Cumartesi “Şimdi sıra oyunculukta”

“Şimdi sıra oyunculukta”

13.01.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

“Deliha 2” filmiyle beyazperdede olan Aksel Bonfil’i yazdığı romantik komedi ve gençlik dizilerinden tanıyoruz. Bir yandan yönetmenlik de yapan Bonfil “Şu an sıranın oyunculuğa geldiğini düşünüyorum, oyunculukla kendimi ifade etmek istiyorum. Zaten hepsi birbirini besliyor” diyor

“Şimdi sıra oyunculukta”

Severek izlenen “Güneşi Beklerken” ya da “Kiraz Mevsimi” gibi dizilerle aslında seyircinin hayatına dokunmuş bir isim Aksel Bonfil. Ama oyuncu kimliğiyle, dün vizyona giren “Deliha 2” filmiyle farklı bir yanını paylaşıyor seyirciyle. Hakan Bonomo ile birlikte yazdıkları romantik komedi ve gençlik dizileriyle başarılı bir senaristlik kariyeri olan Bonfil, “Deliha 2”de Gupse Özay’ın canlandırdığı Zeliha’nın patronu Can rolüyle karşımızda. Bir yandan yönetmenlik de yapan oyuncunun adını yakında daha da sık duyacağız gibi duruyor.

Haberin Devamı

- Oyunculuk nasıl girdi hayatınıza?

İzmirliyim, anne babamın da ilgisi olduğu için bahar-yaz aylarında açıkhavaya gelen tiyatrolara götürürlerdi beni hep. Oradan sahne sanatlarına bir merak başladı bende. Okulda da tiyatro kulübüne yazdırdı annem. “Vatan Kurtaran Şaban”da Şaban rolünü ya ben oynayacaktım ya da Murat diye bir arkadaşım... Hoca karar veremeyip yazı tura attı ve ben kazandım. Öyle başladı maceram. Belki diğeri gelseydi, o heyecanı tadamayıp başka yöne doğru gidecektim. Lise sonuna doğru da sinema merakım başladı. Küçük küçük bir şeyler yazıyordum, babamın kamerasıyla yazdıklarımı çekiyordum. İşim mutfağını öğrenmek için sinema televizyon okudum. Sonrasında da BKM’ye girdim. Üniversitenin sonlarına doğru artık karar vermiştim dizi, film yazacağım diye.

Haberin Devamı

- “Deliha 2” nasıl gelişti peki?

Oyunculuğun üstüne gitmemiştim, bırakmıştım ben. Evde yazıyordum tatlı tatlı, hiç beklemediğim bir anda telefon çaldı. Böyle bir deneme çekimiyle ilgilenir misin dediklerinde “Gerçekten emin misiniz benimle çalışmak istediğinize?” dedim. (gülüyor) BKM zaten evim gibi, Gupse’yi (Özay) de tanıdığım için gittim. Ama güzel geçti, hoşuma da gitti yıllar sonra yeniden bir karaktere hazırlanmak.

- Nasıl bir film çıktı ortaya sizce?

Hepimiz bayıldık izlediğimizde. Çok acımasızca eleştiri yapan arkadaşlarım bile çok duygulandıklarını, güldüklerini, samimi, sıcak bir film olduğunu söylediler. Unuttuğumuz yardımlaşma, hep birlikte bir şey yapma, dayanışma gibi kavramları bize hatırlatan bir film.

- Filmin kariyeriniz için bir dönüm noktası olacağını düşünüyor musunuz?

“Şimdi hayatım değişecek” gibi düşünmüyorum ama çevremdekilerin söylediği o yönde. Artık yeni bir yola girdiğim, büyük şeylerin olabileceği… Bende de tatlı bir heyecan var, güzel bir maceranın içindeyim ama sonucunu düşünmeden tadını çıkarmaya çalışıyorum.

“Nihai hedefim yazdıklarımı yönetmek”

- “Yeni Barış Arduç” diye tanımlamalar yapıyorlar sizin için...

Yeni Aksel Bonfil daha tatlı geliyor tabii onun yerine. Ama karşılaştırıldığım kişi çok başarılı, iyi bir insan, tanıyorum da. Öyle bir kariyerim olacaksa, o kadar sevileceksem ben de ne mutlu tabii.

