Gündem Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakardı

Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakardı

04.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Bu duyguların da karşılığını Müslüm Gürses’te bulmasında şaşılacak bir yan yoktu, çünkü onun Müslüm Akbaş olarak başlayan hikâyesi de dünyayı yakacak gariplerin’kinden farklı değildi...

Yakarsa bu dünyayı garibanlar yakardı


“Onun sesinin olduğu yerde umut biter” diyordu, Muhsin Kızılkaya Müslüm Gürses’in ölüm kalım savaşının ilk günlerinde Milliyet’e yazdığı yazıda: “Heyecanlar ölür, arzulara gem vurulur, her şey demirden bir kahır duygusunun arkasına saklanır, özlem basar, hüzün çöreklenir; umudun zerresi kalmaz orada.”

Haberin Devamı

Belki bir tek umut kalır, ‘Hor görülenlerin isyanını Tanrı’ya duyurmak’. Bir de ‘yakarsa bu dünyayı gariplerin yakacağına dair’ zayıf bir inanç... Bu duyguların da karşılığını Müslüm Gürses’te bulmasında şaşılacak bir yan yoktu, çünkü onun Müslüm Akbaş olarak başlayan hikayesi de dünyayı yakacak ‘gariplerin’kinden farklı değildi. 1953’ün 7 Mayıs günü, Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesi’nin Fıstıközü köyünde Rençber Mehmet ve karısı Emine’nin ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Yanık bir sesi vardı babasının, bağlama da çalardı. Müslüm 3 yaşındayken geçim derdinden Adana’ya göçtüler, Zeyno ve Ahmet de katıldı aileye sonradan.

HAYRANLARI SİNİR KRİZİ GEÇİRDİ

“İlkokulu bitirdim. Gerisi yok” diye anlattı öğrenim hayatını. Gerisi terzi çıraklığı, damda yatarken söylediği uzun havalar, babasından gizli katılıp birinci olduğu çay bahçesindeki ses yarışması, arkadaşıyla gittiği halkevi ve Çukurova Radyosu... 1968’de Adana Ömür Plak basımı ilk kırkbeşliği yayınlandı: Emmioğlu/Ovada Taşa Basma”.

Haberin Devamı

Fakat hepsinden önce hayatının en büyük acısını yaşadı... Kardeşi Ahmet’i ve annesini peşpeşe kaybetti. 30 yıl sonra, 2007’de babası Mehmet Akbaş’ın hastalıktan öldü zannedilen karısını öldürüp hapis yattığı, oğlu Müslüm’le de bu yüzden aralarının bozuk olduğu haberleri çıktı ama Gürses’ten konuya dair bir açıklama gelmedi. Bildiğimiz şu ki, Müslüm Gürses annesiyle kardeşini küçük yaşta kaybetti ve “Bu hayatın acısını çekmek için geldik, çekeceğiz.” diye özetledi hayatının ilk dönemini.

Sadık Altınmeşe’nin hastalanmasıyla geçici olarak çıktığı gazino sahnesinde döndü talihi. Ömür Plak’la dört kırbeşlik, İstanbul’da Sarıkaya Plak ile iki kıkbeşlik daha derken, 1969 yılında 300.000 adet satarak onu meşhur eden “Sevda Yüklü Kervanlar” geldi. Ardından da askerlik... Dönüşte peşpeşe plaklar çıkarmaya devam etti. Bu arada korkunç bir trafik kazası geçirdi. 1978 senesiydi, bir gece Tarsus’tan Adana’ya dönerken şoför uyuyakaldı, kamyonun altına girdiler. Şoför öldü, Müslüm Gürses öldü zannedilip morga bile kaldırıldı, son anda morg görevlisinin ondaki hayat belirtisini fark etmesi sayesinde kurtuldu. Alın kemiği kırılmıştı, kafasında platinle, yüzde 50 az işitir, hiç koku almaz olarak devam etti hayatına.

