İstanbul Depresyon Duygusal Yeme Sendromuna Sebep Oluyor

Depresyon Duygusal Yeme Sendromuna Sebep Oluyor

10.01.2018 - 11:16 | Son Güncellenme:

.

Depresyon Duygusal Yeme Sendromuna Sebep Oluyor

Yemek yemenin başlıca haz kaynaklarından biri olduğunu belirten Yrd.Doç.Dr. Onur Okan Demir, depresyonun duygusal yeme sendromuna neden olduğunu söyledi.
Zi&On Psikiyatri Merkezinden Yrd.Doç.Dr. Onur Okan Demir, “Yemek kültürünün bu kadar gelişmiş olmasının ve birçok görüşmenin yemek eşliğinde yapılmasının nedenlerinden biri de budur. Yemek yeme bir haz kaynağı olmasının yanı sıra; bütün haz verici maddeler gibi aynı zamanda olumsuz duygularımızı da yatıştırma potansiyeline sahiptir. Yani ‘duygusal yeme sendromu’ sadece tıkınırcasına yeme bozukluğu olan ya da obezitesi olan bireylere özgü bir durum değildir. Hepimiz zaman zaman kendimizi daha iyi hissetmek için yemek yeriz. Fakat ‘tıkınırcasına yeme bozukluğu’ olan kişiler bunu çok sık yaparlar ve yemekle duygularını yatıştırma davranışı onlarda süreğen bir örüntü haline gelir. Diğer bir deyişle bunu sınırlayamazlar ve kontrolden çıkar” dedi.

“Depresyon metabolizmayı yavaşlatıyor”
Araştırmaların obezitesi olan kişilerin çoğunda engel olamadıkları tıkınırcasına yeme atakları olduğunu gösterdiğini ifade eden Yrd.Doç.Dr. Demir, “Stres ve duygusal zorlanma ne kadar fazlaysa bu kişilerde tıkınırcasına yeme atakları o denli yoğun ve sık yaşanıyor. Tıkınırcasına yeme bozukluğu olan kişiler, önlenemez bir aşırı yeme atağından hemen sonra; suçluluk, pişmanlık ve tiksinti duyguları yaşıyorlar. Önlenemez yeme ataklarının hemen öncesinde ise genellikle olumsuz duygular bulunuyor. Örneğin; çökkünlük, değersizlik, mutsuzluk, kaygı ve öfke gibi birçok duygu, bu kişileri tıkınırcasına yeme atağına sevk edebiliyor. Depresyon ve anksiyete bozukluğu yaşayan kişilerde ise tıkınırcasına yeme bozukluğu, çok sık eşlik eder. Ayrıca depresyonda olan veya anksiyete bozukluğu yaşayan birinin bu duygularla diğer ‘normal’ yollarla baş edebilme kapasitesi oldukça zayıf olduğundan dolayı yeme üzerindeki kontrolleri çok zayıflar. Bir kişide depresyon veya anksiyete bozukluğu gibi bir rahatsızlık varsa bu rahatsızlıklar tedavi edilmeden tıkınırcasına yeme ataklarını kontrol edebilmesi çok zordur. Depresyon ayrıca vücudun metabolizma hızını da yavaşlatır. Yani diyet yapmalarına rağmen kilo veremeyebilirler. Tüm bunlar kişide iradesizlik ve çaresizlik hissine yol açıp durumu daha da kötüleştirebilir” diye konuştu.

“Kontrolün kendinde olmadığını düşünen kişiler diyet yapamıyor”
Tıpkı sigarayı bırakma isteğinin, düzenli egzersiz yapma isteğinin, ya da kronik bir hastalığa yakalandıktan sonra yaşam tarzını değiştirmek isteyen kişilerde olduğu gibi obezitesi olan kişiler de sürekli olarak diyet yapma/yapamama ikilemi ile karşı karşıya kaldıklarını kaydeden Dr. Demir, “Bu durumda kişinin kendi kapasitesine olan inancı ne kadar fazla ise bu dönüşümleri gerçekleştirme olasılığı o kadar fazla oluyor. Eğer kişi, kontrolün kendinde olmadığını düşünüyorsa yani bilimsel tabirle ‘kontrol odağı dışsal’ ise bu dönüşümü gerçekten de gerçekleştiremiyor. Kendi hayatı üzerinde etkili olma hissi yerleşmeden diyet ve yaşam tarzı değişikliği yapması zorlaşıyor. Depresyon-obezite-aşırı yeme döngüsünden kurtulmak için öncelikle kişinin iyi bir duygu durum içinde olması gerekiyor. Kendini iyi hissetmeyen birinin yaşam tarzını değiştirmesi oldukça zordur. Fakat her şeyden önce eğer kişide klinik olarak; depresyon, anksiyete bozukluğu, tıkınırcasına yeme bozukluğu, vs. gibi psikiyatrik bir rahatsızlık varsa bunun tedavi edilmesi gerekiyor. Ayrıca hem depresyona hem de iştah artışına neden olan özellikle tiroid bozuklukları gibi tıbbi nedenlerin araştırılması gerekiyor. Duygusal yeme alışkanlığı ve tıkınırcasına yeme, yaşamın erken dönemlerinde aile içinde edinilen bir alışkanlıktır” ifadelerini kullandı.
Kişinin ne zaman yediği, yeme-açlık-duygu ilişkisi, diyetin içeriği, öğün büyüklüğü ve sayısı yeme alışkanlığının en önemli bileşenleri olduğunu vurgulayan Dr. Demir, “Depresyon ve diğer psikiyatrik tablolar tedavi edildikten sonra, kişi yeme alışkanlığını ailesi ile de işbirliği yaparak değiştirmesi gerekir. Duygusal ihtiyaçlarla ilgili farkındalığın artırılması, yeme düzenine olumlu katkı sağlar. Ayrıca fiziksel aktivitenin de artırılarak günlük rutine dahil edilmesi serotonin seviyelerini düzenler ve beyindeki ödül merkezine uyarıcı etkiler yapar. Böylelikle kişi, yeme üzerinden ödül merkezini uyarmaya daha az ihtiyaç duyar. Karbonhidrat (şeker, hamur işi, vs.) içeren gıdalar haz kaynağı ve yatıştırıcı olarak daha çok kullanılır. Kişinin diyetindeki besin çeşidine daha çok yer verip karbonhidrat oranını azaltması da karbonhidratın ödül olarak kullanılma alışkanlığını azaltır. Tüm bunlarla birlikte kişinin yeme dışındaki haz ve ödül kaynaklarını diğer sosyal ve fiziksel faaliyetlerle zenginleştirmesi, ödül olarak yiyeceklere daha az ihtiyaç duymasını sağlar” açıklamalarında bulundu.