Ege Hırsız, namussuz olsam kimse bana dava açmazdı

Hırsız, namussuz olsam kimse bana dava açmazdı

12.04.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Geride kalan bir yılı mahkeme koridorlarında geçiren Başkan Özgüven, ‘sosyal belediyecilik’ anlayışından taviz vermiyor, “Barınma, eğitim, sağlık, ulaşım ve su insan hakkıdır” diyor

Hırsız, namussuz olsam kimse bana dava açmazdı

Ona, “Dikili’nin Fidel Castro’su” diyorlar... Sudan, ekmekten, sağlık hizmetinden, ulaşımdan para almayan bir belediye başkanı, CHP’li Osman Özgüven... Ama ne hikmetse adliye koridorlarından kurtulamıyor. Türk-Yunan barışı, ilk onun düzenlediği festivalle konuşulan, 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü ilk kez ‘tatil’ ilan eden Özgüven’le konuştuk...

Belediye başkanları ilk yıllarını değerlendiriyor. Sizin bir yılınız nasıl geçti?
- Belediyelerimizin ciddi bir ekonomik çıkmazda olduğu ve merkezi hükümetten gerekli desteği görmediği aşikar. Bu nedenle programımızdaki projelerimizden, övünçle, “Şunu yaptık, bunu yaptık” demek kolay değil. Ancak sosyal anlamda tüm belediyelerimizin, üzerlerine düşeni yaptıklarını görüyorum. Zaten belediyeleri bir yerel hükümet gibi ele almak gerek. Biz de halktan oy alıyoruz. Tabii ki denetim anlamında bir bağımlılık olmalı. İyi bir denetimle, kontrol mekanizmaları işletilerek, belediyeler merkezi hükümete bağımlılıktan mutlaka kurtarılmalı. Bu anlamda bir yılımızı ele alacak olursak, iki ayrı dava vardı. İkisi de tam bu bir yılın sonunda sonuçlandı. ‘Son bir yılı adliye koridorlarında geçirdik’ diyebilirim.

Haberin Devamı

Neredeyse ikinci adresiniz gibiydi...
- Evet... Şekilsel usul eksiklikleri nedeniyle hangi belediyeyi masaya yatırsanız, yargılamak istediğinizde yargılayabilirsiniz. Önemli olan hataları, şekilsel eksiklikleri tamamlatmaya yönelik çabalar sarf etmek. İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyelerini ele aldığınızda, biz 10 ton suyu halka ücretsiz verdik diye yargılanırken, halkın ulaşım hakkını elinden almaya çalışanlar ödüllendiriliyor. Bu, ne hukukla bağdaşır ne de kamusallıkla...

Bu davalarda kimi zarara uğrattınız ya da nasıl bir kötü niyet saptandı?
- Davamız, ihaleye fesat karıştırma gerekçesiyle açıldı. Yüzlerce hukukçuyla görüştüm. Yargı süreci devam ediyor ama, şunu da söylemeden geçmeyeceğim: Kimseye çıkar sağlanmamıştır. Kamu, belediye zarara uğramamıştır. Bu hizmetlerle insanların yaşama ve eşitlik haklarını düşündük. Eğitim, sağlık, barınma, ulaşım, insan hakkıdır. Su, insan hakkıdır. İnsanlar bunlardan vazgeçemezler. Belediyecilik, ‘sosyal’ yapılmalı. Belediyeleri ticarethane gibi görüp, sudan, ekmekten, ulaşımdan para kazanmak gibi bir zihniyet, bence belediyecilik değildir. “Su bir yaşam hakkıdır” dedik, iki yıl yargılandık. Tabii ben su yüzünden yargılanmayı hep bir onur olarak telakki ettim. Su ticarileştirilemez. Gelecekte insanlar temiz içme suyu bulamayacak.

Belediyelerin bazı hizmetlerini ticarileştirdiğini mi düşünüyorsunuz?
- Suyla ilgili ticari baktığınız zaman, belediyeleri de ticarileştirmiş oluyorsunuz. Belediyeler kamu kurumudur. Okullara suyu bedavaya veriyoruz. Ama, devletin okullarında su bedava kullanılmasına rağmen, o devlet suyu getiren enerji parasını ödeyemediğiniz için sizin suyunuzu kesebiliyor. Bu, sosyal devlet olmayışımızın bir göstergesi. Sosyal devlet olmayınca da, sosyal belediyeciliği hayata geçirmek o kadar da kolay olmuyor.

Sadece su değil... Başka ücretsiz hizmetleriniz de var değil mi?
- Her şeye karşın yıllardır eşit sağlık hizmeti de götürüyoruz. Ekmek, uzun yıllar fırınlardan yarı yarıya, hatta daha ucuza satıldı. Suyun 10 tonuna kadarından ücret almıyoruz. Bir kişinin bir günde 180 litre suya ihtiyacı var diye kabul edilir. Bu da ayda 5 ton veya biraz daha fazla eder. O kadar suya insan para vermeyecek. Yani yaşayabileceği kadar suya. Çünkü üç gün içmediğiniz zaman ölürsünüz. Yıllardır ulaşımı da ücretsiz götürdük. Bugün de çocuklarımızı ücretsiz olarak okullarına götürüp getiriyoruz. Bütün bunlar ekonomi gerektiriyor. Bizi sıkıntıya sokuyor. Bir de “Bu parayı nereden buluyorsun” diye soruyorlar.

