Kariyer ‘Sahnede ne olacağını Tanrı bilir’

‘Sahnede ne olacağını Tanrı bilir’

30.06.2008 - 22:20 | Son Güncellenme:

‘Dünya Piyanisti’ Toros Can’ı müziğe çocukken dinlediği 45’likler ve long play’ler yaklaştırmış. İyi bir müzisyen olmanın ilk şartının içtenlik olduğuna inanan Can, “Kötü insanların da iyi müzik yapabileceğini gördüm geçen zamanda” diyor

‘Sahnede ne olacağını Tanrı bilir’

Piyanonun hüküm sürdüğü bu sahnede, 20. yüzyılın müziğine yön veren besteci olarak kabul edilen György Ligeti’nin ilk eserlerinden birini çalarken bambaşka bir insan olduğunu söylemek o kadar mümkün ki... Sanki gerçekten ateş aldı alacak ve yanacak. Ligeti’nin kaosuna sürüklerken bizi, kendini de oralarda bulduğunu hissediyorum. Uluslararası müzik eleştirmenlerinin övgüyle söz ettiği, Fransız Le Nouvel Observateur dergisinin ‘Dünya piyanisti’ diye yazdığı Toros Can’la, geçtiğimiz hafta Akbank Sanat’ta verdiği konser öncesi, kuliste buluştum.

Haberin Devamı

Birazdan konseriniz başlayacak. Böyle zamanlarda heyecanlanır mısınız?

Hayır, heyecan değil de bir an önce sahneye çıkma isteği oluşuyor. El titremesi, terleme gibi şeyler yok; zamanla, tecrübeyle yok oluyor. Tabii bazı insanlarda böyle değil. Mesela Pollini öyle; sahneye çıkıp, selam verip heyecandan hemen konsere başlarmış. ‘Heyecanlı olan önemsiyor, diğeri önemsemiyor’ ya da ‘heyecanlı olan eseri çok iyi bilmiyor’ demek değil bu tabii.

Konser öncesi nasıl hazırlarsınız ve sahnede neler hissedersiniz?

Çalışıyorum. Konserden 6-7 saat önce bir saat uyurum sonra rutin, hazırlanırım. Sahnede ise konsantre oluyorsunuz; dikkatiniz, sizin uygun gördüğünüz kadar noktaya sabitleniyor. Kitap okumak gibi; kitap okumaya başlarsınız, kendinizi kaptırırsınız ve bunun farkındasınızdır ama kaptırmaya devam etmek istersiniz; sahnede yapılan da aynı şey aslında.

Haberin Devamı

Bir röportajınızda “Sahnede dinleyicinin beklentisine yaklaşma çabasına, daha önceki yorumlara bağlı kalmaya kesinlikle karşıyım” demişsiniz.

Sahnede ne olacağını Tanrı bilir. Bu söylediğim biraz sahne öncesiyle ilgili aslında. Şöyle dinleyicilerden çok fazla var; birini dinliyor ve standart oluşturuyor. Sonra aynı sonatı başka birinden dinlediğinde bu standardı arıyor. Bunun tehlikesi yeniliklere kapalı olmak, bir yorumla kendinizi şartlamaktır.

Böyle dinleyici çok mu gerçekten? Zira sizi dinlemeye geliyorsam yorumunuzu yakalamayı çok isterim. 

Entelektüel ve doğru, olması gereken şey bu ama söylediğim gibi dinleyiciler de var. Özellikle bilinen, klasik repertuarı çaldığınız zaman böyle bir tehlikeyle karşı karşıyasınız. 

‘MÜZİKSİZ OLMAZDI’

Sizi müziğe, piyanoya çeken ne olmuştu?

‘Sahnede ne olacağını Tanrı bilir’
Galiba, ben ilgi duydum, merak ettim. İnanılmaz bir hikâyesi yok. Bir de benim hayatımda şans faktörü çok etkili oldu. Sadece meslekte değil, her konuda inanılamayacak kadar şanslıydım. Bu işe ‘bir başlayayım’ diye başladım; konservatuara girdiğimde ‘piyanist’ olacağım diye bir fikrim de yoktu. Hatta, sanırım lisedeydim, bir gün okuldan eve gelirken durdum, kaldım öylece ve bir, iki saat düşündüm, “Ben bunu istiyor muyum? Ne olacağım, piyanist mi?” diye. O zamanlar kafamda şeflik de vardı çünkü. Orada karar verdim ve öyle gitti. Bu kararı çok irdelemedim, piyano çalmak istedim.

