Cumartesi "Resmi AIDS rakamları buzdağının görünen yüzü"

"Resmi AIDS rakamları buzdağının görünen yüzü"

02.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye'deki AIDS vakaları hiçbir zaman korkutucu bir sayıya ulaşmadı. Ya da belki de biz hepsini bilmiyoruz. BM Genel Sekreteri'nin danışmanı Nafis Sadık "Resmi rakamlar buzdağının görünen kısmı. Üstelik onlarda bile yüzde 75'lik artış var" diyor

Resmi AIDS rakamları  buzdağının görünen yüzü

Medeniyetler İttifakı toplantısı için Türkiye'ye gelen ve bu çerçevede Ankara'da temaslarda bulunan Sadık, konuyla ilgili sorularımızı yanıtladı. BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın AIDS konusundaki başdanışmanı Nafis Sadık, Türkiye'de HIV virüsü kapanların sayısında belirsizlik olduğunu söylüyor. Ona göre Türkiye'deki AIDS vakalarının sayısı büyük olasılıkla resmi rakamların çok üzerinde. Kanımca eldeki veriler belirsiz. Bu sadece Türkiye için geçerli değil tabii. Ancak burada bu konuda yeterli sayıda danışma ve tahlil merkezinin olduğunu sanmıyorum. Buna rağmen resmi rakamlarda AIDS vakalarında yüzde 75 oranında bir artış görülüyor. Bu bile Türkiye'de bir şeylerin olduğunu gösteriyor. Eldeki verilere bakarak Türkiye'deki AIDS tehdidi konusunda ne diyebilirsiniz? Çoğu ülkede resmi rakamlar sadece buzdağının su üstündeki kısmını yansıtıyor. Kurum olarak biz bazı tahmin yöntemleri oluşturduk. Bunlar sayesinde gerçek görüntüyü anlamaya çalışıyoruz. Bu arada, danışma ve tahlil merkezleri arttıkça resmi rakamların da arttığını görüyoruz çünkü AIDS'e neden olan HIV virüsünü kapan kişiler bunlar sayesinde daha büyük bir cesaretle ortaya çıkıyor. Aynı şekilde, toplumda bu konuda var olan tabularla başa çıkmaya başladığınızda da bu rakamın arttığını görüyorsunuz. Toplum tarafından reddedilmeyeceğini bilen daha çok insan virüsü kaptığını itiraf etme cesaretine kavuşuyor böylece. Kısacası, resmi rakamlar kendi içinde doğru olabilir ama gerçek görüntüyü de vermeyebilir. Yani durum yansıtıldığından daha mı kötü? "Buradaki en iyi görüşmemi Ali Bardakoğlu ile yaptım" Hayır, sanmıyorum. Buna karşın bu konunun Türkiye'de hak ettiği ilgiyi gördüğünü de düşünmüyorum çünkü şu anda bir salgın görünmüyor. Benim de açıklamaya çalıştığım husus tam bu noktada devreye giriyor. Sağlam biçimde önleyici programlar geliştirebilirseniz, bu sizi olası bir salgınla başa çıkabilme açısından daha sağlam bir zemine oturtuyor.Aslında Türkiye'de bu konuda bir ulusal komisyon var. Üyeleri de tüm uluslararası toplantılara katılıp bunlardan yansıyan önerileri yerine getirmeye çalışıyor. Ancak bu etkinliklerin büyük bölümü "proje faaliyetleri" dediğimiz girişimlerdir. Oysa ihtiyaç duyulan şey "program faaliyetleri", yani somut ve uygulanan girişimler.Ayrıca, yüksek risk gruplarından daha sağlam verilerin toplanmasına ihtiyaç var. Çünkü en yüksek risk grubundaki durumu doğru dürüst bilmiyorsanız, bu sorundan yansıyan tehdidi doğru algılamanız mümkün olmaz. Buradaki muhataplarınız sorunu küçümseme eğiliminde miydi? Burası her şeyden önce uluslararası uyuşturucu hattı üzerinde olan bir ülke. Aynı şekilde uluslararası fuhuş çetelerinin