Cumartesi Tarihi harabe sergi mekanı oldu

Tarihi harabe sergi mekanı oldu

28.05.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

Galata’da 1800’lerden kalma, daha önce demir ve sabun üretilen, bir dönem oto yıkamacıların kullandığı bir binada şimdi üç sanatçının açtığı sergi var

Tarihi harabe sergi mekanı oldu

Galata Kulesi’nin tam karşısındaki Hacı Ali Sokak’tan ilerliyoruz. Karşımıza çıkan demir kapıdan içeri girdiğimiz anda bambaşka bir yerdeyiz sanki. Sadece dört duvarı ayakta bir yapı. Tavan yerine masmavi bir gökyüzü... Yıllar öncesinin izlerini taşıyan taş duvarlar... Avluda Matisse’in “Dance I” adlı tablosundaki figürleri çağrıştıran heykeller; beş kişi el ele dans ediyor. Sağ taraftaki küçük odada bir anne, eteğine tutuşmuş bebeği, kızı ve oğluyla birlikte... Odanın altındaki karanlık bölümdeki videoda çıplak bir kadın Bilge Karasu’nun “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı” hikayesinden bir bölümü okuyor; bir yandan duvarlara tilki figürleri çizerek...
Anlatmaya çalıştığımız tüm bu eserler ve daha pek çoğu, üç sanatçıya ait: Eti Behar, Necla Köse ve Leyla Okan. Bu üç sanatçı, geçmişi 1800’lere kadar uzanan binaya sanatla hayat veriyor. Eti Behar sayesinde ortaya çıkmış bu sergi. Çünkü yıllardır bu binada bir sergi gerçekleştirebilmenin hayalini kurmuş. Sonunda tesadüfler sonunda bu hayalini
20 yıllık dostları Necla Köse ve Leyla Okan’la birlikte gerçekleştirebilmiş. 5 Haziran’a kadar izlenebilecek olan sergide hem heykelleri hem de tuvalleri yer alan Behar, binanın tarihini anlatıyor: “1800’lerde Cenevizli bir İtalyan ailesi Osmanlı’ya göç ediyor ve bu mekanı inşa ettiriyor. Burayı soğuk demir imalathanesi yapıyorlar. Sonra binayı bir sabun firmasına kiralıyorlar. Ardından bir dönem Yahudi cemaatinin adak yeri olarak kullanılıyor. Oto yıkama yeri olarak kullanıldıktan sonra ise kısa bir dönem de Alman bir dekoratör kullanıyor mekanı. Yaklaşık dört-beş yıldır da boştu. Ben bu binayı daha önce görmüştüm ve zihnime kazınmıştı. Eşime de buranın nasıl ilham verici bir mekan olduğunu anlatıyordum. Tesadüfen bir gün yakın arkadaş sohbetimde eşim buradan bahsetmiş. Masada mekanın sahibi de varmış. Hiçbir şart koymadan hemen kabul etti burada sergi yapma isteğimizi.”

“Binanın bir parçası olduk”
Leyla Okan binanın geçmişine bir iz bıraktıklarını düşünüyor: “Biz de binanın parçası oluyoruz. İçinden sanatı geçirmiş olduk. Zaten üçümüz de katman katman yaşanmış mekanları seviyoruz.”
Mekan da sergi de çok etkileyici. Üç sanatçı işlerini ayrı ayrı üretmiş olsalar da eserler ortak bir dil kurabiliyor.
Leyla Okan’ın küçük odaya yerleştirdiği ve elektrik kablolarından
tığ ile dokuyarak yaptığı heykelleri çarpıcı. Odanın içine hapsolmuş ailenin küçük kızı camdan dışarıyı izliyor. Anne ise eteğinden çekiştiren bebeğiyle umutsuzca bekliyor pencerenin kenarında... Okan hayatlarımızın hep tek bir odada oluştuğunu söylüyor:
“Her şey o tek odanın içinde olur, bizi biz yapan bir sürü durum o tek odanın içinde gerçekleşir. Bu durum beni heyecanlandırdı. Bir de bu odanın merdiveni yani girişi yok; bu da tutsaklığı çağrıştırdı. Sonuçta bu aile ortaya çıktı.”

