Kültür Sanat Kanayan bir dilin anlattığı

Kanayan bir dilin anlattığı

17.06.2010 - 20:35 | Son Güncellenme:

Muhsin Kızılkaya’nın son kitabı “Bir Dil Niye Kanar?”, Kürt açılımı tartışmalarına ve bu tartışmaların önemli bir ayağını oluşturan ana dilde eğitim meselesine içeriden bir bakış imkânı sunuyor.

Kanayan bir  dilin anlattığı

Dilin iktidarın örgütlendiği alanlardan birisi olduğunu, başta Foucault olmak üzere pek çok düşünür dile getirmişti. Yine de iktidarların dil korkusunu anlamak kolay iş değil. Örneğin bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın ana dili olan Kürtçe, uzun yıllar yasaklanmıştı. Bu yasaklamanın nelere mal olduğunu anlamak için Kürtçe şarkı söyleyeceğini açıklayan Ahmet Kaya’nın başına gelenlere bakmak bile yeterli.
Kürtçe alfabe hazırladığı için ‘60’lı yıllarda tutuklanan sosyolog M. E. Bozarslan’dan tutun, cezaevlerindeki Kürt mahkûmların Türkçe bilmeyen anneleriyle bile telefonda Kürtçe konuşamadığı zamanlardan geçtik. İşte o zamanların mağdurlarından Muhsin Kızılkaya, Edip Cansever’in “Bir Mendil Niye Kanar?” şiirine gönderme yaparak “Bir Dil Niye Kanar?” diye soruyor, çeşitli dergiler ve gazetelerde yayımlanmış deneme, makale, anı ve gözlemlerinin buluştuğu son kitabında.
Yok sayılmak
Gazeteci, yazar, çevirmen Muhsin Kızılkaya’yı, Mehmed Uzun’un Kürtçe yazılmış o muhteşem romanlarını Türkçeye kazandırması gibi çeşitli çeviri etkinlikleriyle, gazete ve dergilerdeki yazıları ve en önemlisi de birbirinden değerli kitaplarıyla tanıdık. Sadece Kürtçeden değil, Türkçeden Kürtçeye de kitaplar çeviren, anadili Kürtçe olsa da, Türkçeye ana dili gibi hâkim olan Kızılkaya’nın son kitabı “Bir Dil Niye Kanar?”, Kürt açılımı tartışmalarına ve bu tartışmaların önemli bir ayağını oluşturan anadilde eğitim meselesine içeriden bir bakış imkânı sunuyor. Ama yazarın bu kitaptaki yazılarla, sadece içeriden bir bakış imkânı sunmaktan öte, anadili yasaklanmış insanların neler yaşadığı ya da hissettiğine dair güçlü bir empati kurmayı hedeflediğini söylemek gerek.
Farz edin ki Türkçe yasaklanmış. Ana dilinizi konuştuğunuz için aşağılanıyor, suçlanıyorsunuz. En kötüsü ‘yok’ sayılıyorsunuz. Bu türden bir yok saymanın bir toplumda nasıl bir travma yaratacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.
Kitapta yer alan yazılar, yaşanan bu ağır travmanın sadece toplumsal değil, bireysel boyutunu da sunuyor, Kızılkaya’nın yaşadıkları ve en önemlisi hissettiklerinin yazıya dökülmesiyle birlikte. Kızılkaya, şöyle yazmış kitabın bir yerinde: “(...) her insanın bir hikâyesi vardı, benim de... Zaten ‘ayının bildiği on üç kelime, on üçü de armut üzerine’ sözü sanki benim için söylenmişti. Dönüp dönüp aynı şeyleri anlatmışım şimdiye kadar, bütün yazdıklarımın toplamı aslında tek bir hikâyeydi.”

Çıplak gözle bakabilmekKitapta “Dilimdeki Kâğıt Kesiği” ve “Dili Kanayanlar” bölüm başlıkları altında toplanan elli yazının ellisi de, aslında yazarın dönüp dönüp anlattığı aynı hikâyenin farklı derinliklerde, farklı duyuş ve fikirlerle buluşması bir bakıma. Ama her yazının konusu ve anlatımı, kendine özgü bir perspektif de sunuyor. Zaman zaman masalsı bir atmosferin eşlik ettiği yazılarda, insanın içini acıtan haksızlıklar ve insan hikâyeleri, yazarın ortaya attığı görüşlerin ispatını ve kaynağını da oluşturuyor bir bakıma. Kızılkaya’nın yazılarındaki etkileyicilik de zaten yaşadıklarına çıplak gözle bakabilme cesaretinden kaynaklanıyor. Tıpkı, yakınlarda kaybettiğimiz Kürt kökenli yazarlarımızdan Evrim Alataş gibi...
Edip Cansever, “İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin suyuna, toprağına benzer” diyor ya, kitabı okurken o şiirdeki dizeleri değiştirerek “İnsan yaşadığı dile benzer / O dilin türkülerine, masallarına benzer” diyesi geliyor insanın. “Bir Dil Niye Kanar?”: İnsana benzediği için...


Ya Türkçeye küsseydi?
Kızılkaya, kitabın bir yerinde, bir çocukluk anısından bahsetmiş. Yatılı bölge okulunda okurken, geceleri arkadaşlarına Kürtçe masallar anlattığı için dayak yiyen Muhsin Kızılkaya’yı annesi ziyarete gelir bir gün. Annesi, “ez gorî” (kurban olduğum) diyerek çocuğuna sarılıp onunla Kürtçe sohbet ederken, onları dinleyen ‘sarkık bıyıklı’ bir öğretmen de, elindeki zincirle çocuğa vurur annesinin gözleri önünde. Kızılkaya’nın annesi Türkçeye sonsuza kadar küser o gün. Kızılkaya ise, Türkçeyi o öğretmenden daha iyi öğreneceği günlerin hayalini kurarak hırslanır. Türkçeye, ana dili Kürtçe kadar hâkim olmakla kalmayıp, onlarca kitabın yazarı ve çevirmeni olarak Türkçenin bir yazarına dönüşür zamanla. O çocuk da, tıpkı annesi gibi Türkçeye küsebilirdi o zincir darbesinden sonra. “Bir Dil Niye Kanar?”ın, bir halkın nasıl küstürülmeyeceğinin ipuçlarını vermek için yazıldığını düşünebiliriz aslında.