kullandığı bir yol. Ayrıca, Türkiye'nin kendi uyuşturucu problemi var. Fuhuş ve eşcinsellik de var. Kanunlar bazılarına izin verse bile bunlar genelde toplumun reddettiği şeyler. Bir de, sizde kayıtsız seks işçilerinin sayısı bilinmiyor. Onun için tehdidin boyutu da tam olarak bilinmiyor. Sözünü ettiğiniz bu riskli gruba Türkiye'de kimler giriyor? Global rakamlar şu anda bir salgına işaret etmese de Türkiye'de risk altında olan gruplar var. Bu arada bu konuda gençliğe özel bir ilgi göstermek lazım. Oysa veliler okullarda çocuklarına cinsellik dersi verilmesinden rahatsız oluyor. Bazıları da bu tür eğitimin AIDS riskini artırdığını iddia ediyor. Ancak rakamlar bunu doğrulamıyor. Sağlam bir cinsel eğitimden geçen gençlerin daha sorumlu davranıp ilk cinsel deneyimlerini ertelediklerini ortaya koyuyor. Türkiye'nin yüksek risk grubunda bir ülke olduğunu çıkarıyorum bu sözlerinizden. En iyi görüşmeyi kendisiyle yaptım. Çok açıktı bu konuda. İnsanlara duyduğu sevgiden etkilendim. Dinin toplumun iyiliği için yapıcı bir güç olarak kullanılması gereğinin tümüyle farkında. Bir sorunun olduğunu kabul ederek halkın bu konuda eğitilmesi gerektiğini belirtti. Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu ile görüştünüz buradayken. Kendisini bu konuda yeterince açık buldunuz mu? "Başbakan veya cumhurbaşkanı bir AIDS hastasıyla el sıkışırsa mücadeleye yararlı olur" Türkiye bize göre ilerici ve modern fikirlere açık olan bir ülke. Onun için bu tür bir modeli geliştirebilirsek bunun Müslüman ülkeler açısından çok önemli bir model olabileceğine inanıyorum. Bir şeyin de altını çizmek istiyorum. Sizden üst düzey biri, başbakan veya cumhurbaşkanı, bir AIDS hastasıyla el sıkışabilse ve bu medya yoluyla kamuoyuna yansıtılabilse bunun bu mücadeleye çok büyük katkısı olacak. Bunun yararını daha önce Çin, Hindistan ve Pakistan'da gördük. Türkiye, AIDS ile mücadele açısında İslam dünyası için bir model oluşturabilir mi? "İslamiyette töre cinayeti diye bir şey yok" Diyanet İşleri başkanınızla bu konuyu da görüştük. Bunu gündemlerinin ön sıralarına oturtmuşlar. Tüm İslam ülkeleri bu sorunla boğuşuyor. Tabii aynı olgu Müslüman olmayan ülkelerde de görülüyor. Ama bizim konumuz Müslüman ülkeler. Ülkem Pakistan'da bu konuda yasalar çıktı. Ancak bu yasalar tam uygulanmıyor. Hakimler birçok kez suçludan yana karar alıyor. Şunun iyi bilinmesi lazım, İslamiyette töre cinayeti diye bir şey yok. Hatta bu iğrenç ve aşağılık olgunun hiçbir şeyle alakası yok. Soru "Bunun geçerli olduğu kültürlerde zihinleri nasıl değiştiririz?" sorusudur. İlk aşama elbette doğru yasaları çıkarmak. İkinci aşama bu yasaları uygulayacak olanları eğitmek. Üçüncü aşama ise bu cinayetlerin önüne geçilmesini sağlayacak eğitim programları başlatmak. Sizin aynı zamanda bir kadın hakları savaşçısı olduğunuz biliniyor. Töre cinayetleri konusunda ne diyorsunuz? Evet, doğru bir yaklaşım çünkü o anne ve baba o cinayetten eşit derecede sorumludur. Bu yol izlenebilse çok caydırıcı olur. Danimarka'da bir töre cinayeti sonrasında en çok cezayı tetikçi oğul değil, onu azmettiren anne ve baba aldı. Bu sizce doğru bir yaklaşım mı?