En Ne sihirdir ne keramet, reklamcıda maharet

Ne sihirdir ne keramet, reklamcıda maharet

19.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Ne sihirdir ne keramet, reklamcıda maharet

Ne sihirdir ne keramet, reklamcıda maharet






Reklamcılık 1990'ların en parlak mesleklerinden biriydi. Büyük bütçeli televizyon reklam filmleri, şöhretlerin yer aldığı kampanyaları, mankenleri, çocuk yıldızları, sloganları, yaratıcı ödülleri ve ünlü reklamcılarıyla dışarıya büyülü bir dünya imajı yansıtırdı. 2000 yılında altın çağını yaşarken, tarihinin en büyük krizi ile sarsıldı. Ekonomi daralınca pek çok şirket pazarlama yatırımını azalttı veya kesti. Krizi büyümek için bir fırsat olarak gören pek çok kuruluş ise düşük tarifelerle büyük kampanyalar yaparak pazar paylarını artırdı.
Son dönemde, canlanan sektör yaratıcılık açısından yeni bir döneme girmiş görünüyor. Uluslararası yarışmalardan Türk şirketleri ödülle dönüyorlar.
Milliyet Business, Türkiye'deki pazarlama iletişimine yön veren büyük kuruluşların ajans başkanlarıyla birlikte bazı temel kavramları birlikte sorgulamak için bir toplantı düzenledi. Çıkan tabloya göre, tüm başkanlar 'Reklam harcamadır, yatırımın belli bir bölümü ziyan olur' iddiasına karşı çıkıyor, 'Hayır, kötü reklam bile iş yapar' diyor. Katılımcıların tümü, önümüzdeki birkaç yılın toparlanmayla geçeceğini belirtirken, endüstrinin canlanması için herkesin uzun vadeli planlama yapması gerektiğini vurguluyor.

Kopya eleştirisi paranoya
Tartışılan üçüncü nokta, sektöre yöneltilen, bazı reklam fikirlerinin esinlenme hatta kopya olduğu eleştirilerine karşı bu konudaki hassasiyetin gereksiz olduğu görüşü kabul gördü. Bu yaklaşım 'paranoya' olarak nitelendi.
Krizi kabullenmiş, azalan gelirler ve artan taleplere karşın en iyi hizmeti verebilmek için koşullarını zorlayan reklam şirketlerinin ortak bir derdi olduğu da bu toplantıda bir kez daha ortaya çıktı. Ajans Başkanlarının tümü, reklamverenlerin başarılı fikirleri değerlendirebilecek ve kendilerini daha iyi anlayabilecek, pazarlama dünyasını ve dinamiklerini bilen kişiler olmasını diliyorlar. Yaratıcı pek çok fikrin, deneyimsiz ve eksik bilgiye sahip reklamveren temsilcileri tarafından yok edilmesinden duyulan sıkıntıyı
dile getiriyorlar.
Reklam endüstrisi aslında "yarattığı katma değerin kendisi de henüz farkında değil." Reklam bütçelerini kısan ama sürekli daha da fazla talepte bulunan reklamveren aslında kendi bindiği dalı kesiyor. Reklamveren tüketicisiyle kuracağı ilişkinin kalitesini yüksek tutabilmek için hizmet aldığı kuruluşlardaki insan kalitesinin yüksek olmasını sağlamak zorunda.

Kişisel beğeniye göre reklam
Pazarlama iletişimi, araştırmalara ve sayılara bağlı olması gereken bir sektör. Bu yüzden bilimsel bir altyapı gerekli. Öte yandan binlerce mesaj arasında bunalmış, reklam izlemek istemeyen, izlese bile mesajları kaydetmeyen tüketicilerin dikkatini çekebilmek için özgün fikirlere gereksinim var. Pek çok yerli kuruluş yönetiminin kişisel beğenisi doğrultusunda taleplerde bulunuyor ve ajanslar reklamvereni memnun edecek çözümlere zorlanıyor.
Oysa, ürünlerin birbirinin aynı olduğu ve ancak marka değerleriyle ayrışabileceği bir dünyada, uzun vadeli düşünmek ve tüketicilerin gereksinimleri anlamak çok önemli.
Önümüzdeki yıllarda, tüketiciler değişecek, mecra kullanımında yenilikler gözlemlenecek, ancak değişmeyecek tek bir gerçek var o da fark yaratan, katma değer sağlayan fikirlerin önemi.

