Ege Keşke Çeşme'ye gitseydi

Keşke Çeşme'ye gitseydi

15.06.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Adada yüzdük. Akşam yemeğinde iştahsızdı. Dönüşte tatlı istedi. O gece Çeşme'de oğlunun kına gecesi vardı. 'Telaşları artmasın' diye, Bostanlı'daki lojmana gitti. Kalp krizi vurduğunda yalnız başınaydı

Keşke Çeşmeye gitseydi

ERDAL İZGİ, AHMET PİRİŞTİNA'NIN SON GÜNÜNÜ ANLATTI Gözyaşı döktü, görülmemiş kalabalığın katıldığı devlet töreniyle cenazesi rüyalarını süsleyen mavi körfezin bitiğişindeki Narlıdere'de toprağa verildi. Adı "efsane"ye çıkan başkan, "Ben bu İzmir için ölürüm" sözleriyle hafızalara yer etti. Ardından çok şey yazılan, çizilen, Başkan'ın kamuoyuna yansımayan düşüncelerini, toplantılarını hatta son saatlerini, dostu, sırdaşı, yakın çalışma arkadaşı, eski Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi, ilk kez Milliyet EGE'ye anlattı. İşte İzgi'nin ağzından Piriştina ve o gün... Bundan tam iki yıl önceydi. Ahmet Piriştina, Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na ikinci kez seçildikten üç ay sonra, 15 Haziran 2004'te, yaşamını yitirdi. Kalbine 52 yaşında yenik düşen Piriştina'nın "şok" ölümü, hemşehrilerini, taraflı tarafsız onbinleri üzdü. Duygusallığını gizlerdi Farklı bir yapısı vardı. Kıskançlığını fark ettirmez, sevecenliğini abartmaz, duygusallığını gizler, kararlığını ve netliğini sergilerdi. Onun için değil midir ki, yaşamının en verimli çağında ardında binlerce buruk yürek, yaşlı göz bırakması...Bu nedenle değil midir ki, beş yıl gibi bir süreçte kentin tarihine imza atması, gittikten sonra da "efsane" olarak anımsanması...Ve bugün o, hepimizin gönlünde taht kuran beyaz saçlı, kahkahalarıyla ünlü, insana sarıldı mı güveniyle birlikte sorunlarını çözen kişinin aramızdan ayrılışının ikinci yıldönümü. Bana göre, her geçen gün büyüyen sevgisiyle aslında ikinci doğumunun ikinci yılı. Ahmet Piriştina'nın çok yakınındaki bir isimdiniz. Hemen hemen hergün beraberdiniz. Piriştina nasıl biriydi? Bildiğim kadarıyla Piriştina'yı son gören ve yaşama gözlerini kapattıktan sonra ilk gören sizsiniz. O gün, o gece ve sabahında neler yaşandı? Ben son günle ilgili yaşananları hiçbir yerde kamuoyuyla paylaşmadım. Bu anlatımım ilk oluyor. Yani 14 Haziran'ı tekrar yaşamak ama ertesi sabahını aklıma dahi getirmek istemem. Sözünü ettiğimiz gün, yani 14 Haziran 2004 saat 14.30 sıralarında Pasaport iskelesi yanına bağlı olan Bergama vapuruna, belediye şirketleri İZBETON'un Genel Müdürü Hüsamettin Ender, İZDENİZ'in Genel Müdürü Ahmet Seçer, Başkanın yeğeni Levent Tanık'la birlikte bindik. Ardından rahmetli başkanı, Kanada'dan gelen Amcaoğlu Fatos Piriştina'yla birlikte Bostanlı İskelesi'nden aldık. Hava güzeldi. Urla'daki Alman Adası'nın (Yassıcada) hem son haline görmek, hem de dinlenmek için yola çıktık. Her zaman olduğu gibi şarap kadehlerimizi doldurduk. Çekişmesi ünlü tavlamızı oynamaya başladık. Oyun, tam bir maç havasında yaklaşık bir saat sürdü. Bir iki kadeh de sarap içtik.Biraz da günün deyimiyle geyik muhabbeti yaptık, kahkahalara boğulduk.Alman Adası başkanın gerçekten önem verdiği ve "sosyal açıdan çok gerekli" diyerek her türlü yatırımın yapılmasını istediği bir yerdi.Çünkü, burası özellikle dar gelirli ailelerin yaz aylarında hafta sonu adeta akın ettiği, güneşlenip doyasıya denize girdiği bir mesire yeri halindeydi. Başkan, bu adanın gerçek anlamda turizme açılmasını hedefliyor ve yakın gelecekte buranın sadece yerli değil yabancı turistlerle dolacağına inandığını söylüyordu. Enerji sorunu çözümlenmiş sadece adanın su yönünden desteklenmesi gerekiyordu. Vapurla Alman Adası'na gittik Adada kısa bir tur atıp 18.00 sıralarında ikimiz denize girdik. Suyu çok sevmesine ama o kadar da iyi bir yüzücü değildi. Bir ara tepenin üzerindeki