En 'Terör; uyuşturucu ve kaçakçılıkla finanse ediliyor'

'Terör; uyuşturucu ve kaçakçılıkla finanse ediliyor'

23.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu terör başka terör

Terör; uyuşturucu ve kaçakçılıkla finanse ediliyor





İstanbul'da meydana gelen ve 51 kişinin yaşamını kaybettiği, yüzlerce kişinin yaralandığı son dört terör saldırısı sonrasında, olayın 'polisiye' yönleri, uluslararası ilişki ve çelişkiler coğrafyasında oturduğu siyasal enlemlerin yanı sıra, 'finansman kaynakları' da tartışma konusu oldu. Sinagoglara saldırıdan sonraki kriminal teşhislerde, 'Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı' teröristlerin, 'taşeron' olduklarının anlaşılması; saldırı organizasyonunun 'maliyeti'nin büyüklüğü, 'ilişkiler ağı'nın çözümlenmesine yönelik analizler de dikkatleri 'finansman'a çevirdi. Bunu, terörün finansmanı konusundaki çalışmalarıyla tanınan İtalyan ekonomist, gazeteci Loretta Napoleoni ile konuştuk.
Napoleoni'nin "Modern Cihad: Terör Ağlarının Arkasındaki Dolarların İzini Sürmek" adlı kitabı, geçtiğimiz ekim ayında yayımlandı ve 'terörün finansmanı' konusu ile ilgilenen çevrelerde önemli bir yankı uyandırdı. Düşünürler, politik analistler, kitapla ilgili övücü değerlendirmeler yaptı. NewsWeek Napoleoni ile uzun bir röportaj yaptı. Terörizmin 'ekonomik ilişkileri, kaynakları' üzerine yıllardır çalışan Napoleoni, "Ben sadece yüzeyi kazıyabildim" diyor. Terörün finansmanıyla sistem arasındaki 'çapraşık ilişkiler'e dikkat çeken Napoleoni'nin böyle bir araştırmaya girişinin kişisel nedenleri de var:
"1990'ların başında, İtalyan Marksist bir terör örgütü olan Kızıl Tugaylar'la 30 yıllık sessizliğin ardından röportaj yapmam istendi. Çocukluk arkadaşlarımdan birisi Kızıl Tugaylar'ın lideriydi. Onlarla röportaj yapmayı kabul ettim, çünkü onun niçin politik şiddet yolunu seçtiğini merak ediyordum. Kızıl Tugaylar ile röportaj yaparken şunu keşfettim ki teröristlerin günlük hayatı politik değil, ekonomik kurallara göre belirleniyor. Zamanlarının önemli bir bölümünü şiddet aktivitelerini finanse edebilmek için paralarını artırmanın yöntemlerini arayarak geçiriyorlar. Örneğin silah satın almak için, yeni güvenli evler kiralamak için ve bu hafta İstanbul'da olduğu gibi terör saldırılarını finanse edebilmek için..."
Napoleoni'nin sorularımıza yanıtları şöyle:


El Kaide'ye bağlı üç gruptan birinin gerçekleştirmiş olması çok muhtemel. Bu gruplar, Irak'tan Ensar el - İslam, Çeçenistanlı İslamcı Gruplar (Çeçenistanlı İslamcı grupların Türkiye'de çok aktif olduğu zaten biliniyor. Çeçenistan en çok gönüllü intihar bombacısının çıktığı bölge. Bunların birçoğu da Rus işgali sırasında aileleri yıkılan kadınlar) ve son olarak da Orta Asya Cumhuriyetleri'ndeki İslamcılar. En önemlisi de ABD'nin Afganistan işgali sırasında öldürüldüğü iddia edilen Namangiani'nin Özbekistan İslamcı Hareketi. Saddam Hüseyin'in düşmüş olması ve Irak'taki otorite boşluğu bu kişilerin Türkiye'ye sızmasını daha fazla olanaklı kılıyor.
Afganistan'da El Kaide'nin kamplarında eğitim alan yerel Türkler ise saldırılara lojistik destek sağlayabilirler. Ancak sadece aracı olmak gibi bir fonksiyonları olduğunu düşünüyorum. İstanbul saldırıları kendilerinin de üstlendiği gibi El Kaide imzası taşıyor. Zaten Müslüman dünyasını destabilize etmek gibi bir stratejinin parçası durumundalar ve meydana geliş şekilleri bunu düşündürüyor.


