Dünyadan Futbol Kaan Ayhan: Geleceğimi Bundesliga'da görüyorum

Kaan Ayhan: Geleceğimi Bundesliga'da görüyorum

01.12.2014 - 14:47 | Son Güncellenme:

Schalke 04'te forma giyen milli futbolcu Kaan Ayhan: "Bundesliga dünyanın en iyi liglerinden birisi, giderek popülaritesi ve kalitesi de yükseliyor. Ben de geleceğimi orada görüyorum" dedi.

Kaan Ayhan: Geleceğimi Bundesligada görüyorum

Röportaj / TamSaha
Bundesliga'nın köklü kulüplerinden Schalke'de 4.5 yaşından bu yana forma giyiyor. Lucescu döneminde Galatasaray'a gelen Saffet Kaya'nın yeğeni. Almanya U17 takımıyla Avrupa ikincisi ve dünya üçüncüsü oldu. Schalke U19 takımıyla Almanya şampiyonluğu yaşadı. Ön libero oynarken attığı gollerle dikkatleri üzerinde topladı. Şampiyonlar Ligi'nde bir Real Madrid maçında gösterdiği performansla 19 yaşında Schalke A takımının kapılarını kendisine açtı. Millî Takım tercihini Türkiye'den yana kullanan genç oyuncu, ön libero, stoper ve sağ bekte görev yapabilen nitelikleriyle Fatih Terim'in aradığı jokerlerden biri.
Bundesliga'da forma giyen birkaç Türk oyuncudan biri olan Kaan Ayhan'ı daha yakından tanımak istiyoruz. 1994 Gelsenkirchen doğumlusun. Ailen ne zaman ve nereden Almanya'ya göç etmiş, orada ne iş yapıyorlar, kaç kardeşsiniz?
Annem Almanya'da doğmuş ama aslen Trabzon'un Maçka ilçesinden. Babam ise Iğdırlı. Önce Ankara'ya geçmiş, oradan da 2 yıllığına Almanya'ya gelmiş ama annemle tanışıp evlendikten sonra yerleşip kalmış. İkisi de bir ofiste çalışıyor. İki kardeşiz. 8 yaşında bir kardeşim var, o da benim gibi Schalke altyapısında futbola başladı.
Futbol topuyla ne zaman ve nasıl tanıştın?
Henüz 4.5 yaşındayken Schalke altyapısına girdim. O sırada sürekli topun peşinden koşan bir çocuktum. Babam da amcamın restoranında çalışıyordu ve işlerinin yoğunluğu nedeniyle benimle yeterince ilgilenemiyordu. Sonunda, "Bari bir futbol okuluna git" diyerek beni Schalke'nin altyapısına götürdü. Aslında oldukça küçük bir yaştaydım, takım arkadaşlarımın hepsi benden en az 1 yaş büyüktü. Takımın antrenörü, "Madem ki o kadar yolu geldiniz, bari antrenmana çık, seni bir görelim" dedi. Sahadaki hareketlerimi beğenince de beni altyapıya aldı.
Birçok futbolcunun başlangıcında ailelerinin kendilerine büyük bir destek verdiğini görüyoruz. Senin ailenin futbolcu olmandaki katkısı ne kadar?
Sağ olsun babam beni hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Zaten o yaşta bir çocuğun antrenmanlara kendi başına gidip gelmesi düşünülemez. Babam her antrenmanımda, her maçımda yanımda oldu. Gözü yoldan asla korkmadı. 500 kilometre mesafedeki Berlin'e giderken bile babam yanımdaydı. Brezilya ve Kazakistan maçı için de Almanya'dan İstanbul'a geldi. Ama şimdi asıl mesaisini 8 yaşındaki kardeşimin peşinde yaşıyor. Tıpkı bana yaptığı gibi ona da büyük bir destek veriyor.
Baban daha önce futbol oynamış mı ya da ailende futbol oynayan başkaları da var mı?
