Cumartesi Teoman mı? Ruhi Bey mi?

Teoman mı? Ruhi Bey mi?

22.12.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Teoman yeni albümü "Gönülçelen"i anlattı. Ruhi Bey kim? Peki ya 8 yaşında nostalji yapan çocuk? Kim "Teoman Bey, içinizdeki boşluk bir türlü dolmuyor" dedi?

Teoman mı Ruhi Bey mi

Teoman mı? Ruhi Bey mi?

Teoman yeni albümü "Gönülçelen"i anlattı. Ruhi Bey kim? Peki ya 8 yaşında nostalji yapan çocuk? Kim "Teoman Bey, içinizdeki boşluk bir türlü dolmuyor" dedi?

Mefaret Aktaş

Teoman adını, en sevdiği kitap olan Salinger’ın "Gönülçelen"inden aldığı yeni albümünde hem söz yazma yeteneğini hem de müziğini geliştirdi. Okuduğu şarkı, senaryo ve roman yazma tekniklerini anlatan kitapların etkisiyle çok daha profesyonel bir yazar olmuş artık. Babasının Giresun’daki lakabı olan Ruhi adında bir karakter yaratmış sonunda. "Zamparanın Ölümü 2öde ölen de Ruhi, "İstasyon İstasyonları"nda daha 8 yaşında olduğu halde geçmişi nostaljiyle hatırlayan da, ölümden çok korkan da Ruhi... Ya da Teoman... Ya da Ruhi?
Müziğe gelince, bu kez kayıtları İngiltere’de Park Gate adında Nazareth’in, Suede’in, The Cure’ün ve Blur’ün kayıt yaptığı bir stüdyoda canlı kaydetmiş albümü. Oturma odasının ortasında kocaman bir yatak olan evinde yaptığımız röportaj sırasında ilk kez dinlediğim şarkıları, benim yerime onun anlatması çok daha hayırlı ve faydalı olacaktır diye her şarkının hikayesini tek tek ona anlattırdım.

Anlıyorsun Değil mi? (Barış Manço) / Sevdim Seni Bir Kere (Özdemir Erdoğan):
Bu iki şarkıyı çocukluğumdan beri çok seviyorum. Daha Özdemir Erdoğan’a da Lale Manço’ya da dinletmedim. Onların asıl eve gidip dinlemelerindense, sokakta geçerken duymalarını tercih ederim, sevinirim.

İstanbul’da Sonbahar:
Bu bir on dakikanın öyküsü aslında... İstanbul’u ne kadar çok sevdiğini anlatıyor, sonra mevsim rüzgarlarından çocukluğunu hatırlıyor. İstanbul geliyor aklına, sonra sevgilisi mi, arkadaşı mı belli değil, onu hatırlıyor. Onun orada olmasını istiyor. Yani "Wish You Were Here" parçası.

Her şey ölümü hatırlatır
Doktor: İronisi belli olsun diye Eurovision şarkısı gibi aranjman yaptım ona ben "Na-na-na" diye! O depresiflikte kalmasın istiyorum. İnsanların çok derdi var ama tüm bu şikayetlerin ana sebebi aslında kimsenin seni sevmemesi, en azından sevgilinin olmaması olabiliyor. Yani orada söylediğim sosyal bir tema değil de "Benim sevgilim yok". Bir de keyfin yerinde değilken her şeyi negatif görürsün. Bana her şey ölümü hatırlatır mesela. "Öyle büyük ki doktor içimdeki boşluğum, ne koyarsam dolmuyor" tersten bana söylenmiş bir şey. Çünkü "Teoman Bey, içinizdeki boşluk o kadar büyük ki ne koysanız dolmuyor" diyen bir doktorum vardı. Ondan çaldım. Ama bekleme salonunda dört senelik haftalık dergileri görmek hakikaten çok depresif. Ya da keyfin yerinde değilken Beyoğlu’nda yürürsen o selpakçı çocukları, dilencileri, çirkin insanları falan görürsün. Keyfin yerindeyken görmezsin.
İstasyon İnsanları: Oradaki "Ruhi" karakteri benim alter egom. O da babamın ismiymiş. Yani Hasan Bahsi babamın ismi. Ama ona Giresun’da Ruhi derlermiş. Orada herkesin karakterine uygun lakaplar takılır ve gerçek isimleri unutulur. Çok güçlü bir amcam var benim ona da Aslan diyorlar. Babam da çok duygusalmış. Diğer 8 şarkıyla ilgili bir şey daha var. Bu şarkılarda anlatılanların hepsi bir kişinin yaşamı gibi... Yani 8-10 yaşındaki Ruhi büyüyünce "Zampara’nın Ölümü"nde ölecek olan zampara oluyor. Ama benim alter egom Ruhi. "İstasyon İnsanları"nda komik bir şey var. Çünkü 8-10 yaşında bir çocuk var ama dünyaya nostaljik bakan bir çocuğu anlatıyor. "Cennet Plajı otopark olmamışken" diyor. Düşünsene bu çocuk kaç yaşında? Büyük ihtimalle 4 yaşında Cennet Plajı’na gidiyordur. O altı yaşındayken de otopark olmuştur!

Ruhi’nin maceraları sürecek mi?
Evet. Benim aslında öykülerim vardı. Onlarda ana kahramana isim aramaktan kurtuldum. O da Ruhi olacak. Önce Mesut koymayı düşündüm. O da komik. Zeki Müren’in "Mesut Bahtiyar" diye şarkısı var. Çok güzel değil mi? Harika!
Mavi: Zamanı yavaşlatmakla ilgili. Seneler hep akar, hep planlar yaparsın ya.

