Ege Parmak boyansın seçim rahatlasın

Parmak boyansın seçim rahatlasın

25.04.2011 - 02:30 | Son Güncellenme:

HAFTALIK Yazarları Hamdi Türkmen, Erol Yaraş ve Erdal İzgi, Yüksek Seçim Kurulu’nun bazı bağımsız adayları önce veto edip, sonra vize vermesinin ardından seçimlerin tartışmalı hale geldiğine, kafaların da bir hayli karıştığına dikkat çekti. Seçimden sağlıklı sonuç alınması, mükerrer oy kullanılabileceği yolundaki şüphelerin giderilmesi için parmak boyamaya dönülmesini önerdi

Parmak boyansın seçim rahatlasın

Hamdi Türkmen: İyi haftalar.... Geçen hafta gündeme taşıdığımız Yükek Öğrenime Geçiş Sınavı ve İzmir kulüplerinin lig sonuna geldiğimiz şu dönemde mali imkanlarının güçlendirilmesi konuları ses getirdi. YGS sınavının akibeti hala meçhul. Kulüplerin desteklenmesi içinse belediye meclisinin ilgili kararlar alması bekleniyor. Seçim sonrasında bir karara ele alınması temennisiyle, bu haftaya yine seçim konusuyla başlayalım.
12 Haziran adım adım yaklaşıyor ve ortalık iyice hareketleniyor. YSK’dan başlayalım isterseniz
Erdal İzgi: Bu haftaya Yüksek Seçim Kurulu’nun veto kararı, tepkiler, Güney Doğu’da yaşanan olaylar ve sonrasında veto kararının kaldırılması damgasını vurdu. Tabii bu durum YSK’yı yine tartışmalı konuma taşıdı. Kamuoyunda yine endişeler oluştu, seçime yönelik şüpheler ve bir dizi iddiaları da beraberinde getirdi. Sayın Türkmen ve Sayın Yaraş, bu tablo içerisinde size sorum şudur? Seçimlerde parmak boyası yeniden getirilmeli mi?
İlkel, çağdışı olarak nitelendiriliyor ama benim şahsi görüşüm eski boyaların yeniden çıkarılması ve seçmenin parmağının boyanması. Adrese Dayalı Nüfus Sistemi de bir kez daha gözden geçirilmeli.

Güvenilir seçim için şart

Erol Yaraş: Çok aşağılayıcı yöntem olarak adlandırılıyor ama bu şartlarda kesin lazım. Oy kullanma ve sonuç almanın sağlıklı olmayacağına inanılıyor ve yönetenlere güvenilmiyorsa o ülkede mutlaka bu yöntemlere başvurulmalıdır.
Parmak boyanma olayının kaldırılmasından sonra bildiğim kadarıyla CHP, MHP, diğer partiler ve hatta AK Parti’de bile şikayetler oldu. Yine belirli bölgelerde mükerrer oy kullanıldığı basına yansıdı. Bu yöntemin uygulanması hem sağlıklı ve demokrasiye yakışır bir seçim hem de vatandaşın psikolojisi açısından şarttır.
H.T: Kafalardaki şüphe biraz olsun dağılır.
E.Y: Evet, herkes yine güvensizlik içinde sandığa gidecek. Hiç olmazsa böyle basit bir tedbirle bile insanlar bir şekilde kendilerini mutlu hissedebilirler. Ve burada da görev Yüksek Seçim Kurulu’na düşüyor, geçen seçimlerdeki şaibeyi ortadan kaldırmak zorundadır.
Geçen seçimlerde baktığımız zaman CHP de MHP de AKP de oylarının çalındığını iddia etti. Onun için belki üçüncü dünya ülkeleri bile diyemeyeceğimiz ülkelerin bile terk ettikleri bu usule ne yazık ki bizim yeniden başvurmamız lazım ki sağlıklı bir seçim gibi hissedelim.
H.T: Aynı kanıdayım. Yüksek Seçim Kurulu’nun parmak boyanması konusunda kararı alması lazım. Üzülerek ifade ediyorum ki; gerek 2007 ve 2009, gerekse referandumda her türlü şaibe, oy çalınma iddialarınıza aynen katılıyorum. Ayrıca 43 milyon seçmenin oyları nasıl 3-4 saatte sayılabilir ve ilan edilebilir? Ben bu işi de çözmüş değilim.
Amerika’daki teknoloji bizden daha mı kötü? Orada bile sonuçun alınması iki-üç gün sürüyor. Ayrıca, seçim sonuçlarını belirleyen bilgisayar şirketi de sabıkalı bir üne sahip. ABD, Yunanistan bu şirketten vazgeçti, biz ısrar ediyoruz. Onun için insanların kuşkusunu, vicdanlarını rahatlatmak için seçim tedbirlerini almak lazım.
Gerekirse eski sisteme dönüp manuel seçim yapılması lazım. Bir de şunu da eklemek istiyorum. Türkiye’de iki tane büyük sınav yapıldı, bu sınavda yapılan hilelerin hepsi ortada, hepimiz biliyoruz.
Ve sonuçlarının nasıl bir kopyalama sistemi ile yapıldığını biliyoruz. Sınavlarda hile yapılıyorsa seçimlerde yapılmayacağının kim garantisini verebilir? Bu nedenle eski sisteme dönülmesi lazım.
E.İ: Bana göre seçimin olmazsa olmaz şartı, parmakların boyanmasıdır. Bakın daha iki yıl önce ne tartışmalar oldu. Çok iyi hatırlıyorum; 2007 seçiminde bir sürü iddialar ortaya atıldı, oyların çalındığı, mükerrer oyların kullanıldığını söylendi, şikayetler edildi ama sonuç alınmadı.
Yine yerel seçimler öncesindeki açıklamaları hatırlayalım: 20 Kasım 2008’de yayınlanan genelgeyle, seçmen kütüklerine dayanak oluşturan formlar imha edildi.
Tarhan Erdem, “nüfus ve seçmen sayısı yanlış” dedi. TÜİK Başkanvekili, “Biri sahte, iki TC numarasıyla mükerrer oy kullanmak mümkündür” açıklamasında bulundu. Ama hiç biri itibar görmedi, millet sandığa gitti, hızla da sonuçlar alındı.