1990'larda uluslararası ekonomi ve finans piyasalarındaki deregülizasyon ile birlikte, 'Terörün Yeni Ekonomisi' adını verebileceğimiz uluslararası bir ekonomik sistem silahlı organizasyonlar tarafından yaratıldı. İllegal ve suç ekonomisi ile bütünleşen bu ekonominin toplam cirosu yaklaşık 1.5 trilyon dolar. Terör gruplarının beslendiği bu kaynağın ana başlıkları şöyle: 500 milyar dolar sermaye hareketleri (Ülkeden ülkeye denetlenemeyen ve kayıt altına alınamayan para hareketleri), 500 milyar dolar Toplam Suçla İlgili Hasıla (suç örgütleri tarafından elde edilen paralar), 500 milyar dolar ise Terörün Yeni Ekonomisi adını verdiğimiz terör organizasyonları tarafından elde edilen para. Bunun de üçte birlik bölümü 'yasal işler'den sağlanıyor. Hayır kurumları aracılığıyla toplanan bağışlar ve şirketler. Diğer kısımı ise kaçakçılık, uyuşturucu ve silah ticaretinden geliyor.

156 milyon dolar donduruldu

11 Eylül'ü izleyen dönemde Batılı hükümetler hayır kuruluşları tarafından döndürülen parayı kontrol konusunda aktif davrandılar. ABD, Kanada ve Avrupa'da hesaplar donduruldu. Ancak hükümet kaynaklarından elde edilen son verilere göre 11 Eylül'den bu yana dondurulan hesapların toplamı 156 milyon dolar. Bu da El Kaide'ye destek veren işadamlarının yaptığı bağışların çok az bir kısmını durdurmaya yarıyor. Örneğin Suudi Ticaret Bankası'nın eski Başkanı Bin Mahfouz, yıllarca Uzak Doğu hayır kuruluşlarına paralar aktardı.


Çünkü İslamcı terörün asıl finansmanının sağlandığı yer Batı'da değil Doğu'da. Dolayısıyla da İslamcı bankaların ve finans merkezlerinin kontrolü sağlanamıyor. Bu da dondurulan paraların sadece Batı'da olduğunu açıklıyor. Yaz başında Bush, Suudi Arabistan üzerine terör finansmanını azaltması için baskıda bulundu. Ancak BM'nin son araştırmasına göre Suudi GSYİH'sinden önemli bir pay El Kaide'nin finansmanına gitmiş. Yaz aylarının ortalarına doğru Suudiler hayırsever kuruluşlara bağışlanan 5.6 milyon dolarlık parayı durdurdu. Alışveriş merkezlerinde para toplayan kutuları kaldırdılar ve bu işlere karıştığı bilinen 241 Hayır Kurumu'ndan 6'sını kapattılar. Ancak bunlar ABD kamuoyunu memnun edebilmek için yapılan sembolik jestlerden ibaretti.

Kara para aklama engellenemedi
Ancak terörü direkt olarak finanse eden kara para. ABD'de yapılan Patriot Act (Vatanseverlik Yasası), ABD vatandaşlarının finans kuruluşları ve bankalarla anlaşma yapmalarına kimi sınırlamalar getirdi, ancak aynı yasa yabancı paranın ABD'de aklanmasını engellemedi. Problemin asıl noktası ise off - shore bankacılık. İllegal, suçla ilgili ve terör parası off - shore bankacılık sistemi üzerinden hareket ediyor. Ve yüksek bir oranda da kontrol edilemiyor. Bu çeşit fon hareketlerinin kontrolü için off - shore bankacılığı aktivitelerinin durdurulması gerekiyor.