Babam hayatında hiç futbol oynamamış. Ama dayım Saffet Kaya profesyonel futbolcuydu. Borussia Dortmund'da oynayıp 2000 yılında Lucescu döneminde 19 yaşındayken Galatasaray'a gelmiş ve PAF takımında forma giymişti. O sezon Galatasaray PAF takımında 10 gol atmıştı. Ardından Antalyaspor'a transfer olup Süper Lig'de bir maç oynadı ancak sakatlandı ve futbolu bırakmak zorunda kaldı.
Dayının senin futbolcu olman konusunda bir katkısı var mı?
Elbette var. Küçüklüğümden beri onu kendime örnek alıyordum.
Almanya'da futbolcuların eğitimine büyük önem veriliyor. Sen Schalke'de gelişim sürecini devam ettirirken okulu nereye kadar sürdürebildin?
Almanya'da abitur denilen en yüksek lise diplomasına sahibim. Ama üniversiteyi düşünmedim. Çünkü profesyonel futbol hayatına başladıktan sonra tüm mesainizi işinize vermek zoruna kalıyorsunuz.
Bundesliga'da seni stoper ve sağ bek olarak izliyoruz. Futbola başladığında da savunma oyuncusu muydun?
Hayır. Futbola orta sahada başladım. U16 dâhil hep ön libero oynadım. Frikiklerden, uzaktan şutlardan ve kornerlerden oldukça fazla gol atan bir oyuncu olduğum ve ayaklarımı iyi kullandığım için hocalarım beni ön libero olarak değerlendirdi. Son iki-üç sezondur ağırlıklı olarak stoper oynuyorum. Bu sezonun başında iki maçta sağ bek oynadım ama bu benim için yeni bir pozisyon.
Başlangıçta idollerin var mıydı?
Tek idolüm Steven Gerrard'dı. Ben de onun gibi ön libero oynayan bir oyuncuydum ve o bölgede görev yapmama rağmen her sezon çok sayıda gol atabiliyordum. Bu nedenle kendime hep Gerrard'ı örnek aldım.
Bugün ağırlıklı olarak stopersin. O bölgede örnek aldığın oyuncular var mı?
Schalke'de oynayan Brezilyalı Bordon beğendiğim bir stoperdi. Onu yakından izleme fırsatı bulduğum için sıkı bir takipçisiydim. Aslında benim oyun tarzım ona hiç benzemiyor. O daha çok mücadele eden, topu kesen, hava toplarını kazanan bir oyuncuydu. Ben de defansif anlamda iyiyim. İkili mücadelelerde ve hava toplarında bir sıkıntım yok. Ama asıl özelliğimin geçmişte ön libero görevi yapmış bir oyuncu olarak topu iyi kullanmak olduğunu düşünüyorum. Zaten Schalke'de beni stoper olarak değerlendirmelerinin arkasındaki neden de defanstan oyun kurmaktaki becerim.
İki ayağını da kullanabiliyor musun?
Sağ ayaklı bir oyuncuyum ama sol ayağımı da kullanabiliyorum. Sol ayağımı geliştirmek için özel çalışmalar da yapıyorum. Benim oynadığım bölgede her iki ayakla şut atmaktan çok uzun ve isabetli pas vermek önemli olduğu için daha çok sol ayağımla uzun pas çalışması yapıyorum.
Schalke'nin altyapısında olduğun dönemde senden 12 yaş büyük Hamit Altıntop da o takımın formasını giyiyordu. Bugün ikinizin A Millî Takım'da buluşması da çarpıcı bir durum değil mi?
Sanırım benim altyapıdaki dördüncü veya beşinci senemde Hamit abi Wattenscheid'dan Schalke'ye transfer olmuştu. Çok iyi hatırlıyorum, derbi maçta Borussia Dortmund'a iki gol atmıştı. Hamit abi özellikle Gelsenkirchen'deki Türk çocukları için çok önemli bir örnektir. Tabiî o dönemde tanışmıyorduk, çünkü ben küçük bir çocuktum. Hatta o Dortmund'a iki gol attığında ben havuzda yüzüyordum. Bugün Millî Takım çatısı altında onunla buluşmak benim için gurur vesilesi.
