Gündem ‘Duvara Karşı’dan beri skandal yönetmenim’

‘Duvara Karşı’dan beri skandal yönetmenim’

11.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

‘Sinema, Benim Memleketim’ kitabında Hamburg’da başlayıp dünyaya uzanan sinema yolculuğunu anlatan Fatih Akın, ‘Duvara Karşı’ya Türkiye’de sert bir tepki oluştu. O tarihten bu yana, ben orada takip edilen ünlü biri, skandal yönetmenim’ diyor.

‘Duvara Karşı’dan beri skandal yönetmenim’

Dünyaca ünlü yönetmen Fatih Akın’ın “Sinema, Benim Memleketim / Filmlerimin Öyküsü” adlı kitabı Doğan Kitap’tan bugün çıktı. Akın kitapta Volker Behrens ve Michael Töteberg’in soruları eşliğinde sinema yaşamını ve bugüne dek çektiği tüm filmlerin öyküsünü anlatıyor. Hamburg’da gurbetçi bir ailenin çocuğu olmasından, ilk gençlik yıllarında üyesi olduğu çetelere kadar özel yaşamı hakkında ilginç bilgiler içeren kitap, sinemaseverleri, ünlü bir yönetmenin kişisel dünyasında yolculuğa çıkarıyor.

Sibel’in striptiz kulübü nasıl pisti, anlatamam
Sibel Kekilli 30 adayın arasındaydı. Mai, onun daha önce porno filmler çevirdiği notuyla dikkatimi çekti. Bu düşünce aklımı başımdan aldı. Porno filmler çeviren Türk kızları da ne menem şeylerdi? Mai porno endüstrisinde hala başkalarının olup olmadığını soruşturdu. Ama yokmuş. Sibel tekmiş. Uzatmadan bırakmıştı ve o dönemdeki erkek arkadaşıyla Essen’de bir striptiz barı vardı. Onunla ilk kez orada buluştum. Nasıl pis bir mekandı, anlatamam!

İnsanlar ‘Birol ve Sibel’ adını bedenlerine dövme yaptılar
“Duvara Karşı”ya Türkiye’de oldukça sert bir tepki oluştu. Bu, filmi reddedişle kendini göstermedi, tersine filmi bir paparazzi efsanesine dönüştürdü. O tarihten bu yana, ben orada takip edilen ünlü biri, skandal yönetmenim. İstanbullu gençler için filmin özel bir önemi vardır. İnsanlar Birol ve Sibel adlarını bedenlerine dövme yaptırdılar. Birol “Yaşayan en seksi Türk erkeği” seçildi. Duvara Karşı, Türk filmi olarak görüldü. Bunu bir tür kucaklaşma olarak algılıyorum...

Bardem ve Hayek’le okuldaki gibi bir grup oluşturduk
15-16 yaşlarında Scorsese filmleriyle sanatsal sinemayı keşfettiğimden bu yana, Cannes benim için sinemanın Mekkesi’dir. Daha önce Cannes’a bir kez, 1998’de, Kısa ve Acısız’ın Film Pazarı’ndaki bir gösterimi için bir geceliğine gelmiştim. Kırmızı halının önünden geçmek zorunda kaldım. Hızla yoluma devam ettim, çünkü bunun benimle bir ilgisi yoktu. Ama kendime söz verdim: Bir gün mutlaka... Thierry Fremaux beni yarışma jürisine davet ederek Cannes ailesinin bir üyesi olmamı sağladı. Jüri başkanı, kahramanlarımdan biri olan Emir Kusturica’ydı. Jüride kısa sürede kaynaştık ve Javier Bardem ve Salma Hayek’le birlikte okuldaki gibi bir grup oluşturduk.

