Gündem Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez

Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez

01.06.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

İnsanoğlunda oluşabilecek aşırı mal hırsının ve dünya tutkusunun yok olması ancak kanaat etmekle mümkündür. Kanaat, kişinin azla yetinip elindekine razı olması, başkalarının elindekilere göz dikmemesi demektir.

Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez

Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez
İnsanların çok çeşitli ihtiyaçları ve istekleri vardır. Her insan, ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamak ve isteklerini tam olarak yerine getirmek ister. Ama bu her zaman mümkün olmaz. Çünkü dünyanın imkânları, ömrümüz ve kazanma gücümüz sınırlıdır. İşte insanda oluşabilecek aşırı mal hırsının ve dünya tutkusunun yok olması ancak kanaat ile mümkündür. Kanaat, kişinin azla yetinip elindekine razı olması, başkalarının elindekilere göz dikmemesi, aşırı kazanma hırsından kurtulması demektir.

Haberin Devamı

Dinimiz kanaatkâr insanı övmüş, açgözlülüğü, hırsı, tamahı, israfı kötülemiştir. Kanaat büyük bir hazinedir. İnsanın, durumuna göre hareket etmesi, ayağını yorganına göre uzatması kanaatkâr olmasına bağlıdır. Kanaat aslında bir gönül zenginliği, göz tokluğudur. Zengin bir kalbe, tok bir göze sahip olan insan, Allah’ın ihsanı olarak kavuştuğu bir nimete şükreder.

Şükretmeyi bilmezler

Başkalarının malına göz dikmez, tamah etmez, açgözlülük etmez. Bu nedenledir ki Peygamberimiz bir hadislerinde “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliği (göz tokluğu) iledir” buyurmuşlardır (Buhârî, Rikâk 15) Kanaatsiz kimse, içinde bulunduğu hiçbir durumdan memnun olmaz; şükretmeyi bilmez. Hangi durumda olursa olsun hep daha fazlasını ister ve bu nedenle de hiçbir zaman mutlu olamaz. Kanaat yoksunu, hırslı, açgözlü kimseleri Peygamberimiz şöyle tanımlar: “İnsanoğlunun iki vadi dolu malı olsa, bir üçüncüsünü ister. İnsanın gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allah, tevbe edenin tevbesini kabul eder” (Buhârî, Rikâk,10).

Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez

Haberin Devamı

İnsan kanaatsizlik nedeniyle haram, emeksiz, zahmetsiz kazançlara yönelir. Bu yolda izzetini, haysiyetini, şerefini kaybeder. Bu durum kişinin rahatını ve huzurunu bozduğu gibi toplumun da rahatını ve huzurunu bozar. Sevgili Peygamberimiz “Sizden biriniz, mal ve yaratılış bakımından kendisinden üstün olana bakınca, nazarını bir de kendisinden aşağıda olana çevirsin. Böyle yapmak, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini küçük görmemeniz için daha uygundur” (Buhârî, Rikâk, 30) buyurarak, kişinin her türlü gayretine rağmen istediği hedefine ulaşamadığı takdirde, kendisinden daha aşağı durumlarda olanlara bakıp kısmetine razı olması gerektiğini ifade etmiştir. Böylece kanaatkârlık sonucunda kişi huzurlu ve mutlu olduğu gibi toplum da huzurlu ve mutlu olur.

Gerçek kanaatkârlık

Kanaatkârlık ve tembelliği birbirine karıştırmamak gerekir. Kanaatkâr olan kişi, gücü yettiğince çalışır, çabalar, Allah’a tevekkül eder. Gerçek kanaatkârlık, çok çalışıp helal/meşrû yollardan kazanıp elde edilene razı olmaktır. Helal ve meşrû bir yoldan kazanmak şartıyla zengin olmanın herhangi bir sakıncası yoktur. Çünkü Allah yolunda infak etmek, harcamak, zekât vermek vb. gibi maddî yolla yapılan ibadetler için zengin olmak gerekir. Zira bir hadiste de buyrulduğu gibi “Veren el, alan elden üstündür” (Tirmizî, Zühd, 32).

