Güneri Cıvaoğlu

Güneri Cıvaoğlu

ngunericivaoglu@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

YÜZLERCE metre uzanan bir kanal.

Efsane ülke...

Işıl, ışıl... İçinde suyun akıntısıyla geçit yapan onlarca tekne. Üzerinde şövalyeler, mitoloji kahramanları, melekler, cadılar, prensesler, krallar, başka dünyalardan gelmiş yaratıklar... Binlerce çocuğun içlerinden kopan en doğal, en samimi neşe çığlıkları.
Sanki bir masal dünyasındayız.
Binalar da o izlenimi veriyor.
Örneğin... Geçidin sona erdiği 111 metre yükseklikteki kule. 30 saniyede bir renkleri değişen ışıklarla pırıl pırıl. Disney’deki kuleden bir metre yüksek.
Efsane ülke...

SU BALESİ

BU “geçitten” önce gene bir görkemli ışık ve su gösterisi izlemiştik. Harika bir müziğe eşlik ederek o tempoda fışkıran, kâh daralıp, kâh elipsodik genişlemelerle adeta dans eden fıskiyeler. Bunların ortasında deniz tanrısı ve etrafındaki, deniz
tanrıçaları...
Binlerce çocuk ve genç kendilerinden geçmişçesine izliyor, çığlıklar atıyor, yerlerinde duramayarak sürekli zıplıyorlar.

YUNUSLAR, FOKLAR

ERTESİ sabah...Ortasında çok geniş bir havuz olan Amfiteatr’da yerlerimizi aldık. Önce... Yunusların gösterisi... Bir genç erkek ve kadın suyun içindeyken birden yükselmeye başlıyorlar.
Ve bir bakıyoruz...
İkişer yunusun ağızları üzerindeler. Yunuslar ahenkli hareketlerle onları suyun üzerinde yükselterek müzikle uyumlu dolaştırıyorlar. Ve yunusların kendi aralarında su dansları... Ansızın metrelerce aynı anda birlikte havalanışları... Birbirlerine seslenişlerini de duyuyoruz...
........................
Ardından devasa bir fokun gösterisi başlıyor. Bakıcısı genç kadınla suda dans ediyor, kenardaki platforma çıkıp ayakta yükselerek saksafon çalar gibi yapıyor, müziğin ritmine uyarak dans gösterileri yapıyor.
Bunları yapan fokun tam bin kilo ağırlığında olduğunu da belirteyim.

SU ALTINDA BALIKLARLA

ÖĞLEDEN sonra... Deniz suyu sirküle eden kayalarla, yosunlarla kaplı, içinde batık tekne bile olan suya giriyoruz. Başlarımızda dalgıç başlıkları.
4 metre derinlikteyiz. Zeminde ağır adımlarla turluyoruz. Havuzun görevli dalgıçları avuçlarımıza balık yemi dolduruyorlar.
Bir anda yüzlerce tropik balıklar toplanıyor etrafımda. Avucumdaki yemleri keyifle kapışıyorlar. Kendimi Maldivler’de hissediyorum.
......................
Ve bu güzelliklere bir yunusun yüzgecine tutunup yaptığım sürat denemesini de ilave edeyim. Nasıl rahatlatıcı ve neşe verici bir duygu selindeyim anlatamam. 15-20 adım sonra havuzun kuzey kenarını kaplayan cam duvara varıyoruz. Arkamız dev bir akvaryum. Yüzlerce köpekbalığı ve geniş kanatları ve kamçı gibi kuyruklarıyla vatozlar.
Sonra batık teknenin bordasındayız.
Tekneyi yuva edinmiş balıklarla “sessiz muhabbet” yapıyoruz.

HARİKALAR DİYARI

BU anlattıklarım Belek’teki Rixos otellerinin sunduğu bir “harikalar diyarı” konsepti. Bin dönümden de büyük çok geniş bir alanda kurulmuş. Yapılacak tesislerin sadece 3’te 1’i. Adı “THE LAND OF LEGENDS (Efsane Diyarı)...”
Projenin sadece 3’te 1’i gerçekleşmiş.
Önümüzdeki yıllarda tamamlanacak.
Örneğin bir “Masal Ormanı” olacak.
Doğal ağaçlardan -görünüşte- hiç farkı olmayan yapay malzemeden üretilmiş bir büyülü orman. Öyle ki...
Çocuklar bu ormanda yürürken zaman zaman ağaçlar onların önünde eğilecek, dile gelecek, konuşacaklar. Bazıları masal anlatacak, bazıları şarkı söyleyecek...
Ağaçlardaki yapay kuşlar çığlık çığlığa...
Cadılar, periler, prensler, şövalyeler çıkacak karşılarına. Bir çocuğun hayatı boyunca unutamayacağı anlar yaşatılacak.
..........................
Projenin asıl amacı bu mucizeler ülkesi... Oteller ise onu tamamlayan konaklama tesisleri. Otelde bilmem kaç yüz çocuğun cıvıl cıvıl sesleri duyuluyor.
Dev ekranda PlayStation oynayanlar...
Televizyonlarda da çocuk dizileri...
Oyun salonları ve o salonlara uzanan koridorlarda şövalye ve cadı heykelleri.
..........................
İki gün boyunca çocuklar gibi eğlendik, çocuklar gibi şendik. Ama... Yüreğimin kenarında gene de bir sızı vardı. Önce şunu belirteyim. Gördüklerim ve yaşadıklarım “Türkiye’ye güvenimi” vurguladı.
Ardından Güneydoğu’da, güney sınırlarımızda “çocukluklarını yaşamayan çocuklar” yüreğimdeki sızıydı.
Öneriyorum. Her ay, her hafta değil, her gün o savaş kan ölüm, alarm ortamında yaşayan çocuklarımızı buraya getirelim.
Çocukları iki algı motive eder.
1- Rol model 2- Aidiyet duygusu
O çocukların rol modelleri silahlı adamlar olmamalı. O çocuklar böyle güzellikleri de
üretebilen bir ülkeye aidiyet duygusuyla manen beslenmeliler.