Özellikle ‘Takva’ filmiyle gurur duyuyorum
Özer Kızıltan’ın Takva’sı önce dört saat sürüyordu ve hayli etkileyiciydi! Sonra Türkler filmi 120 dakikaya indirdiler. Bu haliyle film artık etkisini yitirdi. Birdy yaptığı 90 dakikalık kurgusuyla filme bambaşka bir ritim kazandırdı. Yapımcılığını üstlendiğimiz tüm filmler içerisinde özellikle Takva’yla gurur duyuyorum. Bu projeye doğru zamanda girdik.
Türk solu, sinemacı olduğu için Yılmaz Güney’i ciddiye almadı
Yılmaz Güney, bir maço, silah düşkünü, çapkın, Maocu, entelektüel, şair ve sinemacıydı. Film çekmeyi sevdi. Bu aynı zamanda onun büyük çatışmasıydı. Solcular, ondan daha öğretici filmler yapmasını istediler, oysa ki onun filmleri zaten bu özelliği taşıyordu. Türk solu, sinemacı olduğu için onu ciddiye almadı. Cahiers du Cinéma’nın editörleri onu hapiste ziyaret ettiklerinde içine kapalı bir entelektüelle karşılaşmayı bekliyorlardı. Bunun yerine karşılarında bu gangster kılıklı adamı buldular.

Haberin Devamı

Sezen, benim için Don Corleone’dir
Sezen Aksu benim için bir yıldızdan ötedir, bir tanrıçadır. Bir konserinden sonra, sahne arkasındaki bölümde, beş dakikalığına bizi kabul etti. Viskisini yudumluyordu. Müziğinin benim için ne anlama geldiğini, eskiden kara sevdaya tutulmuşken walkman’de şarkılarını nasıl dinlediğimi ona anlattım. Ona filmimde yer vermeyi çok istediğimi söyledim. O da “Ben bu işte varım” diye karşılık verdi. Bugün bu tanrıçanın benim arkadaşım olduğunu söyleyebilirim. Sezen, benim için bir tür Don Corleone’dir. Ciddi bir tavsiyeye ihtiyacım olduğunda ona başvurabilirim.

Memleketim yalnızca Hamburg
Soul Kitchen Hamburg’dan bir kartpostal. Son filmlerim kimlik sorunuyla ilgiliydi, rota Türkiye’ye, anne babamın memleketine, benim de sosyal bir sorumluluk hissettiğim kökenimdeki ülkeye çevrilmişti. Soul Kitchen’la doğrudan sinemayla ilgili bir ifadeyi kullanabildim. Benim memleketim yalnızca Hamburg ve bu kente bir de film borçlu olduğumu hissediyordum...

Haberin Devamı

Belki de yıllardır düşünü kurduğum western’i çekerim
ABD’den düzenli olarak teklifler alıyorum ve günün birinde birini kabul etmek isterim. Büyük bir stüdyo filmi değil ama doğru proje olursa... Bana gönderilen senaryoların düzeyi iyiye gidiyor. Focus Features yakınlarda bana Guillermo Arriaga’nın bir senaryosunu önerdi: “The Tiger”, deyim yerindeyse Sibirya taygasındaki Jaws! Ya da bakarsın Yılmaz Güney filmini ya da yıllardır düşünü kurduğum western’i çekerim? İnsan düşlerle yaşıyor.

Yücel’in Marlon Brando imajı var
Uğur Yücel’in Türkiye’de Marlon Brando’ya benzer bir imajı var. Uğur’un düşünce yapısı şöyledir: “Yiyebileceğin kadar ye! Elde edebileceğin her kadınla birlikte ol, kaldırabileceğin her içkiyi iç! Her şeyi dene! Sonra da filmlerini yap!” Çünkü film hep biraz ifade edilmiş yaşamdır. Benim felsefem farklı. Gergin ve yorucu bir çekimin üstesinden gelmek için spor yaparım. Eskiden kiloluydum. Duvara Karşı’dan ve geçirdiğim iki disk kaymasından bu yana bedenime iyi bakıyorum. Ruhumu korumak için formda olmalıyım.