Ege Çocuğuna dondurma alamayan babanın duygularını anlamak

Çocuğuna dondurma alamayan babanın duygularını anlamak

18.06.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

.

Çocuğuna dondurma alamayan babanın duygularını anlamak

"Kocaman şehirde bir başıma ne yaparım şimdi ben?.."Birkaç yüz binlik bir şehirden neredeyse 20 milyona yaklaşan bir kente gitmek zorundaydı.Yaşadığı yerde mutsuz değildi, ama çalışmak da zorundaydı.Boşuna mı gitmişti okula?.. Polis olmuştu.Hem de dereceye girmişti. Şanslı mıydı, şanssız mı? Bilemedi...Bildiği tek bir şey vardı.O da zor günlerin onu beklediği...Anneden, babadan uzak olacaktı, ama bunu göze almıştı.Aldığı eğitimle bu ayrılığın üstesinden gelebilirdi, ama asıl onu korkutan başka gerçeklerdi.Yedi tepeli, herkesin anlata anlata bitiremediği kocaman bir şehre gidiyordu.İstanbul'a...Elini torbanın içine atıp dua etmişti.Ailesinin olduğu, doğduğu, büyüdüğü yerde kalamayacağını biliyordu; ama en azından yakın bir kente düşseydi, daha mutlu olacaktı.* * *Bir zamanlar İstanbul'a gitmek için can atanlar şimdi tersini düşünüyordu.Ayaklar geri geri gidiyordu.Hayaller değişmişti.Gözyaşlarını tutamıyordu.Hiç bu kadar kötü olmamıştı.Karşısındakiler, yani Anadolu'yu çekenler bu sefer gülüyor.Ama o, kendini yapayalnız hissediyordu.Arkadaşları Funda'yı salondan dışarı zorla çıkarabildiler. Mezun olmuştu, onca emek boşuna gitmemişti. Sevineceği yerde ağlıyordu.Hem de hıçkırarak... O gözyaşlarını iyi anlamak gerekir.Eline geçeni kiraya, yol parasına veren polis memuru Ahmet'in de sabredecek sabrı kalmamış.İstanbul'da yaşadıkları sürece memleketten gönderilen bulgur, fasulye, nohutla beslenmişler. Eşi de tencereyi kaynatabilmek için türlü çareler bulmuş. Örneğin, yazın ucuza aldığı sebzeleri kurutmuş ya da konserve yapmış ki kışın yiyebilsinler. Etin yüzünü görmekse ancak ayda bir nasip oluyormuş."Akşam eve döndüğümde çocuklar ellerime bakıyor onlara ne getirdim diye, utanıyorum. Onları alıp şöyle dışarı çıkıp gezdirmeye korkuyorum. Çocuk ne de olsa, ne görse istiyor. Ama ben çocuğuma dondurma alsam evin yolunu bulamayız, bütçem açık verir. Anadolu'da masraflarımız yarı yarıya azalır, hiç olmazsa çocuğuma göğsümü gere gere dondurma alırım..." diyor Ahmet.Bir babanın...Bir top dondurma için...Göğsünü gerememesi...Oğlunun dondurmayı yalarken sevincini seyredememesi nasıl bir şeydir?O babanın yüreğinde tutup da söylemediklerini iyi anlamak lazım.* * *Eğer bu ülkenin büyük şehirlerinde yaşam bu hale geldiyse; unutulan, ulaşılamayan yerler ne haldedir?Oturduğu yerden bu ülkenin geleceğini şekillendirenler...Pembe gözlük takıp Türkiye'nin gerçeğinden uzaklaşanlar...Siyasi ihtiraslarla gözlerine perde çekip çevresinden başkasını düşünmeyenler...Aydın geçinip sorunlarla uğraşmaktan çekinenler...Vatandaşına tepeden bakanlar...* * *Kurada İstanbul'u çeken Funda'nın gözyaşlarını... Bir top dondurma alamadığı için babalık yapamadığına inanan Ahmet'in duygularını...Anlamaya çalışsınlar... Birkaç dakikada bir elindeki mendil sırılsıklam oluyordu. Belki de şöyle düşünüyordu: Sekiz yaşında bir çocuk ikinci sınıfa başladığında neredeyse hiç ödev yapmadan, istediği zaman yatıp, istediği zaman kalktığı, bol bol dondurma yediği üç aylık yaz tatilini özlemle anar ve yeni yaz tatiline ne kadar kaldığını hesaplamaya başlarken, bir taraftan da "Yaşam keşke sadece yaz tatillerinden oluşsaydı..." diye düş kurar. Doksan yaşındaki bir insan içinse yaz ve kış arasında belirgin bir fark yoktur. Yazları torunlarını, belki de torunlarının çocuklarını, daha çok görebileceği veya romatizma ağrılarının biraz olsun azalacağı için daha mutlu olabilir; ama geriye baktığında kişisel gelişimini sağlayan eğitimlerin ve yoğun çalışma dönemlerinin daha çok kış aylarında olduğunu fark edecektir.Kimi insan vardır, sürekli geçmişte, anılarıyla yaşar; kimi insan ise büyük olasılıkla hiçbir zaman gerçekleşmeyecek gelecekteki beklentileriyle. İngilizce'deki "present" sözcüğünün iki anlamından biri "yaşadığımız an", diğeri ise "hediye"dir. "Yaşanan an"ın aynı zamanda bir "hediye" olduğunu, "yarın"ın "bundan sonraki yaşamının ilk günü" olduğunu kavramalı insan ve hiçbir şeyi ertelemeden günün tadını çıkarmalı. Zaman akıp giderken neleri kaçırdığının, neleri doyasıya yaşayamadığının, neleri sürekli ertelediğinin, yoğun iş temposu nedeniyle ailesini, sağlığını ve arkadaşlarını ihmal ettiğinin farkına varmalı. Sahip olmak isteyip de olamadıklarına üzülmek yerine, sahip oldukları için sevinmeli; bardağın boş değil, dolu tarafını görmeye çalışmalı; hata yapmaktan korkmak yerine, önceden yaptığı hatalardan aldığı derslere sevinmeli; varolmanın, sahip olmaktan; vermenin almaktan daha değerli olduğunu anlamalı. * * *Yapmak isteyip de yapamadıkları için mazeret bulmak yerine; yapabilmenin yollarını aramalı.Yaşama yıllar katmak değil, yıllara yaşam katmak olmalı amaç. Nazım Hikmet'in dediği gibi "Yetmişinde bile zeytin dikmeli insan", artık iyi çalışmayan organlarına üzülmek yerine, hala etkin olan fonksiyonları için sevinmeli.* * *Peki zaman neden yaşlandıkça daha hızlı akar?Beş yaşındaki bir çocuğun geçirmiş olduğu son bir yıl ömrünün beşte biri iken, aynı süre doksan yaşındaki bir insanın yaşamının sadece doksanda biridir. İşte bu nedenle, son bir yılın geçiş hızı yaşla doğru orantılı ve göreceli olarak artmış görünür.Dünyayı etkileyen beş Yahudi'den Musa, "Kanun her şeydir"; İsa, "Sevgi her şeydir"; Marx, "Para her şeydir"; Freud ise "Seks her şeydir" demiş. En doğrusunu ise Einstein söylemiş:"Her şey görecelidir..." Einstein, zamanın göreceliğini açıklarken de; bir erkeğin yanan bir sobanın üzerinde otururken geçirdiği bir dakikanın, güzel bir kızın yanında otururken geçirdiği bir saatten daha uzun sürdüğünü belirtmiş! Zaman neden yaşlandıkça daha hızlı akar? dsipahi@milliyet.com.tr