekiyorduk; “amca bavulla merdivenden iner ve kaybolur”. Çekimi yapmaya başladık, amca bavulla geldi, tam kameranın olduğu yerde durdu. Bavulu
yere koydu, kolunu kaldırdı, saatine baktı, senaryoda olmadığı halde kameranın önünde zaman geçirdi. Oyunculuğun o dalga geçtiğimiz hali bu işte. Bayağı gülmüştük.