Ankara Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: "Türkiye-Ab İlişkilerine ‘Reset' Atılabilmesi, Ancak Adalet, Eşitlik, Güven Ve Saygı Gibi Değerlerle Mümkün Olur"

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: "Türkiye-Ab İlişkilerine ‘Reset' Atılabilmesi, Ancak Adalet, Eşitlik, Güven Ve Saygı Gibi Değerlerle Mümkün Olur"

03.10.2017 - 17:30 | Son Güncellenme:

.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Türkiye-Ab İlişkilerine ‘Reset Atılabilmesi, Ancak Adalet, Eşitlik, Güven Ve Saygı Gibi Değerlerle Mümkün Olur

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye-AB ilişkilerinin tamir edilmesinin, ancak Avrupalı liderlerin bu ilişkinin artık eşitsizlik ve adaletsizlik temelinde sürdürülemeyeceğini kabullenirse tamir edilebileceğini belirterek, "Türkiye-AB ilişkilerine ‘reset’ atılabilmesi, ancak adalet, eşitlik, güven ve saygı gibi değerlerin, çifte standartlar ve siyasi ayak oyunlarının yerine koyulabilmesiyle mümkün olur" dedi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Daily Sabah gazetesinde yayımlanan “Türkiye-AB ilişkilerinde ‘reset’ mümkün mü?” başlıklı yazısında, Türkiye’nin, 2005 yılından bu yana Avrupa Birliği üyeliğine aday ülke statüsünde bulunduğunu hatırlatarak, “Ülkemizin Avrupa’ya ilişkilerinde bir zamanlar heyecan verici ve gelecek vaat eden yeni bir sayfa olarak değerlendirilen bu süreç, 12 yıl önce kimsenin düşünmediği kadar çok hayal kırıklığı, güven eksikliği ve yol kazalarını beraberinde getirdi. Bölgesel ve ulusal düzeyde yaşanan kriz ve sorunlar Türkiye ile bazı Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkileri gererken, AB üyelik sürecimizi fiilen durdurdu. Kuşkusuz Türkiye-AB ilişkilerinde bir ‘reset’ ihtiyacı var. Bunu başarmamız ise ancak her iki tarafın birbirine adil, saygılı ve eşit ortak olarak davranmasıyla mümkün olabilir. Türkiye’yi eleştirme furyası kısa vadede popülist kazanımları beraberinde getirmekle birlikte kimseye barış, güvenlik veya refah sağlamıyor. Açıkçası Türkiye-AB ilişkilerinde yaşanan sorunlar bu ilişkinin sınırlarını aşarak, bu küresel kriz, yıkıcı nativizm, kontrolsüz ırkçılık ve artan umutsuzluk çağında Müslüman ve Batı toplumları arasındaki ilişkileri etkiliyor. İslam ve Batı dünyaları farklılıklarını aşmak ve insanlığın ortak çıkarlarına hizmet etmek için bir araya gelmediği sürece dünya barışını sağlamak ve küresel ölçekte saygı ve birlikte yaşama kültürünü muhafaza etmek mümkün olamaz” ifadelerini kullandı.

