Ege Bugün iki farklı konuğum var

Bugün iki farklı konuğum var

15.05.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Bugün iki farklı konuğum var

Ok'u yakında galiba özgürlüğüne kavuşturmak gerekecek. Belki o bana değil, bazı günler ben ona konuk olurum.Bu haftaki köşesinde Ok, son aylarda iyice tırmanan türban tartışmalarına değinmiş ve Atatürk'ün iki yorumuyla yazısını bitirmiş.Okumanızı tavsiye ederem.İkinci konuğum ise Pervin Mısırlıoğlu...Mısırlıoğlu, uzun yıllar gezi yazıları yazdı. Hepsini çok büyük bir keyifle okudum. Yani bir seyahat yazarından kısa ömürlü bir gazete köşe yazarına farklı bir yorum.Ama farklı bir tarzla... Kötü çaydan usanmış bir çay mecnunundan özel bir yazı..."Çay ve Çayname..."Bu arada herkesin Anneler Günü'nü kutluyorum.Karşılıksız sevginin bir tarifi varsa işte o annelerin sevgisidir.Onlar için ne yapsak azdır.Annelerimizin kıymetini bilelim. Bugün köşemin iki konuğu var. Birincisini artık hepiniz çok yakından tanıyorsunuz. Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok... Hayatımızın ayrıntılarını her pazar öylesine güzel işliyor ki... Şu anda Türkiye'nin en önemli sorunu nedir derseniz, hiç düşünmeden "eğitim" diye yanıtlarım. Son yıllarda eğitimin hangi boyutu tartışılıyor diye sorarsanız, bu kez de yanıtım "imam hatip liseleri" ve "türban" olur. Peki tartışmadığımız veya tartışmaya fırsat bulamadığımız konular daha mı az önemli? Bütçeden eğitime ayrılan pay yeterli mi? Yetersizse nasıl artırılabilir? Gençleri öğretmen, öğretim elemanı olmaları için nasıl özendirebiliriz? Öğretmenlerin, öğretim elemanlarının yaşam standartlarını nasıl yükseltebiliriz? Değişen dünya koşullarında Türkiye'nin en çok hangi meslek gruplarına ve hangi ara iş gücüne gereksinimi var? Bu ara iş gücünü yetiştirecek meslek liselerinin ve meslek yüksek okullarının hangi sorunları var? Bu okullara girişler nasıl özendirilebilir? Sanayi ile üniversiteler arasındaki işbirliği nasıl artırılır ve üretken hale getirilir? Eğitimde maliyeti büyük ölçüde düşürebilecek bilgisayar ve internet sistemleri nasıl yaygınlaştırılabilir? Yurt dışındaki başarılı bilim adamlarımızdan kısmi veya tam zamanlı olarak yararlanabilir miyiz?* * *Çocuğuna birkaç tokat atan anne, babalar cezalandırılabiliyor; oysa çocuğunu okula göndermeyerek (çeşitli olanaksızlıklar nedeni ile gönderemeyenleri kastetmiyorum) yaşam boyu cahil kalmasına yol açan anne, babalar için doğru dürüst hiçbir yaptırım yok veya uygulanmıyor. "Baba beni okula gönder" kampanyasını gönülden destekliyorum. Ancak bu kampanyadan yararlanabilen çocuk sayısı, yararlanamayan çocuk sayısının çok altında. Göndermeyenler için daha ağır yaptırımlar, gönderemeyenler içinse daha yoğun destek şart.* * *Türkiye'de bugün yaşanan, hatta yarın yaşanacak sorunların çözümünü bulmak için Atatürk'ün yaptıklarını ve söylediklerini biraz araştırmak yeterli. Kurtuluş Savaşı'nın en kritik döneminde bile eğitimi düşünen Atatürk, 16 21 Temmuz 1921 tarihleri arasında Ankara'da Milli Eğitim Şurasını toplamış, kurulacak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin izleyeceği eğitim politikasına yön vermiştir.Ve şöyle demiştir..."Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başında bir bez, peştamal veya buna benzer bir şeyler asarak yüzünü, gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası, bir millet kızı için bu garip şekiller, bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır." * * *"Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki, bu halin muhafazasında inat ve taassup, hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz..." Eğitim tartışıldığında imam hatipleri mi anlamalıyız? Türkiye'de çayın tarihi çok yeni... Çay 19. yüzyıl'da gelmiş, çok benimsenmiş, çok yaygınlaşmış, dünyada kahve ucuz, çay pahalı iken; bizde kahve pahalı, çay ucuz kalmış. Hak ettiği iyileştirici, ilaç ve neredeyse kutsal içecek konumundan berbat bir sunuma dönüştürülmüş çay. Üstelik daha çay demlemeyi öğrenememişken hayatımıza "fast tea" girdi, hepten unuttuk