Haberin Devamı

‘Hayatımda müzik, piyano olmasıydı’ diye düşündüğünüz zamanlar oldu mu?

Tüm çocukluğum 45’likleri, klasik long play’leri dinleyerek geçti, Carmen mesela.. Belki seçimimde bunun etkisi oldu ama yok, müziksiz olmazdı; hayatımda bir şekilde, bir yerden çıkardı müzik.

Bugün konumunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? Zira yabancı yayınlarda zaman zaman sizin için çok güzel şeyler yazıldı: “Kontrollü bir tutku, orantılı bir şiirsellik, hatasız bir ustalık”; “Yanan bir müzik, ateş içinde bir piyanist”... Bu ifadeler sizi anlatıyor mu gerçekten?

Güzel eleştiriler bunlar. Evet, yandığımı düşünüyorum bazen; Ligeti etütlerde özellikle... Ama bilmiyorum ki, bazen de yanmaz, belki bazen bahar serinliğidir bilmiyorum. Ama bazen yanar, yakmak zorundasınızdır. 

En çok hangi konularda kendinizi iyi bulur ya da eleştirirsiniz?

Haberin Devamı

Bilmiyorum bu hata mı ama düşünürüm hep; fazla popülist yaklaşımı sevmiyorum; yani tanınmaya uğraşmıyorum. Belki de bu kötü bir yan; çünkü belki de tanınmaya uğraşır ve bunu başarabilirsem, insanlara ‘Siz A’yı istiyorsunuz, gelin bakın işte A” diyebilir ve A’dan sonra B’yi de gösterebilirim. Bunu pek yapmıyorum. Yapabileceğimin en fazlası Schubert oluyor, Schubert’i de popülist bir yaklaşım olarak görmüyorum.
Bir de Türk bestecileri tanımamak, çalmamak benim en kötü, utanılacak, zayıf yanım. 10 sene yurtdışındaydım ama hiçbir şey buna mazeret olamaz. Ben milliyetçi bir insan değilim ama bu yine de bir yandan benim görevim olmalı.

Popülist yaklaşmayı tercih etmemenizin nedeni ne olabilir?

Korku olabilir... Yani mesela ben beste yapıp, sahnede çalabilirim. Güzel bir eser yazabileceğimden emin değilim, çünkü besteci değilim. Bu eseri yazar, çalarsam ve biraz popülist bir yaklaşım olursa seyirciler, “Toros Can, kendi eserini çaldı”, hatta daha da popülist olup çalarken ağlayayım mesela, “O kadar güzel çaldı ki, ağladı” diyebilir. Ama arkasından Mozart çalarsam, ona bunu da dinletmiş olurum, bu kez o ağlar. Bu kötü değil; biraz rol yapmak, maske, iki yüzlülük ama varılmak istenen hedef o insana entelektüel müzik dinletmek ise galiba her şey mubah. Özellikle söylüyorum, popülist yaklaşım kötü değil ama ben o duruma uygun değilim.

Haberin Devamı

İyi bir müzisyen olmanın en önemli şartı nedir? Bu soruyu böyle soruyorum; çünkü öğrendim ki, öğrencilerinize bunu sorar ve hep aynı yanıtı verirmişsiniz...

Bir dakika yanıtı söylemeyin. Çalışmak, çalışmak, çalışmak (gülüyor). Yok değil... İçtenlik; kötü bile çalsa içten olursa o bir müzisyendir.

Bendeki yanıt ise şöyle: İyi bir insan olmak.

Fikrim değişti biraz ama, kötü insanların da iyi müzik yapabileceğini gördüm geçen zamanda. İçtenlik diyorum, çünkü ne kadar şeffafsanız yorumunuz da o kadar net anlaşılıyor. Mesela Beethoven çaldığım zaman kendimi sahnede ne kadar içten gösterebilirsem siz de o kadar iyi görebilir, bu “Toros’un yorumu” diyebilirsiniz.