Bu ülkeler oligarşik ve yozlaşmış elitler tarafından yönetiliyor ve genellikle de İslamcı terörün temel hedefleri haline geliyorlar. Çünkü halk arasında İslami ayaklanma çok popüler ve onlar aleyhine dava açmak ve kovuşturma yürütmek bu nedenle kolay değil. Bu konuda yürütülecek etkili bir politika devrimci bir sürece yol açabilir.


Ben inanıyorum ki bütün soygunlar planlı ve özellikle de küçük ve konvansiyonel silahların sağlanmasında kullanılıyor. Önümüzdeki aylarda tüm Ortadoğu'da terör saldırılarında keskin yükselişler görülebilir. Bu da kitle imha silahlarının değil ama Saddam rejiminin trajik bir mirası olacak.
Şuna inamıyorum ki Saddam Hüseyin'in Irak dışındaki geniş olanaklarını ve rezervlerini kullanma hakkı ve geçidi yok. Öte yandan kendisinin şu anda Irak'taki direnişin başında olduğuna da inanmıyorum. Belki bu imaj için çalışıyor olabilir ama buradaki direnişi gerçekleştiren Irak içinden ve dışından başkaları. Bunlar gerçek ekonomik güçler ve arkalarında Usame Bin Ladin'in başında bulunduğu İslamcı bir terör ağı var. Bunlar bankacı, işletmeci ve tüccarlardan oluşuyor. Özellikle de Batı öncesi dönemi yansıtan oligarşik Müslüman rejimlerden kurtulmak isteyen tüm ekonomik kesimler. Çünkü ekonomik büyümelerini bu rejimler engelliyor. El Kaide'nin ve beraberindeki örgütlerin şu anda çok geniş bir ekonomik etki alanları, kaynakları, varlıkları ve silahlara ulaşabilme imkânları bulunuyor.


1990 yılında Bin Ladin, kendi yandaşlarının Suudi Arabistan'daki ataklardan korunmaları yönünde bir 'fetva' hazırladı. İslami devrimi gerçekleştirmek için petrol endüstrisinden ciddi bir kaynak gerektiğine işaret ediliyordu. Bugün İslami ayaklanma ve Müslüman dünyasının hareketlerine yön veren başlıca kaynak petrol endüstrisi. Bu yolla Bin Ladin taraftarlarının anti - Sovyet Cihad'ına büyük paralar aktarıldı. Aynı kaynaklar şimdi anti - Amerikan Cihadı finanse ediyor.
El - Kaide merkezileştirilmiş bir organizasyon değil. Birbiriyle bağlantılı yüzlerce organizasyonun bir bütünü. Onları tek bir çatı altında birleştiren en önemli unsur 'din.' Örgüt içindeki her bir organizasyonun ekonomik yapısı farklı.


Yüzde 75 olasılıkla Avrupa'ya, Asya ve Türkiye yoluyla giren yasadışı narkotik. Susurluk olayı da terör ekonomisi ile iç politika ve suç ekonomisi arasındaki çarpık ilişkilerin göstergesi değil miydi?..
Maalesef tüm Avrupa'da olduğu gibi Türkiye'de de çok az önlemler alınabildi. 2000 yılında Usame Bin Ladin'den 300 bin dolar destek alan Kuzey Irak'taki Ansar al - İslam gibi kaynaklardan maddi destek almış olabilirler. Finansları Usame Bin Ladin'in Sudan'da sahip olduğu Arap sakız tekeli gibi legal ya da El - Kaide'nin yasadışı ya da suç yoluyla yarattığı para fonu gibi illegal de olabilir.