martıları gösterdi, her birinin ayrı bir hedefi ve ufku olduğunu söyledi. "Martı değil, onlar canavar olmuşlar. Beni bile yerler" dediğimde de, "Buranın kuralları bunu emrediyordur" diye gerçekten karşılık verdi. O kadar iyi tanımama bu sözler kafama takıldı, çözemedim. Ardından ikinci tur tavla partisine başladık. Yemekler hazırlanıncaya kadar yaklaşık iki saat süreyle oynadık ve itiraf etmeliyim ki, bu kez hezimete uğramıştım. Bir ara durdu,"Bugünü kolay unutamazsın" dedi. İskeledeki kafeteryarda yemeğe geçtik. Fazla iştahlı olmadığı dikkatimi çekti. Hatta balığı sevmediğini söyledi ve bana verdi.Saat 22.00 sıralarında adadan vapurla değil, küçük bir tekneyle ayrıldık. Çünkü otomobilerimiz Çeşmealtı'nda bekliyordu. Oradan da Kanada'dan gelen amcaoğlu Fatos, Çeşme'ye gidecekti.Biliyorsunuz, 18 Haziran'da Ahmet Piriştina'nın oğlu Levent'in nikahı kıyılacaktı. Biz adadan yola çıktığımız sıralarda, düğün için kadınlara kına gecesi yapılıyordu. Bir ara "Acaba nasıl eğleniyorlar" diye sordu. Gecenin karanlığında denizdeki yakamozları gösterdi, "Burada da farklı bir dünya var" dedi. Bu arada ısrarla tatlı istedi. Tatlıya bu kadar ısrarcı olduğunu ilk kez görüyordum. Karaya indik, halkla sohbet ettik. Beraber olduğumuz yanımızdaki arkadaşlar otomobilere bindi, gitti. "Biraz dolaşalım, tatlı bulalım" dedi. "Bu saatte heryer kapalıdır. İzmir'e giderken İnciraltı tarafında buluruz" dedim, sonrasında da unutuldu zaten. "Kurallar bunu emrediyor" Ne rahatsızlık, ne durgunluk vardı. Aksine keyifliydi. Bir sigara yaktı, yarısına kadar geldikten sonra bana verdi. Sanırım 23.30 sıralarıydı. Şoförü Şükrü Han, koruma polisi Ahmet Patak da yanımızdaydı. Karataş yol kavşağında kırmızı ışıklarda durunca "Bundan sonrası adımlarımız büyük olacak. İşin zorunu tamamladık, her şey daha da hızlı gidecek. Adı ustalık dönemiyse işte oraya geldik. Sabah bir değerlendirme toplantısı yapalım. UNIVERSIADE'ın (Dünya Üniversite Spor Oyunları) dört dörtlük olmasını istiyorum" dedi. Peki o gün bir tartışma, gerginlik yaşandı mı; bir rahatsızlık, durgunluk söz konusu muydu? İnsan yaşamında "keşke" nin yeri olmaması gerekir. Ama burada keşke gitseydi demek içimden geliyor. Çünkü kına gecesinde ailenin tüm fertleri vardı, ilk anda ulaşabilecek tüm isimler oradaydı. Ama, kendisi hem sabah toplantının olması, hem de Çeşme'deki telaşı artırmamak için Bostanlı'daki belediye lojmanında kalmayı tercih etti. Beni saat 23.45 sıralarında, o dönem genel müdürü olduğum İZFAŞ binası önüne getirdi, "Ben buradan giderim, anahtarlarım arabada. Sabah görüşürüz" dedim. "Seni yatırmadıktan sonra rahat etmem" diyerek bekledi, beni 23.50'de Alsancak'taki evimin kapısına bıraktı. "Sabahı unutma, buluşuruz" diye ekledi. Ertesi gün, 15 Haziran sabahı, İZFAŞ'ta, başkanın telefonunu bekliyordum. Saat 10.00 oldu, hala ses çıkmaması ben de merak yarattı. Çünkü en küçük bir gecikmede dahi arar, geç gelecekse bile söylerdi. Bu arada Özel Kalem Müdiresi Sitemay Cengiz'i aradım, telefon edip etmediğini sordum, "Hayır. Arayacak mıydı?" yanıtını verdi. Şoförleri Şükrü Han ve Şener Özbeyazıt ile koruma memurları, Bostanlı'daki Barınak kafeteryada bekliyordu. Saat 10.20'de Şükrü, beni arayarak başkanın evden çıkmadığını, kendisini de aramadığını söyledi. "Gazeteleri de almamış. Sepette duruyor" deyince bir anormalliğin olduğunu sezdim. Lojmanın arka tarafına dolaşmasını ve balkon penceresinden içeri bakmasını istedim. Şükrü, telaşla birkaç dakika sonra başkanın yerde yattığını ve kımıldamadığını söyledi. Hemen AKS 110'un aranmasını söyledim ve yola çıktım. Başkan Çeşme'ye neden gitmedi? Şoförüm Ercan Tekin'e lambaları yakmasını ve hasta varmış gibi sürekli korna çalarak gitmesini söyledim. Yaklaşık 20 dakika sonra Bostanlı'ya geldiğimde içeri