Gündem “Kafamdaki kask paramparça oldu”

“Kafamdaki kask paramparça oldu”

13.12.2016 - 16:49 | Son Güncellenme:

Aslında görev yeri Sakarya olan plastik cerrahi profesörü Derya Özçelik, Nişantaşı'ndaki evinde makale hazırlarken duyduğu patlama sesleri üzerine, yaralı polislere müdahale etmek için, hiç düşünmeden sokağa çıktı. Prof. Dr. Özçelik: "İçeri girdim, derin bir sessizlik vardı, oysa her odada iki, üç polis üzerlerinde silahlarıyla yatıyordu, hiçbirinde ne inilti, ne ağlama sesi vardı, çelik gibiydiler. Bu son derece vakur duruşlarını, aldıkları eğitime ve kültüre bağlıyorum. Gerçek üstü bir tabloydu, birinin bacağına müdahale ederken, yanıma gelen arkadaşı, 'Kafamdaki kask paramparça oldu' dedi ama bir şeyi yoktu, kaskı korumuştu onu, belli ki şoktaydı. Rapor için bin takla atan vatandaşı gördüğüm için bu polis memuru beni çok etkiledi. Çenesindeki kesiyi diktiğim polisin akrabası sadece baktı, ne bağırma, ne çağırma. Çok efendi, nezih ve yürekli adamlardı bunlar"

“Kafamdaki kask paramparça oldu”

Aslında görev yeri Sakarya olan plastik cerrahi profesörü Derya Özçelik, Nişantaşı’ndaki evinde makale hazırlarken duyduğu patlama sesleri üzerine, yaralı polislere müdahale etmek için hiç düşünmeden dışarı fırladığını söyledi. AA muhabirine konuşan Prof. Dr. Derya Özçelik, patlama sesi duyunca gösterdiği refleksle hastaneye yetişme sürecinde yaşadıklarını ve orada karşılaştığı gurur tablosu manzarayı şöyle anlattı: "İçeri girdim, derin bir sessizlik vardı, oysa her odada iki, üç polis üzerlerinde silahlarıyla yatıyordu, hiçbirinde ne inilti, ne ağlama sesi vardı, çelik gibiydiler. Bu son derece vakur duruşlarını, aldıkları eğitime ve kültüre bağlıyorum. Gerçek üstü bir tabloydu, birinin bacağına müdahale ederken, yanıma gelen arkadaşı, 'Kafamdaki kask paramparça oldu' dedi ama bir şeyi yoktu, kaskı korumuştu onu, belli ki şoktaydı." Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik Cerrahi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Derya Özçelik, haftanın yorgunluğunu atmak için geldiği İstanbul Nişantaşı’ndaki evinde Cumartesi akşamı yüz kırıklarıyla ilgili bitirmesi gereken bir makale üzerinde çalıştığını belirtti. Dışarıdan gelen seslerle kontsantrasyonu bozulmasın diye kulaklıkla müzik dinlerken çalıştığını dile getiren Prof. Dr. Özçelik, şöyle konuştu: “Kulaklığımdaki müziğe rağmen gelen patlama sesini duydum. ‘Allah, Allah’ dedim, kulaklığı çıkarttım. Ama bu neydi, ses bombası mı, boş bir alanda mı, yan taraflarda inşaatlar var, onlara ait bir şey mi? Bunu algılamaya çalışırken, televizyondan Taksim’de patlama alt yazısı geçti. Ama boyutları nedir, bilgi yok, internette de bilgi yok. O esnada Düzce’den asistanım Gaye’nin Taksim’de olduğunu facebook’tan gördüm. Hemen arayıp güvenli bir yere geçmesini, Taksim’de bomba patladığını söyledim. Teşekkür etti, sonra baktım Taksim değil, Maçka’da, benim evin yanında patlamış yani. Nişantaşı, Maçka’ya çok daha yakın. Dibimizde bomba patlıyor, o zaman mutlaka yaralılar vardır, ben dedim gideyim. İlk aklıma gelen ‘Gideyim’ oldu.”

Haberin Devamı

“Nereye gidiyorsunuz, beni de götürün, ben doktorum’
Evinin karşısındaki Amerikan Hastanesi’ndeki görevlilerin “Ambulansları çıkarın” bağrışmaları başlayınca yaralılar olduğunu anladığını vurgulayan Prof. Dr. Öztürk, vakit kaybetmeden dışarı çıktığını aktararak, şöyle devam etti: “Zaten evden Maçka, 5 dakika yokuş aşağı. Maçka Parkı’na ulaştım ama orası polis çemberine alınmış. Havada barut kokusu, böyle hani gerçek dışı bir ortam, ileride ambulanslar kuyruk olmuş bekliyorlar. Polis helikopterleri yeri aydınlatıyor. ‘Ben doktorum, parkın içinden geçip gitsem olur mu?’ diye sordum. ‘Güvenli değil, hiç uygun değil’ dediler. Aşağıdan geçmeye çalıştım bırakmadılar. O esnada ambulans geçiyordu, ‘Nereye gidiyorsunuz, beni de götürün, ben doktorum’ diye atladım önlerine. ‘Gümüşsuyu’na (eski Gümuşsuyu Asker Hastanesi) gidin, oraya çok yaralı bıraktık.’ dediler. ‘Beni bıraksanız olur mu?’ diye sordum, ‘Yok biz başka tarafa gidiyoruz.’ dediler. Ben de bir taksi buldum. Taksi şoförünün de akrabası polismiş, o taraftan geliyormuş. Tünel falan kapalıydı, doktor kimliğimi gösterince bıraktılar.”