Bence İslami ayaklanmanın arkasındaki gerçek motivasyon temel olarak ekonomik. Tabi buna İslamcı terörün gerçek hedefinin Batı olmadığını, son 50 yıldan bu yana Müslüman dünyayı yöneten politik, ekonomik ve askeri olarak desteklenen kolonyalizm sonrası yozlaşmış oligarşik elitler olduğunu eklememe de izin verin. Müslüman tüccarlar, işlemciler, bankacılar ülkelerindeki rejimi değiştirmek için basınç yaratıyor. Çünkü mevcut yapı ekonomik gelişimlerinin önünde bir engel teşkil ediyor.
Batı'nın ekonomik çıkarları da bu noktada yerel kaygılarla aslında örtüşüyor. Dindar elitin de mevcut rejimden memnun olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü onlar da Batılı yargılarla yozlaştılar. Şu anda halkın geliri yıllar öncesine göre yüzde 10 - 20 gibi oranlarda düşmüş durumda. Bu da patlamaya hazır bir biliktelik yaratıyor.
Aynen Haçlı Seferleri'nin başındaki kolonyalleşen ve İslamın hegemonyasını kırmaya çalışan Batı gibi. Bin yıl öncesinde olduğu gibi din şemsiyesi altında iki ekonomik sistem arasında (birisi dominant Batı, diğeri ise asi İslam) bir çatışma yaşanıyor.


Evet, Soğuk Savaş sırasında ABD ve Sovyetler Birliği, devletler tarafından desteklenen terörle savaşmak yerine vekâleten kullandılar. İslamcı terör grupları da bu metotları onlardan öğrendi. Onlar sadece aynı yöntemleri globalleşmiş dünyanın yeni koşullarında uyguluyorlar.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr Çağrı Erhan, terörün finansmanı ile ilgili konularda uzman bir isim. Erhan, terör finansmanı konusunda, yasa dışı ekonomik faaliyetlerin yanı sıra uyuşturucu ve kaçakçılığa işaret ediyor. Erhan'ın sorularımıza yanıtları şöyle:


Türkiye'de çok büyük uyuşturucu ticareti yapılıyor, bunun para hareketi dönüyor. Kaçakçılıktan, uyuşturucudan elde edilen para... Her türlü yolsuzluk terör örgütlerinin finansmanında kullanılabilir. İnsan kaçakçılığı yapanların örgütleri arasında PKK'nın da olduğunu hatırlarsak, terör örgütleri her türlü yasadışı yollardan kendilerini finanse etmektedir. Irak Savaşı Pandoranın Kutusu'nu açtı. Bu olayları Irak operasyonundan ayrı düşünmemiz mümkün değil. Türkiye'ye dolar sokulduğu söyleniyor. Nisan ayından itibaren Güneydoğu'daki bankalarda bozdurulan dolarlar için bu söylendi. Bunların bir kısmının terör örgütlerinin yandaşlarına gittiğini düşünebiliriz. Filistin'deki intihar komandolarını düşünelim, intihar eylemcileri eyleme giderken ailesine de belli güvenceler veriliyor. Bu insanların ailelerine tazminat ödmeleri bu paralarla yapılıyor olabilir. Öte yandan savaşın başlamasından önce El Kaide'nin imkalarıyla Irak Başkan Yardımcısı İzzet İbrahim ile görüşmeler yapıldı ve Ensar - ul İslam diye bir örgüt kuruldu. Saldırı sırasında bunların bir kısmı yok edildi, bir kısmı İran'a kaçtı. Bunların amacı, savaşı Irak kaybederse gerilla savaşını bunlar yürütecekti. Bu silahların, patlayıcıların ve paraların aktarılması bu anlamda mantıklı geliyor.


Cumartesi günü sinagoglara yapılan saldırıda gübre bombası kullanıldı dendi. Ancak gübredeki azot oranı yüzde 40'ın altında, zaten yüzde 40'ın üzerinde girmesi yasak. Yüzde 40'ın üzerinde azot içeren madde kullanılmış. Peki bu nereden girdi? O zaman gümrüklerde sorunu görmek lazım. Bunu para transferleri bakımından da söylüyorum.