'Reklam bütçemin yarısı boşa gidiyor' gibi yakınmalar oluyor. Siz ne diyorsunuz, reklamın boşa gittiği olur mu?
Davutoğlu: Bence çok azı boşa gidiyor. Doğru yapılırsa bir kuruşunun bile boşa gideceğine inanmıyorum. Eğer araştırmalara kulak asmıyorsak, stratejik planlamaya önem vermiyorsak, reklamın boşa giden kısmı artıyor.
Ama ciddi geri dönüş sağlayan, artı değer katan ekonomiyi büyüten büyük bir etkisi olduğuna inanıyorum.
Kılıç: Ben de yarısının boşa gittiğine inanmıyorum. Satın alma davranışlarını araştıran çok kaliteli metotlar, hatta uluslararası reklam verenlerin geliştirdiği araçlar var. Bunun sonucunda hiçbir kuruşun boşa gittiğine inanmıyorum. Ben o lafı ilk duyduğumda anlamamıştım.
Erden: Her kuruşun en iyi nasıl kullanılacağı tarafındayız. Boşa gitmiyor da en doluya nasıl gittiğinin derdindeyiz. Pazarlamanın sonunda kâr olmak zorunda. Doğru dürüst bir kampanyanın orta düzeyde bir fabrika kurabilecek olduğunu varsayarsak, masa etrafındaki herkes de o büyüklükteki paralar için en az bir fabrikanın kuruluşundaki hesaplar kadar hesap yapmak zorunda.

350 milyar dolarlık bir endüstri
Gençsu: Bu lafta, sanki amaç reklam yatırımının tamamının geri alınmasından ibaretmiş gibi bir varsayım var. Oysa doğru reklam, yatırımın boşa gitmemesini sağlamak değil kat kat geri alınmasını sağlamak. Reklam ölçülen bir ticari faaliyet. Biz sihir yaratıyoruz. Birbirinden hiç farkı olmayan iki üründen birinin on kat daha fazla satmasını sağlıyoruz. Yaratıcı endüstrinin işi bu. Bu tartışmayı katiyen kabul etmiyorum. Tabii ki yanlış reklamda tamamı çöpe gider. Bu lafın tedavüldan kalkması lazım. 350 milyar dolarlık bir endüstriden söz ediyoruz. Beş kuruşunun dahi çöpe gitmediğini düşünüyorum.
Mc Millen: Reklam, şirketler için doğal bir vergi olarak nitelendiriliyor. Ne kadar az reklam verirsek o kadar iyidir. Bu yöresel ve mahalli bir düşünce. Amerika'nın en büyük endüstrisi yaratma endüstrisi, biz de bir parçasıyız. Katma değer yaratan bir sektörüz. Arabanın gitmesi için benzine ihtiyacı varsa şirketlerin büyümesi için de reklama ihtiyacı var. Reklam masraf olarak algılanıyor, yapmasak da olmaz mı diye düşünülen bir sektör.
Mısırlıoğlu: Ne yazık ki boşa gitmiyor. Bütün dünyada yatırım yanlış değilse kötü reklam da iş yapıyor, ama amacı o yatırımı kat kat geri almak, markayı yukarı çekmek. Dolayısıyla bu hava kötü reklamların yaşamasına yol açıyor. Yaratıcılık olmasa da oluyor. Ama marka değerleri bir türlü oluşamıyor. Onun için en kötü durumda bile geri geliyor ve bu iyi bir şey değil gibi gözüküyor.
Gülçelik: 10 - 15 yıl geriye gittim, hiç düşünmediğim bir laftı bu. Anlayamadığım gibi bugün böyle bir şey olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Gerçekten marka odaklı çok büyük çapta işlerden konuşuyoruz. 80'lerde üretici odaklı konuştuk, 90'larda tüketici odaklı baktık. 2000'li yıllarda ürün performansının ya da teknolojinin çok fark yaratmadığı bir yerde artı değer marka değerinden geliyor. Bir bakış açısı masraf kalemi diye bakmak reklama. Sonuç alınmadığı zaman bu çalışmaların tamamını bırakıp sadece satış odaklı çalışmalar yapılıyor.
Medina: Modası geçmiş bir kavram üzerine konuştuğumuza inanıyorum. Kısmen israf boyutlarına varan eğlence taraflarının devreye girmesiyle böyle sorgulamalar oldu. Hakikaten modası geçmiş anlamsız bir şeyi tartışabiliyoruz. Bir tek şey ekleyeceğim, ne yazık ki ne yaparsan yap işe yarayabiliyor. Marka çöplüklerinin dolmuş olması ülkemizde israfın bir neticesi. Çünkü eğlence kafasıyla hareket edip salt tepkilerden yola çıkılarak reklam yapıldığı takdirde yüzde 50'si değil tümü çöpe gidiyor.