Futbolcu olmana en fazla katkı sağlayan teknik adamlar kimler?
Schalke altyapısında U19'daki teknik direktörüm Norbert Elgert bana en çok yardımcı olan hocadır. Hem futbol anlamında hem de insan olarak bana çok şey öğretti. Oyunu okuma ve taktiksel anlamda kendimi Norbert Elgert sayesinde geliştirdim. Aynı zamanda saha dışındaki davranışlarımı da çok iyi yönlendirdi. Takımda benden yetenekli oyuncular vardı ama Elgert onların yerine, daha profesyonelce yaşadığımı düşünerek beni tercih ediyordu. Diğer yandan okuldaki başarımı da yakından takip ediyordu.
Schalke 04 altyapısı Almanya'da önemli eğitim odaklarından biri. Oradan son dönemde hangi oyuncular çıktı?
İlk akla gelen isim Mesut Özil. Şu andaki kaptanımız Benedikt Höwedes, Julian Draxler ve Max Meyer de Schalke altyapısından yetişip halen bizde oynayan ve Alman Millî Takımı'nın da formasını giyen oyuncular. Almanya'nın en çok oyuncu üreten altyapılarından biri olan Schalke'de eğitim almış olmak benim için de büyük bir avantaj.
Schalke ile yaşadığın U19 Almanya şampiyonluğundan söz eder misin. O süreçte neler yaşadın?
O şampiyonluk bana futbolda asıl önemli olanın ne olduğunu gösterdi. Yeteneğin ya da bireysel gücün tek başına yeterli olmadığını, asıl olanın takım halinde ortak hareket etmek, mücadeleyi en üst düzeyde tutmak ve asla teslim olmamak olduğunu o şampiyonluğa ulaşırken çok net biçimde öğrendim. Çünkü o şampiyona boyunca karşılaştığımız takımlara bakınca tek tek oyuncular olarak en iyisi biz değildik. Finalde yendiğimiz Bayern Münih'in oyuncuları topu bizden daha iyi oynuyor, daha iyi paslaşıyorlardı ama biz takım hâlinde onlardan çok daha fazla mücadele ettik ve kazandık. O şampiyonluğun bana verdiği en önemli ders de futbolun ortak hareket ederek, bir bütün hâline gelerek oynanan bir oyun olduğuydu.
Kulüpler için altyapılarından yetişip A takımda forma giyen oyuncuların yeri ayrıdır. Sen de 5 yaşından beri Schalke'desin ve artık bir A takım oyuncususun. Kulüpte ayrıcalıklı bir yerin olduğunu hissediyor musun?
Bunu sadece ben değil, altyapıdan gelen bütün oyuncular en derin bir biçimde hissediyoruz. Bu his de özgüvenimizi artırıyor. Her antrenmana ya da maça çıktığımda "Ben başarabilirim" diyorum. Taraftarlarımızın da bize bakışı çok olumlu. Dışarıdan gelen oyuncularla bizi aynı kefeye koymuyor, bize karşı çok daha sabırlı ve anlayışlı davranıyorlar.
Brezilya maçında bizim taraftarlarımızın kendi oyuncularına karşı aynı anlayışı gösterdiği söylenemez. Almanya'da bir millî maçta böyle bir tablo yaşanabilir mi?
Millî maçta böyle bir şey asla olmaz. Benim gördüğüm kadarıyla özellikle son 15-20 dakikada tribünler Brezilya'yı tuttu. Bizim oyuncumuz Neymar'a faul yaptığında ıslıklarla protesto edildi. Almanya'da tepkinin bu boyutlara ulaştığını göremezsiniz. Ama orada da şu var; takım olarak mücadele etmezseniz tepki görürsünüz. Taraftarlar sizin tüm gücünüzle mücadele ettiğinizi görürse 4-0 bile kaybetseniz sesini çıkarmaz. Ama performansınızda yüzde 5'lik bir düşüş bile görseler protesto ederler.