Halkın büyük bölümünün aç olduğu ülkeler teröre beşeri sermaye oluyor. Batı kendi kazanımlarını üçüncü dünyaya aktarmıyor. ABD, yıllardır şeriatla yönetilen, meydanlarda kafa kesilen ülkeleri destekledi. Halkın büyük bölümünün yaşam şartları bakımından çok olumsuz koşullarda olduğu bu ülkelerde demokratik açılımları önemsemeyen Batı, bu beşeri sermayenin büyümesine neden oldu.


Benim "garip memleketim", benim "garip kuşağım", terör belasından bir türlü kurtulamadı.
Önce ülkedeki sağ - sol çatışmaları kötü günler yaşattı. Derken... "Ermeni terörü" bizi üzdü. Ardından "Doğu ve Güneydoğu terörü" uzun yıllar can kaybına neden oldu. Tam rahat edeceğimizi sandığımız günlerde yepyeni bir terör hareketi başladı...
Bu son terör başka terör... Çünkü bunda yapanların amacı belli değil, yapanlar belli değil... Burada hedef halkın moralini tümüyle bozmak, ülkeyi tümüyle çökertmek.
Bu yeni terör hareketi, içeride neden olduğu hasardan daha büyük hasarı yurtdışında sürdürüyor.
Türkiye dışa açık bir ülke haline geldi. Türkiye'nin yaşamını sürdürebilmesi ve büyümesi, dışarı ile bağlantılarının çoğalmasına ve güçlenmesine bağlı. Halbuki terör bu bağları kesme tehlikesini ortaya koyuyor.
Terör olan bir ülkeye turist gelmez. Bizim ekonomimizde yabancı turist sayısının azalması büyük sorunlar yaratır.
Terör olan ülkeye yabancılar kredi vermez. Yatırım yapmaz. Biz yabancıların yatırım yapmasını bekliyoruz. Daha uzun vadeli, daha ucuz faizli kredi bekliyoruz. Terör riski kredilerin kesilmesine yol açar. Terör riski kredi maliyetini yükseltir.
Terör, hızla gelişen ihracat bağlantılarımızı olumsuz etkiler. Çünkü dışarıdaki alıcılar için mal tesliminin zamanında yapılması önemlidir. Terör olan bir ülkede verilen sözlerin aksayabileceği düşünülür.
Biz istediğimiz kadar, "Yaraları sararız... Bizim moralimiz düzgün" diyelim... Bizim dışımızdakiler terör olaylarını abartarak değerlendiriyor.
Teröre hedef olan bir ülkeyi Avrupa Birliği de üye olarak kabulden çekinir... Biz bugüne kadar istikrara kavuşan bir ülke olarak Avrupa Birliği'nin kapısında bekliyorduk. Bundan sonra "terör özürlü" bir ülke halindeyiz...
Temennimiz, terör olaylarının devam etmemesi...
Fakat biz pasif durumu sürdürür, sadece ve sadece "Allah'a dua eden, terörün durmasını temenni eden" bir politika izlemeye devam edersek, ne olacağı belli olamaz.
Sorumlu kamu kuruluşlarına düşen aktif politikaya yönelmektir.
İstihbarat örgütlerinin, valilerin, emniyet müdürlerinin aktif olması, terörü önleyebilir. Terör olduktan sonra açıklama yapmak, başarıdan söz etmek hiçbir işe yaramaz.