Haberin Devamı

Çıplak bedeni reçineli bant ile sardı;
Eti Behar’ın dans eden beş figürden oluşan heykelinin yapım hikayesi ilginç. Dans eden her bir figürde model olarak serginin bir diğer sanatçısı Necla Köse ile çalışmış. Behar, Köse’nin çıplak bedenini Amerikan alçı denilen reçineli bant ile sararak, onun kalıbını çıkarmış. Fakat bu kadar basit değil işin aslı... Eti Behar’dan dinleyelim: “Kullandığım bu malzeme ortopedik bir malzeme ve doğrudan bedene uygulanması sakıncalı. Ortopedide de kullanılırken altına pamuk destekler konuluyor. Çünkü tende ciddi alerji oluşturuyor. Necla ile daha önce de böyle bir çalışma yapmıştım. Onunla özellikle çalışmak istedim çünkü güçlü bir bedeni var sürekli spor yaptığı için. Bedeni beş kez sarmak için, o kişinin çok dayanıklı ve bir o kadar da istekli olması lazım. Öte yandan Necla her bir heykelde farklı şekilde duruyor. Bu da oldukça zorlayıcı. Necla’nın bedenine önce bir taban oluşturmak için yoğun vazelin sürdüm. Sonra malzemeyi hızla sardım çünkü anında donan bir malzeme. Bir ruloyu iki-üç dakikada sarıp bitirmeniz lazım.”

Elektrik kablosuyla yapılan 2,5 metrelik elbise
Elektrik kablosuyla yapılan 2,5 metrelik elbis Leyla Okan’ın “örümcek hanımın dantelleri” dediği çalışmalarından biri de kırmızı görkemli bir elbise (üstte). Okan yapının bir diğer duvarına yerleştirdiği 2,5 metre boyundaki elbiseyi şöyle anlatıyor: “Binaya girdiğimde bir şiiri hatırladım: ‘Ölü bir kentin meydanında kırmızı ayakkabılarımı bağlıyorum, onlar bana ait değiller, annemin.’ Duvara içinde bedenin olmadığı bir giysi tasarlamak istedim. Kırmızı ayakkabılar da aslında bize genetik olarak veya kadın olma haliyle geçmişimizden taşıdığımız yaratıcı olma halimizi ifade ediyor.”

Çıkrıkta 20 metrelik bir resim
Serginin tek videosu Necla Köse’ye ait. Sanatçı 13-14 yıldır üzerinde düşündüğü bir hikaye olan Bilge Karasu’nun “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”nı binanın altında yer alan mahzende gerçekleştirmiş. “İnançlar ve inançların değişimi, sınırlarımız sorgulanıyor bu hikayede. Dünyada hâlâ her şey, bütün çatışmalar inançlar üzerinden yürüyor. Benim dileğim bu videoyu izledikten sonra insanların alıp bu kitabı okumaları” diyor Necla Köse. Sanatçının tuval çalışmalarından bir kısmı 1995-1997 yılları arasına ait. Bizans ve Selçuklu sanatıyla haşır neşir olduğu dönemde yaptığı tuvalleri bunlar. Yakın tarihli “Bahçede” isimli işlerinde ise minyatür sanatına göndermelerde bulunuyor. Enstalasyon da olarak görebileceğimiz bir diğer resmini ise Köse şöyle anlatıyor. “Bir süredir 20 metre uzunluğunda şeffaf kağıtlara suluboyayla resimler yapıyorum. Burada da 20 metre uzunluğunda bir resmim var; çıkrığa sardım ben onu. İnsanlar makarayı çevirdikçe basit bir film makinesi gibi resmi görebiliyorlar. Bu resmimde de yolda yalnız başına yürüyen ama her şey tarafından gözlenen bir karakteri anlatıyorum.”