En 'Ben bürokrat değilim, güç meslekle gelmez'

'Ben bürokrat değilim, güç meslekle gelmez'

09.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

'Ben bürokrat değilim, güç meslekle gelmez'

Ben bürokrat değilim, güç meslekle gelmez





Engin Akçakoca herhalde dünyanın en yalnız işine sahipti. Hala yalnız, ancak artık bir işi de yok. Konuştuğumuz sırada, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'ndaki (BDDK) başkanlık görevinden istifa edeli daha iki saat olmuştu. Atatürk Bulvarı'ndaki, eski İş Bankası merkez binasına sıkışmış olan büyük bir personel kadrosunu yönetmeye alışmış olan Akçakoca, şimdi Bilkent Oteli'nin boş lobisinde bir o yana, bir bu yana yürüyordu. "İstifa ettim" diye açıkladı, ve yaptığı işin farkına iyice vararak "İstifa ettim" diye tekrarladı.
BDDK, Türkiye'nin krizden kurtulmak için gösterdiği çabanın tam merkezinde yer alıyordu. Dünya piyasaları, bankacılık sektörünün bu kuruluş sayesinde israf ettiği önemli bir varlığı yeniden kazandığını iddia etmişti. Merkez Bankası gibi, BDDK'nın bağımsızlığını da, Türkiye'nin eski, siyasi sırt sıvazlama ve masa altından iş yapma alışkanlıklarına dönmeyeceğinin bir garantisi olarak görüyordu.
Engin Akçakoca, savaş sonrası Türk tarihindeki en kötü krizden sonra, Mart 2001'de BDDK'nın başına geçti. O sıradaki işi ona, bir savaş sonrasında ölülerle yaralıları birbirinden ayıran bir ambülans görevlisininkini andırmış olmalı. Çürük bankalara el koydu, birini tasfiye etti, bazılarını sattı, diğerlerini de birbirleriyle birleştirdi. BDDK daha sonra da, kalan bankaların daha faydalı kurallara uyarak çalışmasını sağlayacak, düzenleyici bir çerçeve oluşturdu.

'Kendimi nasıl mı hissediyorum? Rahatladım' diyor
Bütün bu işler bittikten sonra Engin Akçakoca kendisini nasıl hissediyordu peki?
Bu, üzerinde düşünmesi gereken bir soruydu. Sanırım hâlâ o kadar çok adrenalin pompalıyordu ki, pek bir şey hissedemiyordu. Görevinde bulunduğu iki buçuk yıl boyunca, 2 bin 657 kararın sorumluluğunu üstlendiğini okumuştum; yani hiç tatile çıkmasa ve haftasonunda hiç izin kullanmasa bile, bu inanılmaz bir şekilde, günde neredeyse üç karar ediyor.
Röportajımız sırasında, kısa bir süre sonra, sıradan bir vatandaş olarak başlayacağı yeni hayatında kişisel güvenliği için birtakım ayarlamalar yapması gerekti. Günde bu kadar çok karar veren bir insanın kuşkusuz düşmanları da olacaktı. Akçakoca'nın verdiği bu kararların bir çoğu, zengin ve güç sahibi insanlar için bazı sonuçlar doğurmuştu. Bunlar, aynı zamanda sıradan yatırımcılarla, sıradan çalışanları korumayı da amaçlayarak verilmişti. Bu gazeteye 250 bin TL ayıran birinin BDDK'nın çalışmalarından etkilenmemiş olması mümkün değil.
"Nasıl hissediyorum? Rahatladım" diyor Akçakoca.

Benim tanıdığım tek dünya bankacılık dünyası
Sonunda biraz dinlenebilecek, ama sonra ne yapacağı hiç belli değil. Ne yapamayacağı ise biraz daha belirgin: En azından iki yıl boyunca bankacılık yapamayacak. Bu, Bankalar Kanunu'na bağlı kararlardan biri ve buna karşı gelmeyi kesinlikle düşünmediğini söylüyor. Ama bu o kadar kolay olmasa gerek. "Benim tanıdığım tek dünya, bankacılık" diye anlatıyor. Belki bir telefon alıp, bir arkadaşıyla bir ofis paylaşabileceğini düşünüyor.
BDDK'nın başkanı, siyasi müdahaleleri engellemek için altı yılda bir atanıyor. Akçakoca bu sürenin yarısını bile doldurmadan işinden ayrılıyor. "Kalmam mümkün değildi" diyor. Detaylara girmek istemiyor, ama hükümetin, İmar Bankası'nın çöküşünden sonra yüzecek kafaderisi aramakta olduğu, öyle büyük bir sır değil. Bu olay, zaten borca girmiş olan Hazine'nin, yatırımcılara paralarını ödeyebilmesi için bir 6 milyar dolar daha bulmasını gerektirdi. Daha basit bir açıklama şu olabilir, Akçakoca görevine Kemal Derviş tarafından getirilmişti; şimdiki hükümet ise kendi adamlarını atamak istiyordu.

