Gündem Filmi Türkler için yaptım!

Filmi Türkler için yaptım!

02.09.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Venedik’te Fatih Akın’ın 1915’le ilgili filmini dünya galasında izledim. Sabaha kadar uyuyamadım. ‘The Cut’ , eleştirilere rağmen cesur bir çaba... Fatih Akın’la filmi, eleştirileri ve 1915’i konuştuk

Filmi Türkler için yaptım

Belki hayatımda gördüğüm en güzel film değil. En eğlenceli film, hiç değil. Ama Fatih Akın’ın 1915 olaylarını anlatan ‘The Cut’ isimli filmi, tereddütsüz sinemada gördüğüm en cesur arayış. Önce bunu bir kenara koyalım. Pazar gecesi Venedik Film Festivali’nde Fatih Akın’ın filminin dünya prömiyerine katıldım. Kırmızı halı, paparazziler, dışarıda renkli içkiler yudumlayan mutlu kalabalıklar vs. Perde açıldığında ise, Türk asıllı Alman yönetmen bizi bambaşka yerlere, 1915 Mardin’ine götürdü... 136 dakika, gözümüzü kırpmadan, koltukta hareket etmekten bile imtina ederek, donakalmış bir halde Mardin’den Halep’e, oradan Beyrut’a, Küba’ya, Florida üzerinden inanmayacaksınız Minesota’ya gittik.
Aslında bu bir ‘soykırım’ filmi değil; Mardin’li demirci Nazaret’in öyküsü. Fatih Akın, etkilendiği isimler arasında yönetmen Elia Kazan’ı sayıyor; ancak filmin ikinci yarısı aslında Sergio Leone tarzı bir ‘spagetti western’ tadında. Müthiş fantastik, zaman zaman macera dozunu fazla kaçıran bir öykü. Ancak 1915’den kurtulanların hikayeleriyle de birebir örtüşüyor.

Eleştirilerin çoğu sinematografik
Kolay bir film değil ‘The Cut’, hele de bir Türk gazeteci için. Ailesinin koynundan alınıp dağın başında toplama kampı benzeri bir yere götürülen Ermeni erkekler var; yaşlı, çoluk-çocuk tehcire gönderilenler var; Ermenilerin ‘ölüm yürüyüşü’ dediği yolun sonunda çölde telef olan çocuklar var; yol üzerinde tecavüz var. Ancak bu filmin ilk yarım saati. Kalanı, ölümden kıl payı (bir asker kaçağı olan Mehmet sayesinde) kurtulan Nazaret’in dünyanın dört bir tarafında kızlarını bulma çabası. Filmin en çarpıcı unsurlarından biri, adı geçen mekanların çoğunun bugün de benzer katliamlara tanık oluşu. IŞİD’in aylardır kafa kestiği Deir ez-Zor, IŞİD ve PYD arasında kıran kırana mücadelelerin yaşandığı Resulayn, Yezidilerin ölüm yürüyüşe yollandığı çorak dağlar, rejimin varil bombalarının hedefi olan Halep....
‘The Cut’, 100 yıldır kapanmayan yaranın nasıl açıldığını hatırlatması açısından, sinema tarihinde yerini alacak bir film. İlk gösterimden bir kaç saat sonra The Guardian, Veriety gibi yerlerde ağır eleştiriler çıkıyor. Dertleri siyasi değil, sinematografik. En çok tartışılan unsur, Ermenilerin İngilizce, kalan herkesin anadilinde konuşması. Filmde Türkler de haliyle Türkçe konuşuyor, altyazıda İngilizce var. Bu ister istemez Batılı izleyici açısından yabancılaştırıcı bir unsur. Filmde iyi Türkler de var; ancak askerlerin çoğu, gaddar, Nazi subayı kıvamında.

MHP’li babası yanında
Akşam yemeğinde Fatih Akın’a çıkan eleştirileri sorduğumda ”Eleştirmenler bu filmi zaten beğenmeyecek” diyor. Bu hazırlıklı; bu yüzden Cannes’dan son dakikada geri çekmiş. ”Benden yavaş, yarım saat tecavüz gösteren bir sanat filmi bekliyorlardı.” “Peki bu filmi kimler için yaptınız?” diye soruyorum. Fatih Akın, milliyetçi bir aileden geliyor. Akın için en önemli gösterge, filmi babasının beğenmesi. İşçi emeklisi babası Enver Akın, gururlu bir MHP’li. ”Bu filmi Türkler için yaptım” diyor. (Babası, sonunda filmi beğenmiş.)