Siz ölümden mi daha çok korkuyorsunuz, yaşlanmaktan mı?
Valla ben ölümden çok korkuyorum. Eşimiz dostumuz sapır sapır dökülürken o kadar yakın geliyor ki. Onların ölümünden de korkuyorum, kendi ölümümden de. Her sene birkaç yakın arkadaşımı kaybediyorum. Ne yazık ki alkolle falan bağlantılı ölümler. İkisini yangında kaybettim, ikisi de alkollüydü. Biri alkollü olarak balkondan düştü. Çok saçma ölümler. Yavuz (Çetin) atladı. Hiç şaşırmadım ama. Hatta onun adına ben bile rahatlama hissettim. Hakikaten de çok bunalmıştı. "Ah niye yaptı?" diye düşünmedim. Bence doğru karardı.
Hayalperest: Hayalperestlik gençliğe yönelik bir şey ama ben 60-70’inde çok hayalperest insanlar tanıyorum.

Bu daha çok hayalperest bir genç kıza yazılmış gibi...
Öyle zaten. Benim aklımda, tanıdığım öyle bir kız da var. Onun için yazdım ama isterim ki yalnızca öyle algılanmasın. Çünkü hayalperestlik sanatın anahtar kelimesi.
Soluk Soluğa: Bir gün kalktım ve odamda öyle bir şey gördüm. Tam akşamdan kalma şarkısı aslında. Sabah kalktım, odada hafif bir alkol kokusu. Etrafta hakikaten buruşuk iç çamaşırları atılmış falan... Bu görüntü hoşuma da gitti. Defteri, kitabı çıkarıp yazdım.
Zamparanın Ölümü (İkinci ve Son Bölüm): Birincisini yaparken niyetim zaten zamparayı öldürmekti. Arkası yarın gibi. Bu şarkıda müzik falan, beste falan yok aslında. Palavra, palavra bir şey bu. Orada yapmak istediğim, aslında genelde yapmak istediğim, uzun uzun sözleri öne çıkarmak. Yani söze dayalı şeyler yapıp, yine de onu insanlara beğendirmek istiyorum. Ne olduğunu anlamasan bile bir şey anlatan bir adam daha hoş. Mesela Serge Gainsbourg dinliyor musun? Acayip ya, meğer Tindersticks her şeyini ondan çalmış.

Şarkılarınızda bahsettiğiniz insanlar kendilerini biliyorlar mı?
Biliyorlar. Bazen söylüyorum onlara, bazen söylemiyorum. Yani "Son bir kadeh dostlar için, artık aramızda olmayan" dediğim kişiler değil tabii ama bazı insanlar anlıyorlardır. Bazen de birkaç kişiden çalıyorum zaten. Aynı kadın olmuyor şarkının içinde.

Kimler iyi söz yazıyor Türkiye’de?
Benim dışımda mı? MFÖ, Fikret Kızılok, Bülent Ortaçgil... Özdemir Erdoğan bence kendisine yazık etmiş. Çünkü çok iyi şarkı sözü yazıp, çok güzel besteleri varken, cazın üzerine gitmiş. Benim açımdan tabii... Halbuki çok daha fazla şey yazabilirmiş. Kendi kuşağımda benden iyi yok. Mesela Göksel’i sevdim, Göksel’e bayıldım. O "Düşündüm banka soymayı, uluorta soyunmayı..." hakikaten de benim yazmak isteyeceğim şeyler. O albümde hiçbir hata yok. Çok sevdim.

"İnternette dolaşan özgeçmişim bir tuzaktı"
İnternette size ait olduğu söylenen bir özgeçmiş dolaşıyor. "Ben biseksüelim" falan gibi şeyler yazıyormuş. Bunu siz mi yazdınız?
Ben yazdım. "Biseksüelim" değil ama yanlış ifade etmişim herhalde. O 1991’de bir reklam şirketine yapılmış bir iş başvurusuydu. Oradaki bütün her şeyi ben tuzaklı yazdım. Mesela "Fatih’in Fedaisi" yazdım, halbuki Kara Murat’tır. Ben çizgi filmi severim yazmadım da, o karakter benmişim gibi yazdım. Sonra "biseksüel kadın katil yazarlardan Catherine Tramell’i severim" dedim. Aslında o Sharon Stone’un "Temel İçgüdü"de oynadığı karakter. Oradaki verilerin hemen hepsi hatalı. Daha doğrusu gerçekmiş gibi yazılan kurgulanmış veriler.

Görüşmeye çağırdılar mı bu CV üzerine...
Çağırdılar tabii. Hatta bir tanesi eleman falan aramıyordu. "O CV’yi kim yazdı diye merak ettik, onun için çağırdık" dediler.

"Aldatıldığımı düşünmüştüm"
Gönülçelen: Albüme sonradan bu şarkının adını verdim. O şarkının bir özelliği var. Ritm çok hızlı yürürken ben daha "bluesy" geriden söylüyorum. Hep yapmaya çalıştığım bir şey bu. "Happy-sad" (mutlu-hüzünlü) bir duygu veriyor. İçinde biraz ironi kalıyor. Şarkı iki kişinin diyaloğunu anlatıyor. Ama sıkmasın, "İki Yabancı"daki gibi sürekli düetlere gidiyor gibi olmayayım diye tek kişiye indirgedim. Kendimi kodladığım bir şarkı. O benim hayatımdan bir şey zaten. Karşının bakış açısından anlatıyorum.
Sözlerine bakarsak ve gerçekse, "aldatıldığınız" ortaya çıkıyor...
En azından ben öyle düşünmüştüm o zaman!




CUMARTESİ