Schalke'de ilk on birde yer aldığın ilk maç Şampiyonlar Ligi'ndeki Real Madrid karşılaşmasıydı. O maçın kariyerinin dönüm noktası olduğunu söyleyebilir miyiz? Çünkü sonrasında Schalke'nin değişmez oyuncularından biri hâline geldin.
O maçla ilgili olarak yataktan kalktığım andan yeniden yatağa gittiğim ana kadar her ayrıntıyı tek tek hatırlıyorum. Gerçekten de benim açımdan tam bir dönüm noktasıydı. Öyle ki, özgüvenimin düştüğü zamanlarda o maçın CD'sini izleyip motive oluyorum. Sürpriz bir biçimde ilk on birde yer aldığım ve gerçekten de çok iyi oynadığım bir maçtı. Real Madrid Ronaldo'lu, Bale'lı, Xabi Alonso'lu, Isco'lu kadrosuyla sahadaydı. O maçta ön libero olarak görev yapmış ve Isco'ya karşı oynamıştım. Düşünsenize, playstation oynarken takımınıza aldığınız yıldız oyunculara karşı sahada mücadele ediyorsunuz. Benim açımdan adeta bir rüya gibiydi. Hocamız Jens Keller'in o güne kadar bana karşı bir güven duyduğunu hissetmemiştim. 6-1 kaybettiğimiz ilk maçın ardından ikinci maçta benim gibi genç oyunculara da şans tanıdı. Aslında daha önce Bayern maçında beni oynatmayı düşünmüş ancak son anda vazgeçmişti. Her işte bir hayır vardır derler ya, benim için de öyle oldu. Çünkü takım o gün Bayern'e 5-1 yenildi. Gerçi Real Madrid'e de 3-1 kaybettik ama o gün takım hâlinde iyi mücadele etmiştik. Özellikle benim açımdan çok başarılı bir gündü. Gazetelerin de o maçın ardından beni beğenmesi ve ön plana çıkarması sonraki maçlarda sürekli ilk on birde yer almamı sağladı.
Almanya'da altyapıdan yukarıya oyuncu çıkma oranı nedir? Mesela Almanya şampiyonu olan U19 takımınızdan kaç kişi bugün Bundesliga'da forma giyebiliyor?
Şampiyon takımdan dört oyuncu Schalke'nin A takımında forma giyiyor. Benimle birlikte Sead Kolasinac, Max Meyer ve Julian Draxler o dönemin U19 takımından A takıma yükseldi. Kalecimiz ise Bayern Münih'e transfer oldu. Diğer arkadaşlarımız da Bundesliga 2'de forma giyiyor. Sanırım Almanya'da genç oyunculara daha fazla güvenilip daha fazla şans veriliyor. Genç oyuncuların üst düzeyde şans bulmasında Almanya Futbol Federasyonu'nun da büyük payı var. Çünkü birçok konuya olduğu gibi altyapıdan yetişen genç oyuncuların kulüplerinde oynaması konusuna da karışıyorlar. Kulüplere bir yandan altyapı desteği verirken diğer yandan altyapıdan üretilen o oyuncuların oynamasına fırsat doğuracak kurallar koyuyorlar.
Bundesliga oyuncusu olduktan sonra hayatında neler değişti?
Evim ve arabam değişti (gülüyor) ama aslında benim açımdan önemli olan bu değil tabiî ki. Halen Gelsenkirchen'de yaşıyorum ve Türkler beni gördüklerinde yanıma gelip sevgi gösterisinde bulunuyor. Benden küçükler "Abi" diye hitap ediyor ve onlara örnek olduğumu hissediyorum, bundan da büyük bir gurur duyuyorum. Bence hayatımdaki değişikliğin en güzel tarafı bu; tanınmak, sevgi ve saygı görmek…
Farklı mevkilerde oynadığını konuşmuştuk. Sen ideal mevkiinin neresi olduğunu düşünüyorsun?