Şaşırtan sürat

H.T: Ayrıca seçim sonucunun bu kadar erken alınmasının yanısıra ilginçtir; ilk açıklayan da bir haber ajansı oluyor. İsmini vermeyeceğim ama hükümete yakınlığıyla bilinen, çalışma sistemini “Son teknolojiyi kullanıyoruz ve elemanımız çok” diyerek açıklayan bu ulusal haber ajansının da nedense açılan sandık, sayılan oy, geçersiz oyları ardı ardına vermesi insanı şaşırtıyor. Seçimde sandıktan çıkmak birinci kuraldır ama, burada birinci kural artık seçim sonuçlarına dikkat etmek olacak. Kim ne derse desin, biz eski sistemimize dönmeliyiz. Yoksa 2007 genel seçiminden başlamak üzere tüm seçimler ve referandum sonuçları kimseyi tatmin etmeyecektir. Bu utanç ve ayıp sonlandırılmalıdır.
E.İ: Haftalık olarak parmak boyamanın ısrarcısı ve takipçisi olalım. Belki parmaklar uzun süre boyalı kalacak ama seçime ve partilere kara çalınacağına, parmaklara boya çalınsın. Aksi takdirde yine çok tartışmalar, iddialar ve belki de olaylara sebep olacaktır. Türkiye’de şaibesiz ve vatandaşın “oyum çalındı, oyum boşa gitti” şikayetiyle karşılaşılacağına parmaklar mutlak boyanmalı. Parti yönetimleri de eğer bu konuda istekli ve samimilerse bu fikri mutlaka desteklemeli.

Güvensizlik böyle giderilir

Parmakların geçmişte olduğu gibi boyanmasının seçmen üzerinde psikolojik güven oluşturacağını, aksi takdirde tartışmaların sayımların yapılmasından sonra süreceğine işaret eden Haftalık Yazarları, bu konuda siyasi partilerin ısrarcı ve takipci olmasını istedi. Parmakların boyanması ilkel, çağdışı gelebilir ama bugünkü güvensizlik ortamında ne yazık ki aranılan yöntem.