Türk reklam endüstrisini ne bekliyor? Önümüzdeki birkaç yılın nasıl geçeceğini düşünüyorsunuz?
Medina: Krizde mecburen taviz vermiş endüstrinin toparlanması zaman alabilir. Kriz gerekçesiyle aldıkları hizmeti değerinin çok altında almaya çalışan reklamverenlerin, eninde sonunda yine bedelini ödeyecekleri bir yere gelineceğini bilmeleri gerekir. Kaliteye ulaşamadıkları an zarar görecek olan markalarının değeri olacak. Önümüzdeki bir iki yılı çok da parlak göremiyorum.
Gülçelik: Önümüzdeki bir iki yılı ben de çok büyük bir rahatlama şeklinde görmüyorum. 2000 yılı gelişmeleri çok ciddi yaralar bıraktı. Ancak reklam veren, medya, bizler cephesinde olumlu yönde bir adım atıldığını da görüyorum. 2004 çok kolay bir yıl olmayacak.
Mısırlıoğlu: Krizde amaç günü kurtarmak olunca kimse markası sonsuza dek yaşayacakmış gibi davranmıyor. Nike'ın patronunun daha fazla kazanayım kaygısında olduğunu sanmıyorum. Markasıyla bağı romantik denebilecek bir ruhta. Türkiye'de bir türlü devreye giremiyor bu anlayış.
Gençsu: Siyasi ve ekonomik gidişata göre sektörün geleceği belirlenecek. Bizim işimiz Avrupa ve ABD'yle çok bağlantılı. Sektör yabancı sermayeyle ayakta kalabilir.
Erden: Enflasyon düşüyor, global markaların ve bazı dayanıksız tüketim mallarının dışında marka yapmanın gereği kalmadı. Önemli olan stoku eritip imalatı satabilmek. 180-210 günlük vadeli bir satışta reklama yer yok. Ama 2 - 3 sene içinde, gerçekten aylık yüzde birler gibi enflasyona gelindiğinde, o zaman sihrimiz ortaya çıkacak, ayırıcı faktör, sıfır faizle 12 ay vade yapmaktan çıkıp markanın taşıdığı değerler üstünden bir şeyler söylemekle olacak.
Kılıç: 2 milyar dolar mevzusunu ortaya biz attık. Gelişmekte olan ülkelerde reklam harcamaları GSMH'nın yüzde 1'inin altında değil. Türkiye'de 220 milyar dolar GSMH var. Yüzde biri 2.2 milyar dolar ediyor. Reklam veren yolunacak kaz, versin paraları da 2 milyar dolara çıkalım diye bir hava esiyor. Bu ekonominin malını doğru dürüst pazarlaması için 2 milyar dolar reklam gerekiyor.
Davutoğlu: Küreselleşmenin etkileri arttıkça etkili reklama daha büyük bir rol düşecek. Ne kadar tüketicinin kalbine ve beynine giden yola hayat biçimini verebilirsek reklamın önemi o kadar artacak. 2004'te sihirli değnek etkisi beklemiyorum ama bir şeylerin iyiye gideceğine inanıyorum. Yerel markalarla çok katedecek yol var.
Mc Millen: Reklam sektörünün gücü uzun vadeli düşünmek, marka inşa etmek. Şu anda bu hafta tahsilat iyi gitti, öbür hafta otobüs kiralayalım gibi bir zihniyet var. Rekabet sektörüne dönersek bu 2 milyar doları ölçeğini sanki biz talep ediyoruz. İkna etsek kimi ikna edeceğiz?