Nur’a tokat ‘aşk’etti
‘İkinci hayat’ı ömürlük yoldaşını da getirdi ona. Çocukluktan beri hayranı olduğu Muhterem Nur’la tanışmak için Malatya’dan gelen konser teklifini kabul etti. Fakat tanışır tanışmaz sahne sırası için tartıştılar, Muhterem Nur bir tokat yedi ama aşık oldu genç adama. Ve 1982 yılında başlayan beraberlikleri 1985’te evliliğe dönüştü. Onun şöhretinin onda birine sahip olanların her geçen yıl biraz daha genç bir kadınla görüldüğü bir camiada, Müslüm Gürses, kendisinden 20 yaş büyük karısını 30 yıl büyük bir bağlılıkla sevdi. Muhterem Nur da gözünden sakındı onu... “Bu dünyada tek kalırsa kurtlar sofrasında yem olur” dedi, “Ben de onsuz olamam, ikimiz bir tabuta girsek”.

İtilmişlerin sesiydi
80’ler onun gariplerin sesi olarak sarsılmaz tahtını kurduğu yıllardı. Şöhreti oynadığı filmlerle de katlanmıştı. Arabesk zaten yükselişteydi ama onu dinleyenler arabeskçi bile değil, Müslümcü’ydü. Orhan Gencebay ‘elit’ kesime hitap ediyorsa, Müslüm Gürses alt kesimin ‘baba’sıydı. Sistem tarafından dışarı itilmişlerin, hayatta yüzü gülmemiş ve gülmeyecek olanların sesiydi onunki... “Tanrım, unuttun mu mahsun kulunu”ydu, soruları... “Ne Orhan-ne Ferdi, anlatamaz acımasız dünyaya derdimi. Sen söyle Müslüm Baba, nereden sevdim o zalimi” pankartları açılıyordu konserlerinde, göğüslere atılan jiletler eşliğinde.
2000’lerle beraber bir şey oldu, Müslüm Gürses repertuvarına daha önce kıyısından geçmediği rock ve pop şarkıları eklemeye başladı. Nilüfer’in “Olmadı Yar”ı, Teoman’ın “Paramparça”sı, Tarkan’ın “İkimizin Yerine”si derken, 2006’da “Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle Müslüm Gürses” albümünü çıkardı. Enikonu pop bir albümdü bu ve Baba’yı Gülhane’den Açıkhava’ya ‘terfi’ ettirirken, kemik kitlesini de mutsuz ediyordu. “Müsterih olsunlar” dedi, “Biz o şarkıları da kendimize göre yorumluyoruz”. Yine de 2000’lerin Gürses’i başkaydı. Reklamlarda da oynuyordu, talk show da yapıyordu. Yeni kitlesi içinse şöyle diyordu Balçiçek Pamir’e: “Ben kimseye gitmedim, onlar bana geldi. Ben değişmedim, olduğum yerde durdum, onlar kapıyı çaldılar. Ben de ‘Hoş geldiniz buyurun’ dedim.”

Son albüm: Yalan dünya
O açtığı kapıdan girenlerle devam etti hayatına, 2010’da Pasaj Müzik’ten son albümü “Yalan Dünya”yı yayınladı. İçinde Aşık Mahsuni Şerif’lerin de, Neşet Ertaş’ların da, Sezen Aksu’nun da, Zülfü Livaneli’nin de, Şebnem Ferah’ın da, Şehrazat’ın da olduğu ve Müslüm Gürses’in ne kadar iyi bir yorumcu olduğunu bir kez daha kanıtladığı bir albüm...
Ama 2012 Kasım’ında kara bulutlar dolaşmaya başladı üzerinde. Doktorlarının yıllardır sigarayı bıraktıramadığı Gürses, zar zor by-pass ameliyatına ikna edildi. Fakat ameliyatın ardından karaciğer ve böbrek yetmezliği çıktı ortaya. Doktoru Bingür Sönmez “Çok kötü kullanılmış bir beden” dedi, “Her an bir sürpriz hazırlayabilir”.
O gün bugündür Memorial’dan gelecek bir haber bekleniyor. “Bugün daha iyi”, “gene kritikleşti” diye diye dört ay geçti ve ne yazık ki Dün kötü haber geldi... Müslüm Gürses’in yorgun doğmuş kalbi daha fazla dayanamamıştı. Ve herhalde bu ülkede hiç bir anda bu kadar çok insan öksüz kalmamıştı...