İzmir’de iş ve işçi güvenliği Allah’a emanet

E.İ: Bu hafta yine canımız yandı. Biri itfaiyeci, dördü genç işçi kardeşimizi yine bir akıl almaz ihmale kurban verdik. Denetimsizlik yüzünden göz göre göre, yaşamlarını yitirdiler. Karabağlar’da bir imalathanede çıkan yangın yüreğimizi dağlarken bir ayıbımızı daha yüzümüze vurdu. Ne iş ne de işçi güvenliğinin olmadığını ortaya koydu. Bu böyle gitmemeli. Bir ülke insanının sağlığı ve can güvenliğini sağlamasıyla gerçek anlamda devlete sahip olduğunu gösterir.
E.Y: Yaşanan olay hepimizin acısı ve utancı. Öncelikle ölenlere rahmet ve kalanlara da sabır diliyorum. Tabii bu olay ölümlü facia olduğu için tüylerimiz ürperiyor ve tartışıyoruz.
Bir de başka yönleri var. Bursa’da bir avukat hileli mal satan firmaların isimlerini, bilgi edinme kanunu gereğince istemiş ve ilgili bakanlık da vermiş.
Bu gıda gıdalar tüm Türkiye’ye gönderiliyor ve son derece kanserojen maddeler içeriyor. Ama isimlerinin de açıklanmaması şartı var. Böyle bir anlayış mı olur? Halkın sağlığını hiçe saymayı bırak, toplu katliama yol açacak bir olay var ve açıklanması istenmiyor.
İş ve İşçi güvenliği tamam da bu olaya ne demeli? Devletin bakanlığı varsa, bunu yapanı değil saklamak, çanlarına ot tıkamalı. Avrupa’da böyle bir olay yaşansa, ülke karışır. Biz de ise vurdumduymazlık hala sürüyor. Türk insanının canı bu kadar ucuz mu? Yönetenler bizi ne olarak görüyorlar?
Bakanlık diyor ki ismini açıklayamazsın. Suçu önce bakanlık örtbas ediyor. Ve sen şüpheyle bakıyorsun raftaki bütün o ürünlere. Böyle bir bakanlık olur mu; böyle bir sistem olur mu?
Kendi insanını kobay gibi gören kendi insanına –ki olmaması gereken bir örnek veriyorum- bir kediye bir köpeğe bir hayvana verdiği değeri vermeyen bir toplum olabilir mi? Esas tartışmamız gereken ana konulardan biri budur.
H.T: İşyeri güvenliğinde inanılmaz bir şekilde vurdumduymazlık var. Benin bildiğim kadarıyla koskoca Ege Bölgesi’nde iş güvenliğini sağlamakla yetkili 4 ya da 5 mühendis var. Bununla işyeri güvenliği sağlamak mümkün mü? Aslında Türkiye’nin en büyük sorunu şu anda biz adını koymuyoruz ama Çin’den daha beter haldeyiz.
Neden? Çünkü ben inanıyorum ki imalat sanayinin çok büyük çoğunluğu özellikle ucuz kalitesiz mallarda yüzde 40’ına yakını merdiven altında üretiliyor.
Merdiven altı demek insanları ölümle yüzyüze çalıştırmak demektir.
Çünkü merdiven altında hiçbir kural geçerli değildir
E.İ: Bu nmerdivenaltı üretim anlayışı, insanı harcıyor, emeği ucuzlatıyor, rekabeti yok ediyor,kaliteyi düşürüyor. Bu nedenle aslında bu konu için Türkiye’de belirli kurumların katılımıyla Denetim ve takip birimleri kurulmalı ve göstermelik olmamalı.

Cehaletin de ötesi ihmal var

İş ve işçi güvenliğinin olmaması korkunç bir facia ve beş kişinin ölümüne neden oldu. Yaşanan her faciada ihmal, cehaletin ötesinde denetim yetersizliği karşımıza çıkıyor. Çin de bile raslanmayacak merdivenaltı üretimi ve ucuz emek anlayışı can almaya devam ediyor. Bu böyle mi sürecek?