Kesinlikle ön libero. En sevdiğim pozisyon o. Ama stoperde de seve seve oynuyorum. Ön libero olarak forma giydiğimde daha fazla öne doğru oynama şansı bulabiliyorum ve bu da daha çok hoşuma gidiyor. O bölgede oynarken asist yaptığım ve gol attığım için takıma daha faydalı olabiliyorum.
Seninle birlikte futbola başlayan pek çok çocuk bugün başka işler yaparken sen bir Millî Takım oyuncusu hâline dönüştün? Seni diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerin nelerdi?
Başta da söylediğim gibi babamın ve ailemin desteği var. Diğer yandan Schalke'nin desteği var. Hatta Steven Gerrard'ın bile katkısı var (gülüyor). Benim yaşımdaki oyuncular Ronaldinho veya Ronaldo gibi olmak isterken ben Gerrard'ı örnek almıştım. Dolayısıyla daha çok koşan, mücadele eden ve çalışan bir oyuncu oldum. Teknik direktörler de bu tip oyuncuları sevdiği için önüm açıldı. İşin bir başka boyutu ise futbol için yaşamak. Akranlarım antrenmanlardan sonra eğlenmeye giderken ben evime dönüp dinlenmeyi tercih ettim. Beslenmeme dikkat ettim. Belki o dönemde bazı şeylerden mahrum kaldım ama bugün geldiğim noktada pek çok şeye sahibim.
Hocaların senin en çok hangi yönlerini beğeniyor, hangi konularda eksiklerin olduğunu söylüyor?
Bugüne kadar çalıştığım her hocam oyunu okuma özelliğimi ve pas kullanmadaki isabetimi beğeniyor. Hem uzun toplarda hem de yerden paslarda beni oldukça başarılı buluyorlar. Geliştirmem gereken konunun ise iletişim olduğunu söylüyorlar. Özellikle stoper oynarken takım arkadaşlarımla daha çok konuşmam gerektiği konusunda beni uyarıyorlar.
Ekstra çalışmalar yapan bir oyucu musun, yoksa takımın düzenli antrenmanlarıyla mı yetiniyorsun?
En fazla sevdiğim şey takımdan ayrı yaptığım çalışmalar. Özellikle Jens Keller döneminde özel çalışmaları çok fazla yaptım. Yardımcı antrenör Peter Hermann üzerimde çok duruyordu. Her zaman "Kaan gel çalışalım" derdi ve ben de bir süre sonra dört gözle onu bekler hâle gelmiştim. En çok da o antrenmanlarda kendimi geliştirdim. Çünkü tamamen bana özel antrenmanlar yapıyorduk ve eksiklerimi tamamlıyordum. Top kontrolümü ve paslardaki isabetimi de büyük ölçüde o özel çalışmalara borçluyum.
Millî Takım tercihlerinde zikzaklar yaşadın. 2009'da Türkiye U17 takımında oynadıktan sonra Almanya Genç Millî Takımlarını tercih ettin. Bu tercihin nedeni neydi?
Dediğiniz gibi, 16 yaşındayken Türkiye'nin U17 takımında Romanya'ya karşı oynamıştım. Nasıl anlatılır tam bilmiyorum ama o dönemdeki takımla kaynaşamamıştım. Bana sanki bir yabancıymışım gibi davrandılar. Almanya'da doğmuş olsam da orada bana yabancı gibi davranmalarına bir ölçüde alıştım. Ama insan kendi ülkesinde yabancı muamelesi görmeye tahammül edemiyor. Bu beni rahatsız etti. O süreçte Almanlardan davet aldım. Özellikle U17'nin hocası Steffen Freund üzerimde çok durdu ve beni ne kadar istediğini ortaya koydu. Ben de "Türkiye'de beni yabancı olarak görüyorlarsa bir de gidip Almanya'yı deneyeyim" dedim.