Haberin Devamı

Kanaatsizlik, insanları; kıskançlıktan doğan haset, kin, düşmanlık, hırs ve aç gözlülük gibi şahsiyet bozukluklarına sevk eder ve çeşitli hastalıklara maruz bırakarak, bunalımlara sürükleyebilir. Allah Teâlâ, insanların dünya hayatının süs ve cazibesine aldanarak ahireti unutmaması için, Kuran-ı Kerim’de dünya hayatının geçiciliği ve değersizliğini vurgulamış, ahiret hayatının tercih edilmesi gereken bir gerçek olduğunu anlatmıştır: “Dünya hayatı eğlenceden, oyuncaktan ibarettir. Ahiret hayatı hakiki hayattır. Bilselerdi (ahireti tercih ederlerdi)” (el-Ankebût 29/64).

Bir lokma, bir hırka

Sa‘d bin Ebî Vakkâs oğluna bir gün şöyle nasihat etmiştir: “Oğlum! Zenginlik istediğin zaman, onunla beraber kanaat de iste. Çünkü kanaati olmayanı servet zengin etmez.” Anlaşılacağı üzere kanaat, rûhî ve ahlâkî bir vasıftır. Peygamberimiz kanaati ve neticesini şöylece netleştiriyor: “Kanaatkâr ol ki, insanların Allah’a en çok şükredeni olasın” (İbn Mâce, Zühd, 24).

Haberin Devamı

Bazılarının dediği gibi kanaat; “bir lokma bir hırka”ya razı olmak anlamına gelmez. Kanaat demek; ihtiyacından fazla kalan kazancını bir yere yığmayıp, İslamiyet’in emrettiği hayırlı yerlere vermek demektir. İnsanlardan öyleleri vardır ki onlar mala mülke sahip değildir, gözü gönlü toktur. Ellerinde bulunanla yetinirler; daha çok kazanmak için hırs yapmadan çalışır, gayret eder sonunda da kazancına razı olurlar. Şükrederler; başkalarının malında, parasında ve eşyasında gözleri olmaz; kimseyi kıskanmazlar, hâllerinden şikâyet etmezler. İşte bu hal, tokgözlülüktür. Yani gönül tokluğu, yürek zenginliğidir. Bu, en şerefli ve izzetli haldir. Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Müslüman olan, yeterli geçime sahip kılınan ve Allah’ın kendisine verdiklerine kanaat eden kurtulmuştur” (Tirmizî, Zühd, 35).

Haberin Devamı

Sokollu Mehmet Paşa Camii (Kadırga)

Padişah 1. Süleyman (Kanuni Sultan Süleyman), 2. Selim ve 3. Murat dönemlerinde toplam 14 yıl sadrazamlık yapan Sokollu Mehmet Paşa’nın adını taşıyan ikisi İstanbul’da (Kadırga ve Zeyrek) diğerleri Lüleburgaz, Payas ve Havsa’da olmak üzere toplam beş külliye bulunmaktadır.

İstanbul Kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Suriçi Kadırga Şehit Sokollu Mehmet Paşa Caddesi, Su terazisi sokakların çevrelediği yapı adasında 1571 yılında Sokollu Mehmet Paşa’nın karısı tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Eğimli arazi üzerine yapılması ile ortaya mimari bir şaheser çıkmıştır. Belirli bir kotta yer alan cami avlusuna, farklı yükseklikteki sokaklardan girişler yapılması eşsizdir.

