Cumartesi Ümit Aktan okumasın

Ümit Aktan okumasın

16.03.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ümit Aktan okumasın

Ümit Aktan okumasın

Ümit Aktan okumasın

Sarıkız'ın Anıları

Bugün size; banka soygununda ölenlerin -ne adına olursa olsun- hırsız olduklarını ama gazetelere birer kahraman olarak geçmelerine ne kadar şaşırdığımı anlatmayacağım. Ya da onayladığım tek hırsızlık türünün "aç kalan çocuklarının feryatlarına dayanamayan annenin bakkaldan ekmek çalması" olduğunu...
Bugün size; güvenlik memurunun -can havliyle ya da değil- kaçan insanı arkadan vurmasına ne kadar karşı olduğumu da anlatmayacağım. (Çünkü bu konularda konuşmaya hakkımız var mı, bilemedim. Bir de, oturduğumuz yerden ahkam kesmek çok acımasızca olabilir. Ölen iki gencin bankayı soyma nedenleri henüz bilinmiyor. Bilgesu Erenus’un son romanında gözüme ilişen cümle ile açıklanabilir mi acaba? "Paylaşmayı bilmeyen böyle bir dünyada, başkalarına ait sandığımız şeyler ya bize de aitse?" Öte yandan hiçbirimizin çocuğu, güvenlik memuru kadar böylesine bir ölümle burun buruna gelmemiştir. Ya da bir tabanca kabzasıyla yüzü dağıtılmamıştır. Ya da hırsızlığın cezası ölüm müdür? Allahtan bu davada yargıç ben değilim ve iyi ki yasalar kararlarını "Benim de oğlum olabilirdi"ye göre vermiyorlar. Doğurganlık hissiyatı ve benzeri duygulara kapılmadan yargılayabiliyorlar.) Evet, bunları da anlatmayacağım. Size, geçtiğimiz Kadınlar Günü münasebetiyle, TV’de bir açıkoturuma katılan Selin Dilmen’in suçladığı eski eşi Ümit Aktan’ı anlatacağım. (Bu yazıyı 9 Mart’ta yazıyorum, sizler okuyana kadar her şey değişebilir. Yeni suçlamalar gündeme gelebilir. Hatta Ümit’le Selin barışabilir bile..)

Bir Bodrum anısı
Yıllar önce bir tekne kiralayıp mavi tura çıkmıştık. Ümit ve balerin eşi, müzisyen yeğeni Seyhan Karabay ve Ayşegül Ünsal. Bir de eski kocayla ben. Bizim Arda ile balayımızdı. Dalgalarla boğuşarak geçen bir gecenin sabahında, gözümü Zeki Müren’in unutulmaz şarkısıyla açmıştım. Güverteye çıktığımda gördüğüm manzara şuydu: Kaptan tekneyi inanılmaz güzellikteki ormanın çevrelediği billur gibi bir denize demirlemişti. Ve kıpırtısız suda, bir tek Ümit’in yavaştan attığı kulaç sesleri duyuluyordu. Kulağının arkasına yöre çiçeklerinden birini iliştirmiş, rahmetlinin o ünlü yan kulaçlarıyla yüzüyor, bir taraftan da şarkıyı söylüyordu. "Bir demet yasemen... Aşkımın tek hatırası.." diyordu ama hepimiz biliyorduk ki Ümit öyle tek aşkla ve tek hatırayla yetinen adamlardan değildir. Bir kere, o rahat dursa kadınlar rahat bırakmaz. Renkli kişiliği ve yakışıklılığı onu bunca sevgiliye ve 6 kez de nikah masasına taşımıştır. Selin Dilmen’i aldatıp aldatmadığını bilemem ama bir tek şeyi iyi bilirim, Ümit sağlam adamdır. Hiç kimsenin karısına kızına bakmamıştır. "Bu da erdemden mi sayılıyor şimdi, olması gereken zaten budur" mu buyurdunuz? Anlaşıldı siz benim, "önüne gelen kadına yapışan son kocayı" ve türlerini tanımamışsınız.
Moda deyimle "dozunda çapkınlığı" hoş karşıladığım sanılmasın. Ben insanları yargılarken çok katı olunmaması gerektiğini, başka değerleri de olabileceğini söylüyorum o kadar. Asıl, çocuğunu görmeden nasıl yaşayabiliyor, bence bu tartışılabilir. Oğlu Enkidu’yu ne kadar sevdiğini ve bir dönem TSYD’nin yüzme havuzuna, kursa getirip güneş altında saatlerce beklediğini de biliyorum ve bu yüzden de kötü baba olduğuna inanmak istemiyorum. Bin yıldır görüşmesem de, kitabında manken kızları yazarak popüler olmaya çalışmasına çok kızsam da Ümit arkadaşımdır. Öyle bir saniyede silinip atılacak adamlardan değildir. (Yazının tam burasında odaya eski koca Arda girdi. "Ne yazıyorsun lan?" diye sordu. "Ümit Aktan’ı" dedim. "Sakın yediğimiz haltları anlatma ayıptır" dedi. A.. Anlatmaz mıyım? İyi ki hatırlattı.)

Bir kadın üç erkek
Şimdi bunlar -ahlaksızlık sırasına göre- Seyhan, Arda, Ümit; bir zamanların fotoroman ve televizyon piyasamızın üç çapkını, "Seni meşhur edeyim mi?" adı altında faaliyetteler. Kızlar da "Hadi bizi meşhur edin!" diyerek kuyruktalar zaten. Ama hepsinin hayatlarında da birer "esas kız" bulunmakta. O kadar iyilikseverler ki kimse mutsuz olmasın diye hepsine yetişmeye çalışıyorlar. En çok da benim eski koca.
Yine böyle bir siparişe gidiyorlar bir gün, evin birinde "kötü kızlar" bekliyor bunları, neyse heyecan içinde kapıyı çalıyorlar. "Kapı zili diildi" diyor Arda, "sanırsın kanaryayı boğazlıyorlar."
Her neyse; kapı açılıyor, karşılarında kötü kızlardan birisi, 300 kilo kadar ve giysi olarak üzerinde sadece bir mutfak önlüğü. Üstelik de yalnız. Bizim salaklar nasıl panik oluyorlarsa artık, birbirilerini ezerek oradan kaçıyorlar. Mı acaba? (Dur yahu sakın bunlar beni kandırmış olmasın?)
Bu tür maceralar bazılarımıza göre ihanet sayılmıyor. Galiba yorum yapmadan önce "bir kere aldatılmak" gerekiyor. Kötü ya da iyi kızlarla, kısa ya da uzun süreli...






CUMARTESİ