Belediyeler, bazı hizmetleri gerçekleştirememelerine bütçeyi neden gösteriyor ama sizin yaptıklarınızı görünce, “Demek ki oluyormuş” diyebilir miyiz?
- Yapmak istediğinizde fevkalade güzel de oluyor. Buralara harcadığımız için, yapamadıklarımız da yok değil. İşsizlik, başlı başına bir sorun. İstihdam yaratacak üretim alanları yaratmalıyız. Yaratamıyoruz ne yazık ki. Büyük ekonomiler gerekiyor. Yaz aylarında nüfusumuz 200 bin. Kış aylarında ise 20 bin. Yaz ve kış farkını ele aldığınızda korkunç bir olay çıkıyor ortaya. Oysa devletten kış aylarında vergi paylarından almış olduğumuz ödenekleri alıyoruz yazın da. Bu o insanlara ne derece hizmet götürebileceğimizin de bir göstergesi. Ayrıca iktidarlar bir işi çok iyi beceriyorlar. Kendinden yana mısın, değil misin? Geçen yıllarda iki kez Dikili’de sel felaketi yaşadık. Altyapımız adeta bitti. Düzeltmek için ciddi para harcadık. Devletten aldığımız yanıt ise, “Ödeneğimiz yok” oldu.

Sizi Fidel Castro, Hugo Chavez gibi halk kahramanlarına benzetiyorlar. Onunla ilgili ne düşünüyorsunuz?
- Ben halk kahramanı falan değilim.

Ama tarihteki bazı kahramanlık hikayelerine benzetilmiş...
- Gerçekten benziyor aslında. Ama çok net olarak söylüyorum; aykırı insan istenmiyor bu toplumda. Eğer hırsızlık yapsaydım, namussuzluk yapsaydım, çalsaydım hem çok param olurdu hem de bana dava açmazlardı. Öyle düşünüyorum.

Peki siz hep mi böyleydiniz?
- Elimden geldiği kadar halktan yana politikaların hayata geçmesini savunan biriyim. Demokrasiyi savunuyoruz ama asla kendisi için demokrasi isteyenlerden değiliz. Yerel yönetimlerin, kentte yaşayanların doğumundan ölümüne kadar sorumlu olmaları gerektiğine inanıyorum. Suyla ilgili yargılanırken hep şunu savunduk: Eğer Türkiye’de ve dünyada suyu bizim yaptığımız gibi tasarruflu kullanmaya kalkmış olsaydı insanlar, dünya susuz kalmazdı. Jeotermal enerjiyi getirdik. Dolara bağlı olmayan öz enerjimiz. Oysa eğer doğalgaz getirmiş olsaydık devlet bize yardım ederdi.

Yine de vazgeçmeyeceğim dediğiniz yeni projeler var mı?
- Yargılamalar ve cezalardan fırsat bulursak... Yeni projelerimiz tabii ki var. Az önce söz ettiğim jeotermal. Yaklaşık bin konut ısıtıyoruz. Bütün okulları ısıtıyoruz. Yakında da bütün Dikili’yi ısıtmayı amaçlıyoruz. Ancak ekonomik zorluklar, prosedürler karşımıza çıkıyor. Yakında jeotermal nedeniyle de yargılanırsak hiç şaşmayın. Çünkü kendi imkanlarıyla, devletin bir tek kuruş yardımı olmadan jeotermal getiren bu kadar az nüfuslu bir kent daha yok.

Memurlarımın da ceza almasına üzülüyorum
Tüm bu yaşadıklarınız aldığınız cezalar, yargılamalar sizi nasıl etkiliyor? Üzülüyor musunuz?
- “Üzülmüyorum” desem inanacak mısınız? Tabii ki üzülüyoruz. Bu haksızlığa tabii ki isyan ediyoruz. Ama benim üzüntüm hiçbir günahı olmayan memurlar... Onlar da 5’er yıl ceza aldılar. Geldi, oturdu, ihalede bulundu sadece ve beş yıl ceza aldı. Böylesine bir hukuk düzeni olmamalı diye düşünüyorum. Tabii ki hukuk olmasa biz de olmayacağız. Hukuka, yargıya ben hala inanıyorum. Yargı
bunu düzeltecektir. Düzelecek. Ama, kendimden çok kendi memurlarıma üzülüyorum. Bunu çok net söylüyorum; Dünya genelinde üç tane belediye gösterilse, “Bu belediyelerde
para geçerli değildir” diye, bir tanesi Dikili’dir. Yirmi yıldan
beri de o memurlarıma,
kendime güvendiğim kadar güveniyorum. Zaten işin içinde para olsaydı yargılanmazdık.