BDDK'nin bağımsızlığının tehlike altında olduğuna inanıyor
Nasıl tango yapmak için iki kişi gerekiyorsa, Akçakoca, herhangi bir istifada da iki tarafın bulunduğunu vurguluyor. "İstifa eden kişinin aklından geçenler var, ama aynı zamanda ayrıldığı bir çevre de var" diyor. Saklamaya çalışmadığı konu ise, BDDK'nın bağımsızlığının tehlike altında olduğuna inanması. Bu fikir yayılırsa, bütün bu düzelme çalışmaları ciddi şekilde boşa gidebilir.
"BDDK'nın bağımsız olabilmesi için, başkanının kendisini bağımsız hissetmesi gerekir. Bu da yönetim kurulu üyelerinin bağımsız bir şekilde hareket edebilmesini gerektirir."
Kendi yardımcısı Teoman Kerman'ın geçici olarak görevinden uzaklaştırılmasıyla sonuçlanan, kapalı kapılar ardında olup biten tartışmalar hakkında bu kadarını söylemekle yetiniyor. Teoman Bey, İmar Bankası'nın kapanmasıyla ilgili olayları inceleyen Başbakanlık Teftiş Kurulu'nun baskısıyla görevinden uzaklaştırılmıştı. Akçakoca ise Teoman Kerman'ı sağ kolu olarak tanımlıyor ve onun dürüstlüğünden emin olduğunu söylüyor.

İmar'da 'daha erken hareket edemezdik' diye düşünüyor
Engin Akçakoca aynı zamanda İmar Bankası olayının, başkanlığını yaptığı kuruluşun çalışmalarının üzerine bir gölge düşürdüğünü de kabul ediyor. "Sonuç olarak, BDDK'daki 'B', bankacılığı temsil ediyor ve insanlar bizi sorumlu tutuyor."
Bu olaydaki sahtekarlık insanın gerçekten afallamasına sebep olacak kadar karmaşık ve büyüktü; bu kadar uzun süre kimsenin neden bunu farketmediği de doğal olarak sorulacaktır. Ancak Akçakoca, BDDK'nın daha erken hareket edemeyeceğini de vurguluyor. Sonuç olarak, İmar Bankası sahiplerinin bütünüyle dürüst olmadığına dair bir şüpheden öte, zimmete geçirme ve dolandırıcıkla ilgili sağlam kanıtlar bulmaları gerekmişti.

'İmar'ı BDDK daha ortada bile yokken yağmaladılar' iması
Koçbank'ta genel müdürlük yaptığı günlerden kalma iş arkadaşları Engin Akçakoca'nın dürüst ve teknik bir insan olduğunu söylüyorlar; teknik bakımdan sağlam ve işleri kitabına göre, kanuna saygı göstererek yapan bir adam. İngilizce'de şöyle bir deyim var, "Hırsızı ancak hırsız yakalar." Ama belki o hırsız yakalayacak hırsızlardan değildi. Uzanları durdurmak konusunda başarısız olmak konusunda yalnız da değildi.
Akçakoca, "Bu ülke, İmar'ın sahiplerine GSM ruhsatları, elektrik santralleri ve çimento fabrikaları sattı" derken, bir yerde bankanın, BDDK varolmadan çok önce, hissedarlarının hesaplarını yağmaladığını ima ediyor.

BDDK'nın imajının hükümete 'çekici' gelmediğine inanıyor
BDDK'nın hırpalanmış imajını düzeltmek için zaman ve enerji gerekeceğini kabul ediyor. Ancak, bu imajın zaten bugünkü hükümete hiçbir zaman fazla çekici gelmediğine de inanıyor. "İktidar partisi, seçim kampanyaları sırasında BDDK'nın Hazine'ye maliyetinin 50 milyar dolar olduğunu ileri sürdü. Biz kendimizi ülkeyi dalgalardan kurtaran bir kurum olarak görürken, onlar bizi bir maliyet olarak görüyormuş" diyor. "Bu da olayları kavrayışımızdaki temel farklılık" diye ekliyor.
Ona göre, haksızlık, hükümetin olumlu bir reform sürecinin onlara miras kalmasıyla daha rahat bir süreç yaşamasında yatıyor. BDDK'nın çalışmaları olmasa, "Türkiye iflas etmişti. Arjantin'den daha kötü durumdaydı," diyor.

Son işi güvencenin kaldırılacağını ilan etmek oldu
O günlerden bu yana çok da zaman geçmedi. Reel faiz oranları astronomikti, devlet bankaları her gece milyarlarca doları repoya yatırıyordu ve özel bankalar, hükümetin sermayeye duyduğu açlığı tatmin edebilmek için kendilerini yüksek oranda döviz riskine sokuyordu. O günlerin geride kaldığını umuyoruz. Belki, BDDK'nın başarısının en büyük göstergesi, başkanın istifası yüzünden piyasaların bir gerginlik yaşamamış olması. Görev, hiçbir aksaklık olmadan Tevfik Bilgin'e devredilebildi.
Akçakoca'nın görevindeki son haftaları oldukça yoğun geçti. İmar Bankası'ndan paralarını almak için bekleyenlerin faydalanacağı bir ödeme planını onayladı. İstifa etmeden iki gün önce de, BDDK, İmar gibi bankalar için, hırsızlık ehliyeti gibi görünen bir durumun sona erdiğini açıkladı. Gelecek Temmuz'dan itibaren, müşterilerin bankalara sadece daha fazla kâr oranları için bakınmaları yetmeyecek; güvenebilecekleri bir banka da aramak zorunda kalacaklar, çünkü hükümet 50 milyar TL'nin üzerindeki tasarruf mevduatını sigortalamayacak.