"Almanya’daki seçimler bir kez daha Türkiye ve Erdoğan düşmanlığını körüklemenin aşırı sağın yükselişine engel olamayacağını gösterdi"
Kalın, şunları kaydetti:
“Bazı Avrupa ülkelerinde Türkiye düşmanlığı, sağ seçmenlere hitap ettiği için iç politikanın ana unsurlarından biri haline geldi. On yıl önce gözardı edilebilir bir trend olarak başlayan bu sorun, bugün ana akım siyasetin parçası oldu. Aşırı sağa karşı alttan almanın feci sonuçları olabilir. Tabii ki Avrupa’da görülen Erdoğan karşıtlığı yalnızca Avrupalı devletlerle olan ilişkilerimizde gerginliğe yol açmakla kalmıyor. Aynı zamanda AB sınırları içerisinde yaşayan milyonlarca Türk vatandaşını zor durumda bırakıyor. Günümüzün Türkiyesi ne 1963’te Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üye olmak istediğini beyan eden ne de 1999 yılında AB tarafından aday statüsüne alınan ülkeyle kıyas kabul edebilir. 1960’lardan bu yana nüfusumuz üç katına, GSMH’mız ise 1963’ten beri seksen kat arttı. Bazı yorumcuların gözardı ettiği bir başka nokta ise bugün gördüğümüz Avrupa’nın 2000’li yılların başındaki haliyle aynı olmadığıdır. Günümüzde eski kıta, neo-Nazi aşırıların, popülizmin ve göçmenlere, Müslümanlara ve diğerlerine karşı işlenen nefret suçlarının diyarı haline gelmiştir. Avrupa’da hızla kötüleşen güvenlik koşulları, bazı Avrupa devletlerinin Türkiye’ye kapıyı kapatma çabalarıyla birleşerek, Türk halkının AB sürecine desteğini istikrarlı şekilde azaltmıştır. Avrupalı popülistler kültürümüzü, seçilmiş liderlerimizi ve çıkarlarımızı hedef alırken Türkiye yeni ve daha yapıcı bir yaklaşım çağrısında bulundu. Son olarak 16 Nisan referandumunun ardından Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in de aralarında bulunduğu Avrupalı liderlerle yaptığı görüşmelerde ‘ilişkilerimizde yeni bir sayfa açalım’ mesajını verdi. Ancak buna rağmen Alman hükümeti ve diğer bazı Avrupa devletlerinin aralarında PKK ve FETÖ destekçileri de dahil olmak üzere Anayasa reformuna karşı çıkanlara destek vermek ve reform yanlılarının seslerini duyurmasına engel olmak suretiyle Türkiye’nin iç işlerine karıştıklarına şahit olduk.”
“Cumhurbaşkanımız, referandum sonrasında AB yetkilileriyle Brüksel’de yapılan görüşmelerde Türkiye-AB ilişkilerini canlandırma konusunda kararlı olduğunu ifade etti” diyen Kalın, “Ancak Avrupa’da aşırı sağın boğucu yükselişi, bu konuda aşama kaydedilmesini engelledi. Eylül ayında Almanya’da düzenlenen seçimler bir kez daha Türkiye ve Erdoğan düşmanlığını körüklemenin aşırı sağın yükselişine engel olamayacağını gösterdi. Almanya’nın büyük partilerinin liderleri kampanya sürecinde ülkemizle ilgili sert açıklamalar yaptılar. Ancak seçim sonuçları çok açık bir gerçeği ortaya koydu: Angela Merkel’in partisine 2013 seçimlerinde oy veren bir milyondan fazla kişi, bu seçimlerde tercihini ırkçı AfD partisinden yana kullandı. Özellikle eski Doğu Alman şehirlerinde, sağ ve sol radikal hareketler merkez partiler karşısında ciddi başarılar elde etti. Üstelik radikal hareketlerin Alman ekonomisinin iyi performans gösterdiği bir dönemde bu kadar başarılı olabilmesi, yoksulluk ve radikalleşme arasında geleneksel olarak kurulan bağın sorgulanmasına sebep oluyor. Yüz yıl önce aşırılara karşı alttan alma politikası işe yaramamıştı. Bugün de başarılı olacağını düşünmek için hiçbir sebebimiz yok” ifadelerini kullandı.

"Güven, karşılıklı saygı ve dayanışmaya dayalı bir ilişki, hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın çıkarlarına hizmet eder"
Türkiye’nin, siyasi, ekonomik ve güvenlikle ilgili sebeplerle AB üyeliğini stratejik bir hedef olarak gördüğünü vurgulayan Kalın, şöyle devam etti:
“Ülkemiz, gittikçe daha tehlikeli bir küresel ortamda Avrupa’nın güvenliği için önemli bir rol oynuyor. Ancak çifte standartları, tehditleri ve açık düşmanlığı sineye çekecek değiliz. Türkiye-AB ilişkilerinin tamir edilmesi, ancak Avrupalı liderler bu ilişkinin artık eşitsizlik ve adaletsizlik temelinde sürdürülemeyeceğini kabullenirse tamir edilebilir. Dolayısıyla Avrupa, Türk milletinin demokratik tercihlerine saygı duymaya, ülkemizin seçilmiş liderlerine saygılı davranmaya ve Türkiye’ye eşit ortak olarak muamele etmeye hazır olmalıdır. Bu durum, Türkiye-AB mülteci anlaşması ve esasen uzun yıllar önce Türk vatandaşlarına tanınması gereken vizesiz seyahat hakkı konusunda da geçerlidir. Avrupa’nın verdiği sözleri tutmamasını küçük ve teknik bir mesele olarak gözardı ederken Türkiye’yi oyunbozanlıkla suçlamak adil bir yaklaşım değildir. Güven, karşılıklı saygı ve dayanışmaya dayalı bir ilişki, hem Türkiye’nin hem de Avrupa’nın çıkarlarına hizmet eder. Ancak bu ilişkinin yükü sadece Türkiye’nin omuzlarına bırakılamaz. Avrupa şu ya da bu sebeple Türkiye’ye veya bir başka ülkeye sırtını dönerse, bu ülkelerin farklı imkanları değerlendirmesi doğal karşılanmalıdır. Ayrıca Türk dış politika perspektifinin çok merkezli bir küresel siyaset ortamında Batı ufkuyla sınırlı kalmama arzusunu sorgulamak anlamlı değildir. Bunun yerine Avrupalıların, 21. yüzyıl gerçekleri göz önünde bulundurulduğunda öncelikle kendi çıkarlarına zarar veren Avrupa merkezcilikten kurtulmaları ve Türkiye’nin meşru güvenlik endişelerine ve çıkarlarına dikkat etmeleri beklenir. Türkiye-AB ilişkilerine ‘reset’ atılabilmesi, ancak adalet, eşitlik, güven ve saygı gibi değerlerin, çifte standartlar ve siyasi ayak oyunlarının yerine koyulabilmesiyle mümkün olur.”