girdim, salonda hareketsiz yatıyordu. Ne hastalığı, ne de ölümü yakıştıramadığım için ne yapacağımı şaşırdım. Bu arada ambulans gelmiş, doktor yoktu. Üzerine birşey örtmek istedim; yukarı odasına çıktım. Beyaz bir pike buldum ama görünümü beni etkiledi. Belki de ne yapacağımı bilemiyordum o anda merdiven korkuluğundaki sarı çiçekli pikeyi aldım, ayağının dibinde uzun bir süre dondum kaldım. Ne yapacağımı kestiremedim, çünkü belki de bir izlerin olabileceğini ve oynamamın yanlış olacağını aklımdan geçirdim.Cebindeki bir miktar para ve notlarını masanın üzerine bırakmış belli ki yattığı, üçlü koltuktan aşağı düşmüştü. Aklıma Emniyet Müdürü Halil Tataş'ı aramak geldi. Telefonu çevirdim, o da yolda olduğunu söyledi. İnsanlar ardı ardına geldiğinde ise gözlerim, Eşrefpaşa Hastanesi Başhekimi Dr. Semih Doğan'ın üstüste vurduğu iki sakinleştiriciyle kapanmak üzereydi. Öğleden sonra o unutulmayacak, ama yüreğimde hep acı kalacak gerçeği kabullenmek zorunda kaldım. "İçeri girdim, hareketsiz yatıyor" Sağlık problemi yoktu Hiç bir şekilde sağlık yönünden problemi yoktu. Seçim sırasında çok yorulduğunu ancak kazanılan zaferin bunu unutturduğunu söylüyordu. Ancak 1.5 yıl önce Eşrefpaşa Hastanesi'ne birliktke gidip dahileye bölmünde kalp ultrasonlarına baktırdık. Son derece sağlıklı olduğumuz söylendi. Daha önce bir rahatsızlığı söz konusu muydu? Ölümün senaryosunu yazdılar Tarihin her döneminde; insanlar bilmeden, öğrenmeden, sormadan birşey üretirler. Ölüm üzerine senaryo olur mu, Allahaşkına? Herşey ortada güvenlik görevlileri, gelişi, gidişi, komşuların sabaha karşı onun bahçede dolaştığını görmeleri... Ben de çok üzüldüm ama bu çirkinlikleri ağzından çıkaranlar ki, bana göre bir elin beş parmağı kadar değiller, sonradan hepsi utanmıştır. Yüreğindeki sevgiyle yaşayan, bunun için sevgiyi ve yüreğini paylaşmaktan mutluluk duyan, sosyal politikalarıyla özellikle kadın, genç ve çocukların sevinç kaynağı olan rahmetli başkanımız, sözümün başında dediğim gibi her ölüm değil, doğum gününde büyüyerek anılacaktır. Ölümüyle ilgili bazı söylentiler çıktı. Ne diyorsunuz? Ahmet Piriştina, ölümünün ikinci yıldönümünde Aşağı Nerlıdere Mezarlığı'ndaki kabri başında ailesi, siyasetçiler, sanatçı dostları, belediye çalışanları ve halk tarafından anılacak. Tören, saat 09.30'da başlayacak. Duygu ve düşüncelerin yazılması için bir taziye defteri açılacak. Belediye, Göztepe İskelesi ve Üçkuyular'dan mezarlığa 09.00-18.00 arası ücretsiz otobüs seferleri düzenleyecek. Eski belediye meclisi üyeleri, Kemeraltı'nda lokma dağıtacak. Uluslararası İzmir Festivali'nin, Efes Antik Tiyatro'da yapılacak 21.30'daki "türk Beşlerinden Bir Seçki" konseri Piriştina'ya ithaf edilecek. Ege Magazin Gazetecileri Derneği'nin Kent Arşivi Müzesi'ndeki Piriştina Fotoğrafları Sergisi gezilebilecek. Anma töreni 09.30'da İzmirli Zinnet Altunok (24) bir süre öncesine kadar yokluğun pençesinde savaşıyordu. İki ablası yürüyemiyordu ve tüm yük onun sırtındaydı. Hem okuyor hem de ailesinin ihtiyaç duyduğu parayı kazanmaya çalışıyordu. 2.5 yıl önce yılbaşı gecesi kapılarını Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina ve eşi Mine Hanım çaldı. Bu sürpriz ziyaret onların hayatını değiştirdi.Zinnet Altunok, ESHOT'ta işe yerleştirildi, ablalarına akülü araba hediye edildi. Yürüyememe riski bulunan ailenin en küçüğü Hasan da tedaviye alındı. Genç kız bu iyiliği hiç unutmadı. Efsane başkana ölümünün ikinci yıldönümünde şiir yazdı. "Beni karanlık bir odadan aydınlığa çıkardı. Onu kalbimde yaşatıyorum. Benim için ölmedi, hep var" dedi. Başkan'ı şiirle anıyor Olması imkansız bir düş sensizlikKanadı kırılmış bir kuş,Annesini yitirmiş bir yavru,Kar altında kalmış bir buğday tanesi kimi zaman,Acısı anlatılmaz bir yitirme sensizlik. İşte o satırlar...