Zaman zaman konuşulan 'kopyacılık' iddialarına ne diyorsunuz? Yaratıcılık nerede başlayıp nerede bitiyor?
Mısırlıoğlu: Bu konuda bir hassaslık var. Yaratıcılığın gökten zembille inmediği bir gerçek. Üzerine bir şey koymayı becermiş bir sürü reklam örneği var. Mesela Beko'nun dinozoru vardı, çöp torbasında. Aynı origami çalışması başka bir reklamda. Hangisi ürünle daha doğru ilişkili diye baktığımda bana Beko'nunki gibi geliyor. Asla arak falan değildir. Bir tür zihni harekete geçiren bir noktadır. Aynı anda insanın aynı şeyi düşünmesi çok mümkündür. Burada biz bir polisiye şeye başlarsak içinden çıkılmaz. Çok anonim şeyler vardır ve bunları kullandığınızda da bir fark yaratmak mümkündür.
Mc Millen: Hiçbir şeyin sıfırdan gelmediğini hepimiz biliyoruz. Orijinal değer yaratma bir imkândır. Bu konuda her şey söylendi diyebilirsiniz ama siz yeniden yeni ifadeler bulabilirsiniz. Fark yaratabilecek tek endüstriyiz. X reklamcı öteki reklamcıdan daha yaratıcı. Yaratıcı diyebilmek için kompleks bir tespit gerekiyor. Maalesef kendimizi kandırıyoruz. İyi olabiliriz ama orijinal iyi değiliz.
Medina: Bizde hassiyet ötesi bir durum olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. Neredeyse bir paranoya var. Yaratıcı olmak ne demek? Bütün seçim kıstaslarında özgün fikir aranır ama kanımca özgün fikir diye bir şey kalmamıştır. Bugüne kadar ortaya atılmış bütün özgün fikirlerin başka bir şekilde ortaya konmasıdır.
Akyel: Ben senin gözünü, onun ağzını alıyorum nefis bir yaratık çıkarıyorum. Sonuçta çıkan özgün ve amaca hizmet eden doğru mesaj veren bir bileşke oluyor. Bu hassasiyet Türk toplumu olarak biraz kopyacı olmamızdan kaynaklanıyor. Aklın yolunu birdir. Özgünlüğün içinde farklı olmak var. Ama esinlenme konusundaki hassasiyetin suyu çıktı. Çamur atma mekanizmasına dönüştü.
Erden: Fark yaratacak kadar farklı olmayan ürünlerle karşı karşıyayız. Ürünler birbirinin o kadar aynı oldu ki. Rekabetin hızı da zaten aradaki farkı söyleyene kadar kapanıyor. Ama maalesef yaratıcılığı genelde sadece nasıl söyleneceğe indirgiyoruz. Reklamcı yaratıcı, çalışkan olmalıdır, tembel olabilir; bilgili olmalıdır, olmayabilir. Dalga için söylemiyorum. Bu mitler geçerli değil. Bana daha önce niye grafikle ilgilendin diye sorduklarında tembelliğimden demiştim. Tabii ironik bir şey olarak söylüyorum. En yalınını düşünmek anlamında söylüyorum.

