Gündem Besmele her işin başında Allah’ın adını hatırlamaktır

Besmele her işin başında Allah’ın adını hatırlamaktır

04.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Peygamberler vasıtasıyla nesilden nesle aktarılan bir prensiptir ‘besmele’. Müslümanların ‘Bismillahirrahmanirrahim’ ile ilk tanışmaları, Mekke’de nazil olan Neml suresindeki besmele ayetiyle olur. Bismillah demek de onun yerine geçer

Besmele her işin başında Allah’ın adını hatırlamaktır

Besmele, “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” anlamına gelen “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesinin adıdır. Her meşru ve anlamlı işin öncesinde besmele çekmek, peygamberler vasıtasıyla nesilden nesile aktarılan bir prensiptir. İslam dan önce Araplar arasında da bu adet yaygındır. Cahiliye Arapları besmelede bazen “Bismi’l-lat ve’l-uzza” şeklinde Lat ve Uzza isimli putların adını söylerler, bazen de Allah’ın adını kullanırlardı. Müslümanların “Bismillahirrahmanirrahim” cümlesi ile ilk tanışmaları, Mekke’de nazil olan Neml suresindeki besmele ayeti (27/30) ile olur. “Besmele”den maksat, Yüce Allah’ı hatırlamak ve O’nun ismini zikretmektir. Besmele okurken en güzel ifade “Bismillahirrahmanirrahim” olup, “Bismillah” demek de onun yerine geçer.
Müslüman besmele çekmekle, “Kendi adıma veya başka bir varlık adına değil, sadece Allah Teala adına, O’nun rızasını kazanmak umuduyla ve O’nun izni çerçevesinde bu işi yapmaya başlıyorum” demiş olur.
‘Rahman’ ve ‘rahim’
Diğer yandan besmele için Yüce Allah’ın doksan dokuz ismi içinden özellikle “Rahman” ve “Rahim” isimlerinin seçilmiş olması son derece anlamlıdır. Besmele çeken bir mümin, Allah Teala’nın engin rahmet ve merhametini ifade eden bu isimleri söylemekle, bütün söz ve davranışlarında rahmet ve merhameti prensip edineceğini ilan etmiş olur. Besmelenin müminler için önemini anlatan bir hadisinde Allah Resulü şöyle buyurur: “Bismillahirrahmanirrahim ile başlanmayan her anlamlı iş, bereketsiz ve sonuçsuzdur. Besmelenin okunmadığı işler ise, bereketten mahrum ve güzel sonuçlardan uzak olur.”
Anlamlı, önemli, bilinçli ve meşru bütün işlerin başında besmele çekilmesi gerekir. Diğer yandan suç ve günah sınıfına giren söz ve eylemlerden önce besmele çekilmesi ise, uygun ve doğru bir davranış değildir.
Peygamberimizin tavsiyesi
Peygamber Efendimiz yemek yiyeceği zaman besmele çeker, insanlara da, “Biriniz yemek yiyeceği zaman ‘Bismillah’ (Allah’ın adıyla) desin. Eğer yemeğin başında besmele çekmeyi unutursa, ‘başında da sonunda da Allah’ın adıyla’ desin” şeklinde tavsiyede bulunurdu.
Müslümanların kültür ve medeniyetlerini besmeleyle yoğurmuşlardır. Onların sofralarında eller yemeğe besmeleyle uzanır. Yemekler onun bereketiyle bollaşır. Gece onunla yatılır, güne onunla başlanır. Evden onunla çıkılır, eve onunla girilir. Vasıtaya onunla binilir. İbadetler onunla eda edilir. Duaya eller onunla kaldırılır. Hastalar onunla şifa bulur. Konuşmaya başlayan çocuklara ilk o öğretilir. Kısacası o, her hayrın anahtarıdır. (Hadislerle İslam, Diyanet İşl. Bşk. yay., I, 177 vd. ).

Ortaköy (Büyük Mecidiye) Camii

İstanbul Beşiktaş’ta Ortaköy iskelesinin yanında yükselen 19. yüzyıl camilerinin en zarif örneklerindendir. Cami, Sultan Abdülmecit tarafından Nikoğos Balyan’a 1853 yılında inşa ettirilmiştir. Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı barok mimarisinin güzel örneklerindendir.
Caminin inşa edildiği yerde daha önceleri, Vezir İbrahim Paşa’nın damadı Mahmut Ağa’nın yaptırdığı bir mescit vardı. 1721 yılında yaptırılmış olan bu mescit, Patrona Halil Ayaklanması esnasında yıkılmıştır. Yerine yapılan bugünkü Ortaköy Camii, 1894 gerçekleşen depremden sonra minaresinin külah bölümü yeniden düzenlenmiş; 1960 yılında göçme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılınca temel güçlendirmesi yapılmış ve 1984 geçirdiği yangın felaketinin ardından restore edildikten sonra eski ihtişamına kavuşturulmuştur.
Cami, sultan camilerinde olduğu gibi harim ve Hünkâr Kasrı’ndan müteşekkildir. Harim bölümü, kenar uzunluğu 12.25 olan kare planlı ana mekân ve bu ana mekândan geçilen bir ara mekândan meydana gelmiştir. Harim bölümünün tavan örtüsü pembe mozaik kaplı kubbedendir ve kubbe beden duvarları üzerine oturtulmuştur. Caminin tek şerefeli iki minaresi vardır, mihrap mozaik ve mermerdendir. Minber ise somaki kaplı mermer işçiliğidir. Yapının kuzey girişinde, eliptik bir merdivenle çıkılan iki kat üzerine inşa edilmiş yapıysa Hünkâr Kasrı’dır.
Ortaköy Camii, 19. yüzyıldan günümüze ulaşmış ve Boğaziçi manzarasının ana öğelerinden biri olmayı başarmış, barok mimarisinin güzel örneklerinden biridir.