Bağımsız adayların seçilme şansı yok

E.İ: 12 Haziran seçimlerinde barajı aşacak AK Parti, CHP ve MHP olarak görünüyor. Bir de ülke genelinde çıkan veya çıkarılan bağımsız adaylar var. İzmir’de ise iki genel başkan bağımsız olarak oy isteyecek; İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek ile Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Genel Başkanı Osman Pamukoğlu. Bunan yanısıra 12 bağımsız var ama isimleri tanınmıyor. Bu iki ismin şansları, etki alanları, oranı ne olabilir?
E.Y: Ben İzmir’de bağımsız adayların seçilme şansını ne yazık ki az görüyorum. Bu adaletsiz seçim sisteminden dolayı, İzmir’de bir milletvekili 100-110 bin oyun üstünde bir oyla seçiliyor tek milletvekili. Bu bağımsız adaylarında bu rakama ulaşması İzmir’de çok zor. Daha yöresel ve daha geleneksel şehirlerde bu oluyor ama İzmir gibi büyük kentlerde ben bunu zor buluyorum, geçen dönemde de zaten İzmir’den hiçbir bağımsız seçilemedi. Etkilemeye gelince elbette bu bazı partileri etkileyecek bana göre Adalet ve Kalkınma Partisi’ni etkileyecek
H.T: İzmir’de bir bağımsızın seçim kazanma şansı hiç yok. Biliyorsunuz İzmir’de de BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar var. Ama kazanma şansları yok. İstanbul’da, Güney ve Doğu Anadolu’da kazanıyorlar ama İzmir’de şansları yok. Doğu Perinçek ve Osman pamukoğlu’nun da öyle.
Doğu Perinçek oy alacaktır, ama milletvekili olmaya yetecek oranda olmayacaktır. Ben bu bağımsızların oylarının CHP’yi de, Ak Parti’yi de MHP’yi de etkileyeceğini düşünmüyorum.

Başka partilerden oy alırlar

E.İ: Halen cezaevinde bulunan Doğu Perinçek taraftarları şimdiden kampanyaya başladı. Osman Pamukoğlu ise belirli çevrelerde etkisini koyacaktır. İki isimden Perinçek tabii ki daha önde. Çünkü İzmir’de oluşturulan Cumhuriyetçi Güçler Birliği, bir önceki ÖDP gibi sandığa etkili olmaya çalışacaktır. Bu durum ise solda oy kaybını getirecektir. Dolayısıyla CHP etkilenecektir. Osman Pamukoğlu da aynı şekilde sol için küçük de olsa bir etken. Seçilme şansları zayıf gibi görünse de önemli miktarda oy alacaklarını sanıyorum. MHP değil ama AK Parti, milletvekili oy dağılımına göre karlı çıkacak taraftır.
E:Y: Evet AK Parti’yi etkilemez. Onların alacağı oylar bana göre CHP kanadından gidecek oylardır. İki genel başkan biraz CHP’yi, biraz da MHP’yi etkileyecek. Ama özellikle BDP’nin desteklediği adaylar AK Parti’yi etkileyecekler ve İzmir’de BDP destekliler bildiğim kadarıyla en az 40-50 bin oy alıyorlar.
Eğer olmasalardı, bu oyların AK Parti’ye gitmesi kaçınılmazdı. Seçileceklerine inanmıyorum keşke seçilseler de İzmir’de demokrasinin temsil gücünün farklı partilerden olduğu gösterilseydi. Ama, zor. Güneydoğu ve Doğu illerinde 40 bin oya bir milletvekili çıkarılabiliyor ama İzmir’de bu rakam çok çok üzerinde.
Dolayısıyla bu rakama ulaşmak zor gibi geliyor. İzmir’de en az 110-120 bin oy gerekiyor.

İlanlarda “var” denilen şeyler gerçekten var mı ?

Bilboardlardaki ilanlar İzmir’de her şeyin olduğunu söylüyor. Ancak Başkan, “Bu şartlarda ben de Manisa’ya yatırım yapardım” diyor. İzmir’de gerçekten gelecek var mı? Bunu üniversitelerde gençlere soralım bakalım ne cevap alacağız?