'Hassasiyet kültürel özelliğimiz'
Akyel: Bir toplantıda, önümüze legoları attılar, en uzun kuleyi kim yapacak? Tabaklar, çanaklar çömlekler... Bizim creatif direktör gayet güzel tabakları üst üste koydu, kuleyi üzerine kurdu. O başka bir beyin, benim aklıma gelmedi. Legolarla yapacaksınız diyorlar, tabak kullanamazsınız demiyorlar. İki beynin farkı. Çünkü o kural tanımıyor. Biraz anarşist olması lazım.
Gençsu: Bazı kafalar farklı çalışıyor. Çatı katında otururken, aşağıya eşarp düştü, nasıl alacağız diye düşünürken evimde çalışan kadın elektrik süpürgesinin hortumunu salladı, çekti aldı. Bizdeki hassasiyet biraz kültürel bir özelliğimiz. Batıda bir kanon var. Özgün fikir aransaydı zaten Shakespeare'den sonra bir şey yazılmamalıydı. Türkiye'de bunlar birbirine tokuştuğunda kazaymış gibi duruyor.
Gülçelik: Taklit olsun, esinlenme olsun, bazı şeylerin çalınması olsun hassasiyet yaratıyor. Markanın özünde bir fikir varsa, onun dünyasında bence yaratıcı olmak gerekiyor. Ama özünde bir şey yoksa o zaman gündem yaratacak sansasyonel olabilecek yerlere kayıyor. Biraz cesur olmak lazım. Ben açıkçası kendi dünyamda bazen acımasızca bastırıldığımı hissediyorum.

Business'ın toplantısına katılamayan Güzel Sanatlar Saatchi & Saatchi Yönetim Kurulu Başkanı Yiğit Şardan'ın aynı konular ile ilgili görüşleri şöyle:
"Artık reklam verenler 10 liralık işi üç liraya yaptırmaya başladı. Harcanan yatırımın ne kadarının boşa gittiği tartışması anlamsız. Eskiden hiçbir şekilde reklam vermeyen sektörler artık ulusal kanalda reklam yayımlıyor. Nasıl oldu? Çünkü reklam çok ucuz bir yatırım haline geldi. Artık herkes üç lirasıyla çok güzel reklam yapıyor.
Reklamcılık dünyada da sıkıntılı bir dönem geçiriyor. Reklamcılar yarattıkları katma değerin kendileri de farkında değil. Kendimizi anlatmalıyız. Reklam verenler yarattığımız katma değerin farkına varırsa daha fazla ödeme yapılır. 10 liralık işi 3 liraya almaya çalışarak sektörün kalitesini düşürüyorlar. Sonuçta o reklamı kullanacak olan firma da sıkıntı yaşar.
Bizim sektörde fikirlerimiz tescil ettirilmeli. Firmalar birçok reklam şirketi ile görüşüyor, fikir alıyor, sonra bu fikirleri geliştirip reklam yaptırıyor. Türkiye'de bir moda var ve birbirine benzer reklamlar yapılabilir. Fikir çalındığını düşünmüyorum. Ancak yurtdışındaki reklamlardan bir esinleme vardır. Örneğin İsviçre'deki ulusal bir markanın reklamından esinlenerek Türkiye'deki ulusal bir markaya reklam çekilse dahi bu iki markanın birbiri ile rekabet durumu olmadığı, hedef kitleleri farklı olduğu için burada esinlenmek sıkıntı yaratmaz. Ancak global markalar için aynı durum geçerli değil tabii. Sonuçta ticari bir iş yapılıyor. Ayrıca dünyada da fazla parlak fikir yok."