Ve Almanya U17 takımıyla çok da başarılı oldun. O takımla dünya üçüncülüğü ve Avrupa ikinciliği kazandınız.
Allah'tan Almanya U17 takımında 6-7 Türk oyuncu bir aradaydık. Koray Günter, Robin Yalçın, Okan Aydın, Emre Can, Samed Yeşil ve Levent Ayçiçek'le birlikte Almanya U17 Millî Takımı'nın iskeletini biz Türkler oluşturuyorduk. Hepimiz kafa dengi oyunculardık. U18'de ise antrenörle problem yaşadım. Takımın başında Bayern Münih'in eski oyuncusu Christian Ziege vardı ve iki yıl önce Türkiye'de yaşadığım sıkıntıları bu defa Ziege'nin takımında yaşadım. Artık o takımın içinde kendimi yabancı ve dışlanmış hissediyordum. Dünya Şampiyonası'nda üçüncü olan takımdaki Türk oyuncuları takımdan çıkardı. O dönemde Türkiye bana sahip çıktı. Abdullah Ercan Hoca beni sık sık aradı ve davet etti. Ben de kendimi toparlamak ve düşünmek için iki-üç ay süre istedim. Bu süreçte Türkiye ile irtibatım arttı. Sonunda, "İnşallah U17'deki grupta yaşadığım sorunlarla bir daha karşılaşmam" umuduyla U21 takımı için Türkiye'ye geldim. Çok şükür bir problem de yaşamadım. Takımda ayakları yere basan oyuncular vardı. Bu defa içine girdiğim ortamı U17'deki ile karşılaştırmam ayıp olurdu doğrusu (gülüyor).
Bugün ilk defa A Millî Takımımızın kampındasın. Böyle bir daveti bekliyor muydun?
Evet, bekliyordum. Bir yandan da içimde büyük bir heyecanla birlikte bir endişe de vardı. Bu defa nasıl bir oyuncu grubuyla karşılaşacağımı bilmiyordum çünkü. Bir önceki kampa da davet edilmiş ancak sakatlığım sebebiyle gelememiştim. Dolayısıyla takımı tanımıyordum.
Geçen sefer sakatlığın nedeniyle gelemediğinde seninle ilgili spekülasyonlar yapılmıştı. Gerçi bu kampa davet edilmen bu spekülasyonları ortadan kaldırıyor ama yine de senin bu konuda söyleyeceğin bir şeyler olmalı…
O dönemde sakatlığımdan çok beni üzen şey bu spekülasyonlar oldu. Sanki ben başka sebeplerden dolayı Millî Takım'a gelmemişim gibi bir atmosfer oluşturuldu. Oysa benim bu olaylarla ilgili bir bilgim bile yoktu. Zaten sakat olduğum için Schalke'nin maçında da oynayamamıştım. Öyle bir duruma düşmüştüm ki, bu sefer bacağım da kopsa mutlaka Millî Takım kampına gelecektim.
Millî Takım kampındaki ortama çabuk ısınabildin mi?
Burada çok iyi bir ortam var. Bütün abilerimle tanıştım ve çabuk ısındım. Kampa ilk geldiğim anda takım yemekteydi ve ben de az da olsa bir tereddüt yaşadım. Fatih Hocayı gördüm, diğer hocaları ve oyuncuları gördüm. Kime selam vereceğimi, nasıl davranacağımı bilemedim. Bazı insanlar yeni girdikleri ortamda hemen samimi olabilir ama bende böyle bir özellik yok. Allah'tan Fatih Hoca yanıma geldi ve selam verdi. Böylece o ilk telaşı atlatmış oldum. Sonrasında Olcay abi, Hamit abi, Mehmet Ekici abi yanıma geldi. Onlarla Almanya'dan tanışmıyordum ama burada bana hemen sahip çıktılar, yabancılık çekmemi önlediler.