E.İ: Tek kelimelik yanıt verir misiniz?
E.Y: hangi soruya, kime, ne için?
E.İ: İzmir’de potansiyel var mı?
H.T: Evet
E.Y: Evet
E.İ: Bence de evet. Şehirde bir enerji var mı?
H.T: Evet
E.Y: Evet
E.İ: Katılıyorum, evet. Güç var mı?
H.T: Tartışılır, zorlanırsa olabilir.
E.Y: Varsa da kullanılmıyor o nedenle yok.
E.İ: Gelecek var mı?
E.Y: Gençlere göre yok, anlatacağım.
H.T: Bir kentin geleceği olmalı, olmazsa bu kentte herşey bitmiş demektir.
E.İ: Peki, yatırımı, morali, gücü, enerjiyi, potansiyeli harekete geçirecek hizmet var mı?
H.T: Az.
E.Y: Tartışılır.
E.İ: Bence de tartışılır.
Direkler bilboardlar ilanlarla süslenmiş. Hepsinde “Potansiyel, gelecek, güç, moral, hoşgörü, destek var” yazıyor. Bunu tartışmamız lazım.
İki Bakanımız neredeydi?
Bir de bu hafta Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu teşvikler yüzünden şahsen İzmir’e yatırım yerine Manisa’yı tercih edeceğini söyledi.
Kentin konsantrasyonunu artırmak için ilanlar vereceksiniz, sonra bunu söyleyeceksiniz?
E.Y: O çelişki bana göre siyaseten. Bence AK Parti’nin düşünmesi gereken bir çelişki. Aziz Kocaoğlu’nun düşünmesi gerekemiyor. Sayın Bülent Arınç gücünü göstererek Manisa’yı teşvik bölgesine aldığı zaman iki bakanımız ne yapıyordu?
Ben de bunu sorarım o zaman.
H.T: Aziz Kocaoğlu bunu söylemekte yerden göğe kadar haklıdır. Çünkü işadamı yaptığı yatırımın ne kadar sürede, nasıl geri dönüş sağlayacağını, kazancını hesap etmek zorundadır. Manisa’yı teşvikli il yapıp, İzmir’i bunun dışında bırakmak bugünkü hükümetin ayıbıdır.
Aziz Kocaoğlu bunu söylerken İzmir’i kötülemek anlamında değil, hükümeti eleştirmek amacıyla söylemiştir. Zaten dikkat edersen Sayın Kocaoğlu da her konuşmasında “Biz Ankara’dan para değil, sanayi ve turizm yatırımlarında eşitlik istiyoruz” demektedir.
E.Y: “Teşvik ve eşit muamele istiyoruz” diyor.
H.T: Anlattığını herkes anlıyor mu? Anlıyor.
E.Y: Burada şuna da dikkat etmek lazım. Dünyanın en pahalı enerjisini, en pahalı telekomünikasyonunu kullanıyorsan, en pahalı işçi üzerindeki vergileri ödüyorsan elbette işveren nereden beş kuruş tasarruf edeceğinin hesabını yapar.
E.İ: Bence de İzmir’de gelecek, potansiyel ve her türlü olanak var ama... İşte herşey o ama içinde saklı. Biz yatırımcı, dışarıdan gelecek sermaye sahibi için neyi ne kadar kolaylaştırabiliyoruz.
Madem herşey var, neden hep kentin geriliğinden söz ediyoruz. Neden yatırımsızlıktan, istihdam yaratamamaktan şikayet ediyoruz. Şimdi tekrar soruyorum; İzmir’de gelecek var mı?
E.Y: Bir dakika. Onu ayrıca tartışacağız. Her zaman burada bu konuyu gündeme getiriyoruz. Özellikle gelecekten anladığımız ne? Git ‘İzmir’de gelecek görüyor musunuz?’ sorusunu üniversite kampüslerinde öğrencilere sor.
Alacağın cevap yüzde 99.9 hayırdır. Mühim olan tabelalara ‘gelecek var’ yazmak değil, önemli olan bunu gelecek kuşaklara hissettirmektir.
Biz bunu hissettiremiyoruz. Çünkü çocuklar geleceği bu kentte görmüyorlar. Çünkü kentte yatırım yok. Yatırımcı yok. İyi niyetle de yatırıma gelenleri de özellikle bazı ilçe belediyeleri bürokratik işlemlerinden dolayı İzmir’e geldiklerine pişman ediyorlar.
H.T: İstanbul, Ankara’da veya Türkiye’nin dört bir yanındaki iş adamına sormak gerek değil mi?
E.Y: “İzmir’de gelecek var” dersen o da ‘yok’ der. Başta Şahenk olmak üzere, Folkart Grubu olmak üzere, Özdilek olmak üzere İzmir’e geldiklerine geleceklerine pişmanlar. Biz gazeteciler kendimize ait bir çevremiz var. İş adamlarının kendi çevreleri var. İstanbul’da oturdukları zaman İzmir’in bu sıkıntısını tartışıyorlar. Özellikle Büyükşehir Belediyesi’ne çok görev düşüyor ama ilçe belediyelerde insanları canından bezdiriyorlar.
İlçe belediyelerinin de kendine düzen vermesi lazım bu konuda. Yatırımcının önünü açmıyorlar.
H.T: Ben izmirin geleceği var diyorum ve Erol Yaraş’tan farklı düşünüyorum. Çünkü İzmir’e bütünsel bakıyorum ve konuşulan projelerin uygulamaya geçmesiyle hareketleneceğini sanıyorum.