Davutoğlu: Reklam verenin üzerinde de ciddi bir baskı olduğunu biliyoruz. Ben biraz daha cesaretli ve markalara fırsat tanıyan davranışlar içinde olmalarını bekliyorum doğrusu.
Gençsu: Reklamverenler adına konuşan insanlarla tesadüfen bir araya geldim. Diyorlar ki, specialized hizmetler adı altında bize satmaya çalıştığınız şey aslında 'cross - selling'dir. Siz bir koyundan birkaç post çıkarmak için bunu yapıyorsunuz. Bu da bizim kabahatimizdir, çünkü size verdiğimiz paraları kıstık, sonunda para kazanamaz oldunuz. Büyümemiz için gereken şey fikirdir diyorlar. Bu fikri de biz uzunca bir süre reklam ajanslarında bulduk. Çünkü bütün bu hizmetlerin arasında sadece reklam ajansları yaratıcı fikir üretme odaklı müesseselerdir diyorlar. Onun için ne yapın yapın reklam ajansında tekrar bizim markamıza sahip çıkacak, fikir üretecek insanları karşımıza çıkarın. Tamam hepinize para vereceğim diyorlar, ama aranızda anlaşın, markama sahip çıkın, ortada kalmasın, medyası bir tarafından, reklamcı bir tarafından, marketing'ci bir tarafından, PR'cı bir tarafından çekiştirmesin. Unilever'in Avrupa Başkanı dedi ki, biz karar aldık ve reklam fikirlerinin mutlaka üst düzey yöneticilerce görülmesini sağlayacağız. Çünkü biz görmeden öldürülen fikirler bizim için büyük bir ekonomik kayıptır. Türkiye'ye dönersek, reklam veren firmaların üst düzey yöneticilerinin reklam konusunda az bilgili olduğu kanaatindeyim. Bu konulara ayıracak vakitleri yok. Bu sorumlulukları delege ettikleri insanların da yetkileri ve güvenceleri yok. Yani yanlış bir karar verdiklerinde ne olacak, kim kurtaracak onları.

'Yabancılar çok kuralcı'
Mc Millen: Uluslararası bir pazarlama başladığında Türk markalarına hizmet verebilmek için dünya çapında bir zihniyete sahip olmak gerekebilir. Bizim sektör buna cevap verebilir mi, yoksa yerel destek mi almak zorundalar?
Gülçelik: Her ülke, markaları kadar zengindir ya da Türkiye'de yeterli marka olmadığını ve bu pazardan beklentilerimiz olduğunu söylüyoruz. Birbirimizden pay almanın dışında bir alan kalmadı. Esas alan yatırımcının ürünlerini marka haline getirebilmesi, dünya boyutlarına taşıyabilmesi. Peki neden böyle olmuyor? Gördüğüm en önemli fark, her Türk reklam verene yormam çok zor olur ama genelde neden bize güvenmeliler, neden para kazanmamız gerekir... Sanki böyle önceden ikna etmek, kendimizi kabul ettirmek, daha sonra o güveni kazanmak gibi bir zorluklar yaşıyoruz. 2 -3 sene doğru veya yanlış bir yatırım yapılıyor, bir yola çıkılıyor, birdenbire bütün yapılanlar geride bırakılıyor ve tekrar bir yola çıkılıyor. En büyük arzum, Türk reklamverenle çok uzun yıllar süren ciddi evlilikler, birlikte büyüme dönemlerine gelebilmek.
Akyel: Reklamveren diye karşımıza gelen daha üretici, sanayici aşamasında. Pazarlamanın düşünce sistemini bile bilmeyen bir reklamveren kesimi var. Türk reklam verenleri konteksini konuşursak yabancıların da başka problemleri var. Pazarlamanın geneline sahip çıkmadan reklama sahip çıkmalarını beklemek çok zor. Bunun üzerine ekonomik koşullar bindiği zaman zaten sabırsız bir toplumuz, çabuk sonuç alma derdi içinde, reklamlarda ertesi gün mağazalarına akını sağlamak için odaklanıyor. Yaptık olacak hemen sonuç alalım araştırma yapalım. Bir gece iki gece, bilemedin iki ay yayın yapalım sonra patlat piyasayı, yok böyle bir şey. Birçok dünya markası bugün meşakkatli bir şekilde sabırla oluşturulmuştur.

