Henüz İstanbul Boğazı'nın her iki kıyısında yolların olmadığı, ulaşımın sadece sandallar ya da keçi yollarından sağlandığı dönemlerdi. İşte o yıllarda hanedan mensupları, ulemalar, paşazadeler, aristokratlar, Boğaz'ın her iki yakasını yaptırdıkları kimi ahşap, kimi kagir yalılarla süslemeye başladı. Ama o kadar uzun sürmedi Boğaz'ın nazlı sultanlarının saltanatı. Kimi doğum günü pastasını andıran, kimi perili olduğuna inanılan, en pahalı, en gösterişli, en büyük yalılar, öyle zaman geldi ki kömür deposu oldu, tütün deposu oldu, marangozhane oldu... Kimiyse yandı, hem de defalarca... AA muhabirine İstanbul Boğazı'nı süsleyen tarihi yalıların hüzünlü hikayelerini anlatan Sanat Tarihçi Süleyman Faruk Göncüoğlu, bir binanın yalı olarak tanımlanması için, penceresinden elinizi uzattığınızda parmak uçlarınızın suya değmesi gerektiğini ifade etti. Osmanlı Dönemi'nde ilk yalıların Eyüp ilçesindeki Bahariye sahilinde inşa edildiğini belirten Göncüoğlu, ardından yalı kültürünün yavaş yavaş Boğaziçi'ne doğru yayıldığını anlattı. Kanuni Sultan Süleyman dönemi öncesinde Boğaz'da yalı bulunmadığına dikkati çeken Göncüoğlu, o dönemdeki yalıların büyük bir kısmının, kazıklama sistemiyle denize doğru 2-3, bazen de 5 metre uzandığının altını çizdi. Tarihteki yalıların pek çoğunun bugüne ulaşmadığına değinen Göncüoğlu, bugün Boğaz'ı süsleyen 600 yalıdan yaklaşık 150'sinin aslını korumayı başardığını kaydetti. Bu nazenin yapıların çoğunlukla ahşaptan yapıldığını dile getiren Göncüoğlu, şöyle konuştu: Maksimum üç katlıdır yalılar. Bu yalıların yanında veya altında muhakkak bir kayıkhanesi vardır ki İstanbul'da, Boğaziçi'ndeki ulaşım 1926-1927 yıllarından itibaren başlar. Bu yollar 1935'de genişletilir. Bundan önce karadan ulaşım keçi yolu şeklindeydi ve ulaşım ağırlıklı olarak deniz yoluyla sağlanırdı. Kayıkhanenin bulunduğu seviye, bodrum kat seviyesi, birinci kat, ikinci kat dışarıya doğruda cumbalarla çıkılırdı. Bu yalıların arkalarında muhakkak bir köşkleri vardı. Ağustos 15'ten itibaren İstanbul'un rüzgarı dönmeye başladığında yalıda yaşayanlar köşklere çekilirlerdi. Kasım ayından itibaren de zemheri soğuklarıyla yavaş yavaş İstanbul'a, Suriçi'ne dönüşler başlardı.