çay demlemeyi. Özellikle şehirlerde hayat çok hızlı ve belki de çayın ruhuna yaraşır titizlikte bir çay hikayesi yaratamıyoruz. Ancak hayatımızı iyileştirmeye çalışacakken, kaliteli, özenli ve estetik bir yorum sunacakken kendimize ve çevremize, tam tersine giderek yozlaşıyoruz. Dört ve beşinci yüzyıllarda Çin'de önce ilaç, sonra zevk saatlerine dahil edilen, onuncu yüzyılda milli içecek olan çay, Japonya'da 8'nci yüzyıl'dan itibaren boy gösterdiğinde artık gereken prestij ve unvanına kavuşur. Baş tacı ederler çayı. Din ve ruhsal arınmalarının en kutsal içeceği sayarlar onu. Böylece çay üstatlarınca yani bir gözetmenle hazırlanması uygun görülen çay belirli kurallar ve ritüellerle, özel çay evleri ve çay odalarında sunulur. Bu, yüzyıllardır değişmez bir soylulukla gider.Hani "Gülümseyemeyen dükkan açmasın..." diyorlar ya, sabır edemeyen de çay demlemesin, diyorum.İyi çay demleyemeyen, iyi sohbet edemez. Sohbet de barış ister, sabır ister, kültür ister.Başka konularda çektiğimiz ıstıraplar değil de, Türkiye'de içtiğim içemediğim kötü çaylar yüzünden "Çayname" çıktı ortaya. Hayata özenli davranırsak, hayat da bize özenli davranır."Savaşma çay demle..." diye pankart açmış İngilizler 2003'te Irak'a asker gönderen Blair'e.Toplumsal barışın da simgesi çay. Konuklara ilk çay sorulur. Doğru da yapılır.Ama zehri açığa çıkartılmış bir çayla ödüllendirdiğimizi sandığımız konuğumuza aslında düşmanlık ettiğimizi bilmeyiz.Japonlar gamsız insanlara "eksik çaylı" vesveseli, heyecanlı kimselere de "çayı fazla" derlermiş ya ve de "bir fincan çayda fırtına koparmak" (yine onların deyimi) da bana düştü sanırım. Yıllardan beri süregelen TRT "gezi-yorum" programımda anlatmakta olduğum çay demlemenin sihirli yollarını bir çaycıda anlatmak istedim. Sir Winston Tea Çay Evi yani bizim söylemimizle Dereboyu'nda şimdilik her perşembe saat 11.00'de 25 dakika önce sunum ve sonra çay tadımı var. Türk toplumundaki en yaygın içeceğin heba edildiğini anlatmak için "Çayname..."Japonlar bir song şairinin, Li-Şih-Layi'nin muhteşem sözlerini Okakura Kakuzo şöyle aktarır."Dünyanın en kötü üç şeyi şunlardır. Güzel bir gençliğin yanlış bir terbiye ile bozulması. Güzel tabloların bayağı adamların beğenisi ile kirlenmesi. Ve çok güzel bir çayın kötü hazırlanarak heba edilmesi..."Başka söze ne hacet...İyi bir çay demlemek için...- Çay sadece içinde çayların durduğu, çekmecelerde ya da dolaplarda ve nemsiz ortamlarda durmalı.- Çay sadece iyi suyla hazırlanır. Mümkünse tatlı bir su ile.- Porselen bir demlik zorunludur. Cam da olabilir ama alüminyum ya da madeni kap çayın kalitesini bozar.- Porselen demlik kaynar sudan geçirilirken, çay ise ılık suda yıkanarak konmalı.- Çay yapmada her bardak için bir çay kaşığı çay konulur ve dem için de bir kaşık çay daha eklenir.- Kaynar su 1-2 dakika dinlendirilerek çayın üstüne dökülmelidir. Hem suyun içindeki varsa kireç dibe inmiş olur, hem de çay yakılmamış olur.- Demlenen çayı kesinlikle direkt olarak ateşin üstünde tutmamalıyız.- Çayın demlenme süreleri değişkendir. Çayın türüne ve hasat edilme biçimine göre demleme süreleri belirlenir.- Türkiye'deki siyah çaylar 20-25 dakika demlenmesi uygun olurken, yabancı çaylar 5-7 dakikaile kimi çay tipleri için ise 10-15 dakika tercih edilir.- Fakat en önemlisi demlenmiş çayın posası hemen çıkarılmalıdır. Ve demlenen çay toplam yarım saat içinde tüketilmelidir.- Çay çok demlenirse acı bir tad oluşur. Çiğ çiğ kokma ise az demlenmiş olmasından ileri gelir.Ot tadı alırsınız çaydan. İnce porselen veya geleneksel ince belli cam bardaklarla servise sunulmalıdır.Artık çayı döker misiniz, koyar mısınız o size bağlı...İnce belinden mi tutarsınız bardağı saydam bir porselenin kibar sapından mı?Kendinizi Erzurumlu mu, Ödemişli mi, Sarıkamışlı mı, İngiliz mi hissedersiniz?Klasik ince belli çay bardakta eliniz hissederken çayı, geniş ağızlı fincanda kırmızı rengiyle mistik bir dünyanın kapılarını aralarsınız. Hayata özenli davranırsak, hayat da bize özenli davranır dsipahi@milliyet.com.tr