Kaçan İzmir’e gelecek

E.İ: İzmir’i geleceği tabii ki var... Bakın beyler, iddialı birşey söylüyorum. İstanbul taştı, taşanların da hepsi İzmir’e geliyor. Ankara tercihlerinde yok... Seçim sonrasında bunu açıkça göreceğiz.
H.T: Devam ediyorum. İzmir-İstanbul otoyolu, İzmir-Ankara hızlı treni ve diğerleri. Bunlar önümüzdeki en geç 7-8 yıl içinde tamamlanacak projeler. Bittikten sonra İzmir 15 yıl içerisinde en çok yatırımı alacak, büyüyecek ve zenginleşecek.
Bu güne kadar yerel yönetimlerin ve sivil toplum kuruluşlarının projelere karşı açtığı davalarla çok sıkıntılar yaşıyoruz ve zaman kaybediyoruz. Ancak buna rağmen bir örnek vereyim. Bir büyük firma, Bayraklı’da gökdelen yapıyor. Şu anda temel kazıkları çakılıyor. Ortada kaba inşaat bile yokken önemli bölümünün satışı tamamlanmış.
Bu durum İzmir dışındaki kişilerin kente bakışlarını ve yatırıma hazırlandıklarını ve yerleşmeye hazırlandıklarının işareti diye düşünüyorum. Bir gelecek var ama bu geleceğin hep beraber önünü açmamız lazım.
İzmir, artık engelleyen, yolları tıkayan, zorluk çıkaran bir kent değil, yaşamı ve yatırımı kolaylaştırıcı bir kent olmalıdır.
E.İ: Tabii ki hukuk uygunluk şartıyla...

Milletvekili adayından1.5 yıllık maaşı isteniyor


E.İ: AK Parti İzmir il Başkanı, milletvekili adaylarından istedikleri rakamı açıkladı. İlk altı sıradakiler 100 biner TL, sonrakiler 25 bin TL. siyasette ilk kez böyle bir açıklama ve rakam görüyorum. Nereden bakarsan bak; acayip, tutarsız, siyasetin özüne, etiğine yakışmayan bir pazarlık gibi. Ya adamın parası yoksa, kredi mi çekecek? Evini mi satacak veya birine gidip, “Kardeşim bu parayı ver. Sonra bir şekilde bu işi öderiz” diye minnet mi borçlanacak?
H.T: Bence tamamen yanlış ve ayıp...
E.Y: Bir de şu yüzden doğru değil, eğer biz o insanın tarafsız bir şekilde milletvekilliği yapmasını istiyorsak o insanın Türkçe olarak söylüyorum bir takım insanlara gebe kalmaması lazım. Eğer bu insanlar kendi ceplerinden paralarını ödemeyip de başkalarından bu parayı alıp yatıracaklarsa, ister istemez parayı aldıkları o insanlara bir diyet borçları olacak. O diyet de, milletvekilleri neden iş takipçisi oluyorlar cümlesi orada yatıyor zaten.
H.T: 100 bin lira dediğin para bir ev fiyatı.
E.Y: Niye veriyorlar, neden isteniyor bu para?
H.T: Partiye yardımmış.
E.İ: Hesaba vurursak, 1.5 yıllık maaşını verecek? Ne yiyecek, ne içecek? Yorumu halkımıza aittir.
E.Y: İktidar partisi, devlet hazinesinden dünya para alıyor. Tamam harcamaları var ama bunun anlamı yok. Hazine yardımı partilere adaylardan para alınmadan kampanya yürütülsün yapılıyor. O zaman hazine yardımları kesilsin. Bu koşullarda benim vergimle ödenen hazine yardımı kaldırılsın. Baktığın zaman az buz para değil. Bugünkü para ile milyarlar partilere dağıtılıyor. Bu parayı veren adayın, TBMM’ye girdikten sonra iş takibi yapmaması, ihale koşturmaması mümkün mü?
E.İ:Anlayacağınız. Benim gibi işçi emeklisine, esnafa, ev kadınına, öğrenciye veya dar ve orta gelirlilere siyaset yapma etiketlendi. Örneğin bu rakam CHP’de 15 bin lira olarak telaffuz edilmiş ama resmi açıklama ve mecburiyet yok galiba
H.T: İyi haftalar.

Yazarlar