'Alt kademe reklamı okuyamıyor'
Medina: Yerel firmalara çokuluslulardan gelen insanlar avantajlarıyla geliyorlar. Çünkü gerçekten iletişim okuryazarı bunlar. Bir yandan kuralları getiriyorlar. Bir kısmı gerçekten de o firma için doğru olabilen ama başka yerde doğru olmayacak kurallar... Bu sefer bir salgın hastalık gibi her tarafta aynı şekilde konuşabilen kesim oluşuyor. Şimdi yerel firmalar da alt kademe reklamı okumaktan çok uzakta.
Akyel: Türkiye'de araştırmalar kötü kullanılıyor. Araştırma çok iyi bir 'tool' olabilecekken kötü kullanıldığı an hakikaten tam bir 'killer' halinde. Reklamı öldürmek için kullanılan bir araç haline getirildi. Doğru yönetilmeyen araştırmalarla hakikaten cinayet işleniyor.
Gülçelik: Gelişmekte olan ülkelerde reklam ajansını seçme yetkisine sahip pazarlama yöneticilerinin firmada kalma süresi ortalama 14 aymış. Dolayısıyla reklam ajanslarının çabası ileriye dönük getirisi yüksek işler planlamaktan ziyade yeni gelen insanlarla ilişkiler kurmak, onları hoş tutmak oluyor.

'Fikir israfı büyük kayıptır'
Medina: Hayattaki en hakiki mürşit fikirdir. Bunun bilicinde olması gereken reklam veren reklam ajansına bakışı içinde bunu bir veri olarak kabul ediyor. Bu adamların işi zaten fikir bulmak. Fikir hem seçilmesi çok kolay olmayan heba edilmemesi gereken bir şey. Fikir israfı çok ciddi bir kayba yol açar ve ne yazık ki ülkemizde fikir israfı konusunda biraz fazla müsrifiz. Dolayısıyla eğer reklam verene bir mesaj taşımasını istiyorsak sohbetimizin, bu konuda fikirlerin oluşmasına bir zaman tanımaları, ikincisi de onu bulabilmek onu aradan çekip alabilmek için özen göstermeleri gerekir.




BUSINESS


Tavşan da çıkarabilir misiniz?
Cüzdanıma sahip olabilirsin, duygularıma asla
Çiller, bebeğine bakıcılık yaptı kendisi Yüzyıl Işıl'ı kurdu
'Merkez Bankası'nın yiğitleri TİM'i bassın!'
eti'nin bilmecesi balla çözüldü
İşadamı ailesi ile 'örnek olmak zorunda'
İstanbul'u terketti, o artık Bodrumlu
ESSELAMÜNALEYKÜM RİSKLER!
Hobisi KOBİ'ler
Çay bardağını en hızlı biz üretiriz
Tekel'e filtre ucu, Kızılay'a oyun kâğıdı üreterek büyüdü
Öğretmen sanıyorduk doktor çıktı...
Şirketlerin 'asgari sermaye şartı'na göre sermaye artırımında tarih tereddütü oluştu
11 yaşında öksüz bir manavdı 51 yaşında 51 market sahibi oldu
iyi şarap stresli üzümden çıkar
Sanal mutfak tasarlatıp, satışını yapıyorlar
Dijital Oyuncaklar
'Sizde kriz çıkınca Rusya ve Çin'e gittik'
Tibet yolcusu kalmasın...