Tek minare ve tek kubbe

Külliyenin merkezinde bulunan cami, bu eğimli alana yapılabilecek en güzel çözümdür. Avluda mermer bir şadırvan yer alır. Çevresinde medresenin bölümleri bulunur. Camide, İznik çinileri ve orijinal kalem işleri de bulunmaktadır. Caminin banisi Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa, mimarı Mimar Sinan’dır. Tek minareli, tek kubbelidir. Sokollu Mehmet Paşa’nın İstanbul’da iki yerde kendi adını taşıyan camilerden biridir. Öteki cami, Azapkapı’daki Sokollu Mehmet Paşa Camii’dir.

Kanaatsiz bir kişiyi servet zengin etmez

Mihrap çevresinde insan boyundan büyük iki mum ve mihrap üzerinde hat sanatlı çini süsleme boydan boya kaplıdır. Caminin ses ve aydınlatma sistemi her Sinan camiindeki gibi mükemmeldir.

Hacer-i Esvet parçaları

Caminin badet mekânı; altı ayak üzerine oturtulmuş 13 metre çapındaki altıgen kubbe ile örtülmüştür. Prizmatik mukarnas oymalı mihrap ve minber, dönemin mermer işçiliğinin güzel örneklerindendir. Özellikle, minber külahının çini kaplamaları ve mihrabın iki yanındaki çini panolar, görsel bütünlüğe ayrı bir lezzet katmıştır. Camide toplam doksandan fazla pencere bulunur ve bu pencereler yan cephede ve kasnakta yoğunlaşır. Bu caminin diğer bir özelliği ise, dört küçük Hacer-i Esved parçasının giriş mahfilinin altına, mihraba ve diğer iki parçasının da minber külahı ve kapısına konmuş olmasıdır.

Esmâ-i Hüsnâ

Vehhâb: “Karşılık beklemeden bol bol veren.” İnsanın sahip olduğu bütün iyilik ve mutluluk vesileleri sadece ilâhî lütuf ve ihsanın eseridir. Kulun vehhâb isminden nasibi, merhamet edenlerin en merhametlisi olan Allah’ın lütfettiği nimetleri O’nun kullarına sadece kendi rızasını elde etmek için vermesidir.

Allah’ın nimeti üzerimizde görünmeli

Ebül-Ahvas adındaki sahabi anlatıyor: “Ben perişan bir kıyafetle Peygamberimizin huzuruna geldim. Peygamberimiz beni o halde görünce, “Malın yok mu?” diye sordu. Ben, “Var” dedim. Peygamberimiz, “Neyin var? dedi. Ben, “Devem var, koyunum var, atım var, hizmetçim var” dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz, “Madem ki Allah sana varlık verdi, Allah’ın bu nimet ve ikramı üzerinde görünsün” buyurdu. (Ebû Dâvud, Libas, 17)

Hasan-ı Basrî’den

Bir gün Hasan-ı Basrî’ye birisi gelip: ’Filan kimse, seni çekiştirdi, gıybet etti’ dedi. ’Sen o zâtın evine niçin gitmiştin?’ diye sordu. Adam, ’Misafir olarak davet etmişti’ dedi. ’Sana ne ikram etti?’ deyince, ’Çeşitli yemekler ve meşrubat’ diye cevap verdi. Hasan-ı Basrî şöyle dedi: ’Bu kadar yemeği içinde sakladın da, bir çift sözü saklayamayıp bana mı getirdin?’

‘Yavaş ol Enceşe kristalleri kıracaksın’

Enes b. Mâlik anlatıyor: Peygamber Efendimiz bir yolculuktaydı. Deve kervanına Enceşe adında siyahi bir delikanlı kılavuzluk ediyordu. Enceşe güzel sesliydi, ahenkle kaside okuyarak develeri yürütmekteydi. Onun sesinin ahengiyle develer hızlanmaya başladı. Oysa kervanda hanımlar da vardı. Peygamber Efendimiz Enceşe’ye şöyle seslendi: “Yavaş ol Enceşe. Kristalleri kıracaksın!” (Buhârî, Edeb, 90, 95).

Yazarlar