Haberin Devamı

- “Güneşi Beklerken”, “Kiraz Mevsimi”, “Adı Mutluluk” gibi sevilen dizilerin senaristlerindensiniz.

Üniversiteden mezun olduğum gibi “Güneşi Beklerken”de asistanlığa başladım. Gökhan Horzum’un yanında çok güzel bir sene geçirdim, dizi yazmayı öğrendim. Sonrasında Hakan Bonomo ile birlikte “Kiraz Mevsimi”ni yazmaya başladık, sonra Pınar diye bir arkadaşımız da katıldı aramıza. Ve çok büyük bir iş oldu, çok sevildi. Biz de çok gençtik, ilk işimizdi. Belki onun da verdiği amatör heyecanla çok severek yazdık. Sonrasında da devamı geldi.

- Yazarken “ne tutar?” gibi bir matematiği dikkate alıyor musunuz?

Benim içimde hep kavga ettiğim bir mesele o. Çünkü “Bunu kim izleyecek, hedef kitlesi kim?” diye düşündüğünde kalem başka bir yere gidiyor. “Çok zekice mi oldu?”ya bile bazen “Basite indirgememiz lazım” diyebiliyorsun. Çünkü seyircinin takip mekanizması dağılabilir. Mutfağa gidip gelecek, eşine bir şey söyleyecek… Böyle çok keskin hareketler yapmamak lazım dizide. Filmde de başka formüller var. Bu sorular girdiği zaman benim canım sıkılıyor açıkçası. Daha özgürce, kendi gönlümden geçtiği şekilde yazmak isterim, en iyi de öyle yazarım gibi geliyor. Ama orta noktasını bulmaya çalışıyorum. Ne kendimden fazla ödün veriyorum, ne de seyirciyi hiçe sayıyorum.

Haberin Devamı

- Şu an oyunculuk daha mı ön planda sizin için?

Şu an sıranın oyunculuğa geldiğini düşünüyorum, oradan beslenmek istiyorum biraz. Oyunculukla kendimi ifade etmek istiyorum. Ama hepsi birbirini besleyen şeyler. Talepler geliyor yazmam için ama o dizilerde ben oynamak istiyorum, onlara bunu söylüyorum. “Ben yazmayayım da oynayayım” diyorum. (gülüyor)

- Peki yazdığınız bir proje var mı?

Şimdi uzun metraj bir sinema filmi yazıyorum. Hem komedisi hem küçük tatlı dramaları olan bir “iyi hisset” filmi.

- Yönetmenlik çalışmalarınız da var. Ödüllü kısa filmleriniz, “No Name” isimli bir tiyatro oyunu…

Nihai hedef kendi yazdıklarımı yönetmek olur gibi geliyor bana. Tiyatroyu çok seviyorum ve tiyatro yönetmenliği de yapıyorum. 20-21 yaşındaydım, Süheyl ve Behzat Uygur’a “Hasta Etme Adamı” diye bir oyun yazdım ve yönettim. Ve hâlâ oynuyorlar oyunu. Kaç sene olmuş… İlk deneyimimdi ve hâlâ oynamaları beni çok mutlu ediyor.

Haberin Devamı

“Kadın karakter yazmayı seviyorum”

“Şimdi sıra oyunculukta”

-Bir erkek olarak kadın karakter yazmak zor mu?

Ekipte diyalogları yazan, karakteri konuşturan kişi olduğum için çekiniyordum başta. Korkuyordum kadın yazabilir miyim acaba diye. Yaza yaza tecrübe ettim, çok da gözlemledim. Kadınlar bu duyguları daha güzel yaşıyor ve onları yazmak çok daha keyifliymiş. Kadın yazmayı çok seviyorum. Daha zekice şeyler yapma fırsatım oluyor, duyguları daha güzel işleyebiliyorum.

- Işıklar altında olmak nasıl bir hismiş?

Hissiyatım tatlı bir heyecan, bir tatlı gerginlik de var tabii. Merak da var… Bu süreci yaşamak güzelmiş. Büyük beklentilerim yok, beklenti çok büyük düşmanı insanın. Kıyasa girmiyorum, kendim gibi olmaya çalışacağım.