İçine düştüğü bürokratik saçmalıklara şaşırıyordu
Engin Akçakoca ile, BDDK'nın başına getirildikten kısa süre sonra yaptığımız bir röportajı hatırlıyorum. Büyük bir ofiste oturmuştu ve işlerine koşturan birçok yardımcısı vardı ama dev bir odadaki, dev bir masanın yanında küçük kalmak şöyle dursun, bana kendine biraz dar gelen bir ceket giymiş bir adam gibi gelmişti. Özel sektörden, Ankara'ya paraşütle indirilmişti ve hâlâ içine düştüğü bürokratik labirentin dolambaçlarının saçmalığına şaşırıyordu. O döneme ait, önemsiz gibi görünebilecek ama canını sıkan bir şikâyetini ona hatırlattım. Yüksek seviyedeki çalışanları için araba almak istiyordu, ama daha fazla şoföre de para vermek istemiyordu. Ancak, birtakım yönetmeliklere göre her yeni araba için, yeni bir şoför de alınması gerekiyordu ve Akçakoca bu soruna bir türlü bir çözüm bulamıyordu.

'Pamukbank'a el koyarken kimseden izin istemedim'
Bu, bir seçimden az önce, ülkenin en önemli sanayi gruplarından birinin sahip olduğu Pamukbank'a el koyan adamdı. "Kimsenin iznini istemedim" demişti. Uzan imparatorluğunu taşıyan çürük duvara bir tekme atıp onu dağıtmak, insanlık tarihinin belki en büyük banka dolandırıcılığını ortaya koymak konusunda belki biraz geç kalmıştı, ama en azından bunu yapabilmişti. Bu adam kuşkusuz şoförleri işe almadan, arabaları almanın da bir yolunu bulmuştu. "Yok, onu çözemedim" dedi. "Bu, daha köklü bir sorunun bir parçası."
Bu sorunun, hükümet ve bürokrasinin tek mülkiyeti olduğunu söylemeye hazır değil. Kuşkusuz, ille de yasadışı olmasa da, tedbirsiz ve ahlâksız özel bankacılık işinin bir sonucu olarak, dağlar kadar biriken evraklarla uğraşmak zorunda kalmış biri, Türkiye'nin özel sektörünün kendi reklamını yapmak için türettiği "Ankara - bürokrat - kötü; İstanbul - işadamı - iyi" mitini takip etmeyecek.

Belki biraz şaşırtıcı bir şey, ama Akçakoca İstanbul'a kin besler bir şekilde dönmüyor; ayrıca bürokrasi içinde geçirdiği zamandan dolayı pişmanlık da duymuyor. Onun bu son görevi süresince değişen belki de, iki dünyanın da -iş ve hükümet dünyalarının iyi yanlarını almak gerektiğine dair gelişen yeni düşüncesi. "İş bitirmek için gerekli olan vizyona sahip olmak için bu ikisinin bir karışımı gerekiyor" diyor. Ama, mesleğinin o ihtişamını, o güç duygusunu da özleyecek, değil mi? Sanmıyor aslında: "Ben bürokrat olacak adam değilim... Güç, insanın mesleği ile edinilen bir şey değil; insanın kişiliğinde olan bir şey."




BUSINESS


Akbank'ta zorlu bir kaptan, Türk filmi izlerken ağlayacak kadar da duygusal
Kumbaramı geri istiyorum
Eşi de, işi de Ortadoğu'dan
Yaşar'da aktif yönetim kızlara Selim Yaşar 'Aile Meclisi'ne
Bursa'nın kestanesi okka çeker beş tanesi
Gayrimenkul ve iştirak hissesi satışındaki istisna yıl sonunda bitiyor
'Noel Anne' Genel Müdür, Emirates'i yükseklere uçurdu
5.5 milyon kapı çaldı, satışlar patladı Fransız ortak hayrete düştü
Marka gözlüğe 15 milyon dolar
Bütün markalar 'dünya markası' olmak istiyor 'farklılık' unutuluyor
Çalışanlara göre işyerlerinin sadece yüzde 24.8'i 'iş etiği'ne özen gösteriyor
Halk, adam yerine koymayanı affetmez
'Koca bulmaya gidiyorsun' diye ABD vizesi vermediler, Meksika'da emlak kraliçesi oldu
İpekyolu kervansaraylarının yerine dört modern otel yapacak
İki yıl bankacılık yapamayacak Belki bir telefon, bir ofis...
İnternetten 51 ülkeye çiçek gönderiyor
Guccı mi okumak istersiniz, euro'nun yeni patronunu mu?