Sana bir de doğum günü kutlaması yapıldı…
Utangaç bir insan olduğum için, "İnşallah kimse doğum günüm olduğunu hatırlamaz" diye içimden dua etmiştim. Pasta kesilmesi, bütün dikkatlerin üzerime çevrilmesi beni mahcup ediyor açıkçası. Hele bir de "Hadi sen de bir şeyler söyle" deseler ne yapacağımı bilmiyordum. Neyse ki Hamit abi orada da bana yardımcı oldu da doğum gününü de hasarsız atlattım (gülüyor).
Fatih Terim'le ilk defa çalışıyorsun. Fatih Hocanın takıma ve oyunculara yaklaşımını nasıl değerlendiriyorsun?
Fatih Hocanın takım üzerinde büyük bir otoritesi olduğunu önceden de biliyordum. Ama bu otoritenin Almanya'daki soğuk antrenör-futbolcu ilişkisine benzemediğini de gördüm. Fatih Hoca oyuncusuna "oğlum" diye hitap ettiğinde otorite bir patron-işçi ilişkisinden bir baba-oğul ilişkisine dönüşüyor. Kısa sürede görebildiğim kadarıyla Fatih Hoca antrenmanlarda da oyuncularına çok olumlu yaklaşıyor. Yapılan en küçük bir hatayı bile mutlaka görüyor ve bu hatasını düzeltmesi için oyuncusuna yardımcı oluyor.
Gelecekle ilgili düşüncelerinden bahsedecek olursak, kariyer planlamanda neler var?
Öncelikle Schalke'nin önemli ve vazgeçilmez oyuncularından biri olmak istiyorum. Millî Takım'la büyük bir turnuvaya katılmak ve orada başarılı olmak istiyorum. Ama çok ileriye bakmak yerine adım adım ilerlemenin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Türkiye'den transfer teklifleri aldın mı, Süper Lig'de oynamak hakkındaki düşüncelerin neler?
Türk gazetelerinde benimle ilgili transfer haberleri çıkıyor. Ama şimdilik önceliğim Süper Lig'de oynamak değil. Almanya'da yetişmiş bir oyuncu olarak kariyerimi de orada sürdürmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Bundesliga dünyanın en iyi liglerinden birisi ve giderek popülaritesi de kalitesi de yükseliyor. Ben de geleceğimi orada görüyorum.
Futbolun dışındaki hayatında neler var?
Aileme düşkün bir insanım. Zamanımın çoğunu ya annemin babamın ya da kız arkadaşımın yanında geçiriyorum. Bir yıl önce aileme 10 dakika mesafede bir ev tuttum, orada yaşıyorum. Gördüğünüz gibi ayrı yaşasam da onlardan uzak kalamıyorum.
Almanya'da maçlar "aile günü"
Türkiye'de tribünlerde seyirci sayısı giderek azalıyor. Almanya'da ise takımlar yıllardır dolu tribünler önünde oynuyor. Almanya kulüpleri bu tribün doluluğunu nasıl sağlıyor sence? Türkiye'de bu konuda neler yapılabilir?
Türkiye'deki durumu çok iyi takip edemediğim için bilemiyorum. Ama Almanya'daki durumu anlatabilirim. Orada 4-5 kişilik aile biletini alır ve maç gününü iple çekmeye başlar. Almanya'da maç günü demek bir anlamda aile günü demektir. Bunda stada giden yollardaki ulaşımın, stada giriş-çıkışların kolaylığı ve stat içindeki konfor da büyük bir rol oynuyor tabiî ki. Nasıl ki bazı aileler hafta sonunu tiyatroya giderek değerlendiriyorsa bazıları da maçlara gidiyor. Orada ahbaplarıyla buluşuyorlar. Maçlar bir tür sosyal etkinlik işlevi görüyor. Bir de insanlar hangi şehirde yaşıyorsa ağırlıklı olarak kendi şehirlerinin takımını tutuyor ve her takımın stadı doluyor. Mesela Hoffenheim denilen yer 1200 kişilik bir köy. Ama etrafındaki köyler de Hoffenheim'ı desteklediği için onlar da tribünlerini her maçta doldurabiliyor.