Haberin Devamı

‘İlk defa olumsuz eleştiri alıyorum’

Gala da anne ve babanız da vardı. Beğendiler mi?

Annem de babam da beğendi.

The Guardian ve bir kaç yerde daha kötü eleştiriler çıktı. Üzüldünüz mü?

Evet tabii. Anglo-Sakson medyada öyle çıktı. Bu benim için yeni bir durum. İlk defa sert eleştirilerle karşılaşıyorum. Eleştirmenler beni bu zamana kadar biraz şımartmış. Demek ki 41 yaşına kadar beklemem lazımdı. Zor.

Dün gece ‘Filmi Türkler için yaptım’ dediniz. Anlatın.

Sadece Türkler değil. Ama filmin ilk görevi, annem babam, Türkiye’deki arkadaşları, onları kazanmak. Onlara bir şey anlatmak istiyorum. Sonra Ermeni toplumunu kazanmak. İkisi arasında köprü oluşturmak.

Bu film iki tarafı birleştirebilir mi? Türklerin tepkisi nedir?

Arkadaşlarım seyretti. Beğendiler. Olumlu buldular. Bu 2 zıt tarafı bir filmde bir araya getirmek istersen, bir bedel ödemen lazım. Belki de eleştiriler bu yüzden.

Haberin Devamı

Ama eleştiriler, filmin sinematografisiyle ilgili. Filmin misyonu daha mı önemli?

Evet ama o misyonu ancak sinematografiyle anlatabilirsin. Benim ”Kendi tarzımı ıspatlamam lazım” diye bir derdim yok. Filmde halkı yakalamak istedim. Zor bir şey.

Filmin ilk yarısı ve ikinci yarısı arasında bir kopukluk var gibi. İlk bölüm, Orta Doğu’da. Sonra Küba ve ABD. İkinci bölüm ‘western’ tarzı...

Bu bana yabancı değil. Küçüklükten beri izlediğim bir şey. Aynı zamanda babamla beni bağlayan bir şey. Sinemasal olarak bende bir romantizm var. Mesela sevdiğim yönetmenlerden Yılmaz Güney’in bazı filmleri de western tarzı. Mesela Ağıt. Senaryoda bir kopma olması istediğim bir şey. Film, Halep’den sonra bitebilirdi. Ayrıca plastik bir Hollywood filmi, ana karakteri yeniden Türklerle karşılaştırmak isterdi. Polanski’de ‘Pianist’te bunu yapıyor. Ama 1915 aslında bir kopukluk demek. Erivan’a gittiğinde, soykırımını anlatan ağacın ortasında bir balta var. Ermeni halkını ifade ediyor. Soykırım orada bitmedi. Bir de kalanlar var. Onu bilerek yaptım...

Bu bir özür filmi mi?

Bir film özür edemez. Bir bir sorumluluk hissediyorum. Suçluluk değil çünkü ben doğmadan olan şeyler. Babam da doğmamıştı. Ama ait olduğum toplumda olan olaylarla ilgili bir sorumluluk hissediyorum.

Haberin Devamı

Türk seyircisinin ne yapmasını istiyorsunuz?

Türk seyirciyi düşünerek yaptım. Ana kahramanla özdeşleşmesini.

‘Bir daha olmasın diye’

Hrant Dink filmiyle başladınız, bu çıktı...

Evet. Önce bir mübadele filmi yapmak istedim. Vazgeçtim. Sonra Hrant Dink senaryosu çıktı. Onu belli bir oyuncu için yazmıştım. Senaryoyu okuduktan sonra gerginleşti. Ben buna anlayış gösterdim. Kin ya da hayal kırıklığı yaşamadım. 2- 3 oyuncuya daha gittim. Biri, ben bunu yapsam olmadık bir zamanda biri beni Beyoğlu’nda bir bardan çıkarken döver dedi. Sonra 6’ıncı 7inci oyuncu aramadım. Aslında Hrant’ın felsefesi, ‘Bu işi kendi aramızda halledelim’. Bunu istiyordum. Bir Türk yapımı olsun istiyordum. Ama sonunda vazgeçtim.

Daha zorunu yaptınız?

Daha zor değil. Bence Hrant senaryosuna toplum hazır değil. Ama 100 sene önce geçmiş olaya hazır.

Neden insanlar 100 yıl önceki bir olayı hatırlasın, ansın, konuşsun istiyorsunuz?

Bir daha olmasın diye.