Issız yerde emanete ihanet etmeyen çoban

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bir gün arkadaşlarıyla beraber gezinmek için Medine’nin dışına çıkar. Uygun bir yerde oturup sofra kurarlar. O sırada sürüsünü oradan geçiren bir çoban selam verir. Abdullah çobanı beraber yemek için sofraya davet eder. Çoban oruçlu olduğunu söyler. Bunun üzerine Abdullah kinayeli bir şekilde, “Böyle şiddetli sıcağın olduğu bir günde, bu dağlarda bu sürüye çobanlık yaparken oruç tutuyorsun, öyle mi?” diye sorar.
Çoban zamanını değerlendirdiğini söyler. Aldığı bu cevaptan dolayı Abdullah çobanın ne derece samimi olduğunu sınamak ister: “Bu sürüden bir koyunu bize satar mısın? Sana parasını veririz, etinden de veririz böylece akşam iftar edersin.” Çoban, “Koyun benim değil efendimin” karşılığını verir. Abdullah, “Koyunu kurt yedi desen efendin bunu nereden bilecek?” diye sorar. Çoban arkasını dönüp giderken bir taraftan da parmağını göğe kaldırarak şu sözleri söyler: “(İyi ama) Allah nerede?”
Çobanın güvenilirliği ve hiç kimsenin görmediği ıssız bir yerde emanete ihanet etmekten kaçınması Abdullah’ı oldukça etkiler. Varlıklı bir sahabi olan Abdullah, Medine’ye dönünce sürünün sahibinden sürüyü çobanla beraber satın alır, çobanı azat edip sürüyü de ona bağışlar (Beyhaki, Şuabü’l-İman, IV, 329.)

Medeniyetimizde Ramazan

“Eski İstanbul’da, ‘On bir ayın sultanı’ diye bütün Müslümanlar ramazanı dört gözle beklerlerdi. Zengin, orta halli, fakir bütün Müslüman İstanbul halkı ramazanı iyilik etme, sevap kazanma, günahlardan kurtulma sevinci ve şevki ile karşılarlardı. Erkeği olmayan dulların, evi barkı olmayan bekârların, babasız yetimlerin gönüllerini hoş etmek, onların hayır duasını almak; tutacakları orucun, indirecekleri hatimlerin, edecekleri ibadetlerin sevabını kazanmak, günahlardan kurtulmak ancak yapılan bu iyilikler ve yardımlar sayesinde olacağı için Ramazan-ı Şerîf Müslümanlarca içten gelen kutsal bir sevgi ve hürmetle karşılanır ve beklenirdi.
Konaklarda Ramazan’da (biri evin erkeği tarafından yüksek tabakaya, ikincisi ev sahibesi tarafından kadın misafirlere, üçüncüsü de çevredeki fakir ve kimsesizlere olmak üzere) üç kısım olarak verilen iftarlar, Ramazan-ı Şerif’in ilk gecesinden bayram gecesine kadar aralıksız devam ederdi. Her üç sofraya da aynı yemekler gelir, aynı itina ve ikram gösterilirdi. Bir akşam evinde iftar veren orta halli bir ev hanımı, ertesi akşam bir komşunun evine davetli olurdu.” (İbrahim Refik, Ramazan Medeniyeti, s. 13).

Esma-i Hüsnâ’dan

el-Vekîl: Bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, kendisine sığınan kimseyi korumada ve meşrû talebini yerine getirmede yeterli varlık demektir. Kulun vekîl isminden nasibi Allah’ın tabiatla ilgili kanunlarına, sosyolojik gerçeklere ve dinî hakikatlere uygun olan hususlarda tam bir teslimiyetle O’nu vekîl kabul etmesi, bir sonuç elde edebilmek için acele etmemesi ve gerçekleşen sonuca rıza göstermesidir.

Hz. Peygamber’in yolculuk öncesi yaptığı dua
“Allah’ım! Yolculuğun yorgunluk ve sıkıntılarından, yoldan kötü bir şekilde dönmekten, iyi hallerden kötü hallere düşmekten, mazlumun bedduasından, mala ve aileye gelecek kötülüklerden sana sığınırım (Müslim, Hac, 426).

Sorularınız için: kyasaroglu@gmail.com