11 Eylül saldırılarının ardından ABD Uluslararası Narkotik Şubesi'nden Rand Beers tarafından yapılan ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın sitesinde de yayımlanan raporda dünyanın çeşitli bölge ve ülkelerdeki terör örgütlerinin genel uyuşturucu trafiği ile ilişkileri şöyle değerlendiriliyor:

Latin Amerika: l Peru'da kokain ticareti l Paraguay'da para ve insan kaçakçılığı l Kolombiya, Peru ve Bolivya'da kokain üretimi ve kaçakçılığı l Venezüella'da hintkeneviri ve haşhaş ekim alanlarının kontrolü
Güney Asya ve eski SSCB:
Afganistan merkezli El Kaide'nin haşhaş trafiği (Dünya genelinin yüzde 70'i)
Kaşmir'de, haşhaş ekim alanları ve satışı
Sri Lanka'da eroin ticareti
Özbekistan'da genel uyuşturucu satışı

Orta Doğu:
Lübnan'da kokain kaçakçılığı
Genel uyuşturucu

Avrupa:
Eroin ticareti
Genel uyuşturucu trafiğinin kontrolü

ABD hükümeti, 11 Eylül saldırılarından sonra 'teröristlerle ilişkisi olduğu' iddia edilen, kişi, kurum, şirket ve sivil toplum örgütlerinin malvarlıkları ile hesaplarının dondurulması için harekete geçmişti. AB ülkeleri 27 vakıf, kişi ve şirkete ait hesapları dondurmuştu. Bunların arasında Vefa İnsani Yardım Örgütü, Er - Raşid Tröstü, Mamun Darkazanli İhracat - İthalat Şirketi'nin yanı sıra İtalya'da da savcılık emriyle düzenlenen operasyonlarda, terörist Usame bin Ladin'e para yardımı yaptığından şüphelenen 14 şirketin mallarına ve banka hesaplarına el konulmuştu. İngiltere'de 88, Almanya'da 1.2, Fransa'da 2.2 milyon dolar olmak üzere toplam 156 milyon dolarlık 'terör' hesabı dondurulmuştu.
El - Kaide'ye ait olduğundan şüphelenilen hesaplara sadece Avrupa'da değil Afganistanda da el konuldu. Merkezi Washington'da bulunan düşünce kuruluşu Brookings Enstitüsü uzmanlarından Steven Cook'un bir raporunda bazı Türk bankalarındaki Bosna ve Çeçen yardım kuruluşlarına ait görünen hesapların El Kaide ile bağlantılı olduğu ileri sürülmüştü. Japonya'da Taliban'la bağlantısı olduğu gerekçesiyle üç kişiye ait banka hesaplarına 2001 yılında el konulmuştu.

ABD'li ekonomist Robert B. Reich, 'Terörizm ekonomisinin faturasını kim ödeyecek?' adlı kitabında 11 Eylül olayları için ABD ekonomisinin harcadığı parayı 40 milyar dolar olarak açıklıyor.
Reich'e göre bu miktarın 20 milyar doları askeri birlikleri güçlendirme, 7 milyar doları New York şehri ve Pentagon'daki yaraları sarma, 3 milyar doları bioterörizm, 2 milyar doları güvenlik, yaklaşık 600 milyon doları ise havaalanları ile uçaklardaki güvenliği artırmak için kullanıldı.
Ayrıca ABD Dışişleri Bakanı Bakanı Colin Powell da bu yıl başında terörle savaş için 16.1 milyar dolarlık bütçe ayrıldığını açıklamıştı. Sonradan 5 milyar dolarlık ek bütçe istendi ve toplam bütçe 21.1 milyar dolara çıktı. ABD, sadece içeride değil dışarıda da, örneğin Kabil gibi terörün kol gezdiği şehirlerde dış temsilciliklerini korumak için ayrı bir bütçe ayırıyor. Bu bütçenin 2002 yılında 322 milyon dolar olduğu biliniyor.



BUSINESS


Modern cihadın parasal kaynakları
Sayfayı bas Atilla, işimize bakalım
Atatürk'ten madalyalı İzmirli makarnacı...
'Korkuyoruz, korktukça küçülüyoruz'
'Göz'den 'iz'den tanıyorlar
Bu marka aşktan doğdu
AMERiKAN MARKALARI RAMAZAN'DA MÜSLüMANLIĞI SEÇTİ