Haberin Devamı

“Ağrıları var sesleri çıkmıyor, çelik gibiydiler”
Hastanenin tahmininden küçük olduğunu ancak içeride 15 civarında doktorun harıl harıl çalıştığını gördüğünü ifade eden Prof. Dr. Özçelik ortamın atmosferini, şu sözlerle anlattı: “Önce içeri girince hiçbir hasta yok zannediyorsunuz. Çünkü içeriden hiçbir ses gelmiyor. Fakat odalara girdikçe, her odada iki üç polis memuru yatıyor, hiçbirinden hiçbir ses çıkmıyor, çelik gibiydiler. Muhabir olarak bilirsiniz, acil servislerde bağırış, çağırış olur, ama hiç öyle bir şey yok. Ama sessiz oluşlarının daha çok aldıkları kültürle, eğitimle ilgili, yani efendiliklerine bağlıyorum. Çünkü ağrıları var, kiminin bacağını şarapnel parçalamış, kiminin yüzünde kesi var.. Biri ‘Kafamdaki kask paramparça oldu’ dedi. Ama bir şeyi yoktu, kask korumuş onu belli. Şoktaydı o da.” Prof. Dr. Özçelik, plastik cerrahinin, bilinenin aksine estetikten çok travma cerrahisi olduğunu, saçtan, tırnağa, vücuttaki kesi, kırık gibi her türlü operasyonu yapabildiklerini vurgulayarak, bu bilinçle faydalı olacağını düşündüğü için hastaneye gittiğini kaydetti. Kendisini plastik cerrah olarak tanıttığı sırada ortopedik yardım lafı işittiğini belirten Prof. Dr. Öztürk, “Ben bakarım” diyerek hemen müdahale ettiğini anlattı.

Haberin Devamı

‘Çok efendi, nezih ve yürekli adamlardı”
Daha sonra yüzünde 2 santimlik bir kesi olan polis memuruna müdahale ettiğini, düzgün estetik dikiş sayesinde çok önemsiz bir iz kalacağını dile getiren Prof. Dr. Öztürk, şunları söyledi: “Hepsi üstlerinde silahlarıyla yatıyorlardı. Gerçek üstü bir tabloydu. Daha kötülerini büyük hastanelere sevk etmişler, orada kalan memurların durumu iyi olanlar. Hastanede 1,5, 2 saat kadar kaldım, beni asiste etti arkadaşlar, sanırım 4 vak'aya müdahale ettim. Birinin bacağında 6 santimlik defekti kapattık, 18 gün sonra dikişlerinin alınması gerektiğini, bu sürede üzerine basmamasını, dinlenmesini bunun için rapor verilmesi gerektiğini söyledim. Rapor istemedi. Bunu 3-4 kez tekrarladı. Rapor için bin takla atan vatandaşı gördüğüm için bu polis memuru beni çok etkiledi. Çenesindeki kesiyi diktiğim polisin akrabası sadece baktı, ne bağırma, ne çağırma. Çok efendi, nezih ve yürekli adamlardı bunlar.”

Haberin Devamı

“Akıl yoluyla ilerlersek daha iyi olacak”
38’i polis 44 kişinin şehit olmasına yol açan terörü lanetleyen Prof. Dr. Öztürk, “Biz bu yaptıklarımızın her gün 10 katını yapıyoruz zaten. Ama bir farkındalık oluşmuşken, bizim güvenliğimizi sağlayan bu insanların güvenliğini de sorgulamamız lazım. Onların güvenliğini kim sağlıyor, hangi stratejileri kullanıyorlar, üniforma giymiş 50 kişi aynı yerde hedef gibi duruyorlar, otobüslerle taşınıyorlar, şimdi artık olağanüstü haldeyiz, birilerinin bu işlere de kafa yorması lazım.” diye konuştu.
Birilerinin parmağını dikerken bile onlarca tedbir aldıklarını hatırlatan Prof. Dr. Öztürk, sözlerini şöyle tamamladı: “Ameliyathanelerin güvenliği, steril aletler, kullandığımız cihazların elektrik bağlantıları, o kadar çok ayrıntı var ki. Şimdi bu memurların güvenliğine kim kafa yoruyor? Yani ben olsam mesela onları 50 kişi aynı yerde tutmam. Kademesi olması gerekmez mi ikisi arkada, ikisi önde, belki diğerleri daha ileride ne bileyim. Onları koruyacak ikinci bir çember oluşturulabilir. Bu olmuyorsa, o zaman maçlar seyircisiz oynansın. İlle olağanüstü hal ortamında normal yaşıyoruz imajını vermek için değer mi? Yani şu anda normal koşullarda yaşamadığımızı kabul edelim, ona göre yaşayalım. Sadece duygusal bağlamda gitmesin bu işler. Daha akıl yoluyla ilerlersek daha iyi olacak.”