Anadolu Üniversitesi’nde öğretim üyesisiniz. Öğrencilerle buluşmanızın gerisinde neler olduğunu da merak ettim.

Bunun cevabı kolay işte: Maddi...Piyanist olup da hayatını kazanan çok az insan var. Bizim yaptığımız batı sanat müziğinde sadece resital, konser vererek hayatını kazanan insan az. Ben bunu yapmak zorundayım ama tabii ayrıca çok zevkli, keyifli. 

Kendi alanınızda Türk sanatçıları, yeni nesli nasıl buluyorsunuz?

Yok, bizden sonra gelenlerde biraz eksiklik var, daha az çıkıyorlar gibi sanki; bu beni endişelendiriyor. Daha çok olmalı. Ben müzik konusunda zaten çok çok umutsuzum. Bunu açmayalım, moralim bozulur, gerçekten çok fena. Türkiye’deki her konuda, -siyaset, politika, müzik, sanat- inanılamayacak derecede negatifim. “Her şey çok güzel olacak” diyemiyorum, olmayacak. Yanılmayı çok istiyorum ama öyle görmüyorum. Fazıl’ın (Say) kurduğu o cümle (Türkiye’den gitmeyi düşünüyorum) boşu boşuna söylenmedi, önemsiz bir cümle değil. Bugün “Benim aklımdan hiç öyle bir şey geçmedi” diyen varsa, bilmiyorum çok ilginç bir durum bu. Benim tanıdığım herkesin aklından böyle bir şey geçti, herkes yaşadı; sadece Fazıl değil, herkes düşündü bunu.

Bundan sonra kariyerinizde izleyeceğiniz yol belli mi?

Net bir şey söylememi bekliyorsunuz belki ama yok. Belki de her konuda tatmin olduğum için yok. Bence olunabilecek en güzel yerdeyim. Çok sevdiğim bir işi yapıyorum ve bunun için bana para veriliyor; ‘şu da olsa, bu da olsa’ demiyorum. Ama devlet senfoni orkestralarından daha fazla teklif gelsin isterdim. Fakat bir yandan da onları anlıyorum. Karşılarına modern eserler koymak zorunda kalıyorum ve bu bir sıkıntı yaratıyor; çünkü ‘Modern müzik nasıl çalınır?’ eğitimini hiçbirimiz almadık, ben de sonradan öğrendim. Doğal olarak onlar da ne yapacaklarını bilmiyor.

‘Neşet Ertaş dinlerken ağladım’

Caz seviyorsunuz sanırım siz değil mi?

Seviyorum ama yapabiliyor değilim, sadece dinliyorum.

Metal dinlediğinizi duymuştum.

Hâlâ arada dinliyorum. Entelektüel olduğu sürece her şeyi dinlerseniz. Bir kere dinleyip aklınızda kalıyorsa o entelektüel değildir zaten.

Katlanamadığınız bir müzik türü var mı?

Entelektüel müzik dışında, eğlence müziği vardır ve gereklidir, hatta önemlidir. Eğlence müziğinin kalitelisi, kalitesizi vardır; bu da görecelidir. İşin içine zevk ve tercih faktörleri giriyor burada. Entelektüel müzikte ise zevk faktörü yok; yani tarihin yargılayıp baş tacı ettiği Mozart’ı sevmediğini söyleyen komik duruma düşer bence.
Bir zamanlar, çocukken türküydü. Şimdi kafamı duvarlara vuruyorum, nasıl türküden hoşlanmamışım diye. 4-5 yıl önce hayatımda ilk kez Neşet Ertaş dinlerken ağladım, ‘Bunu nasıl kaçırmışım, neler varmış’ diye... Ama bize öğretilen türkü bu değildi.

Sizi etkileyen filmler oldu mu?

Closer, Six Degrees of Separation ve Komşum Totoro. Her seyrettiğimde farklı bir şey görüyorum, güzel olan da bu.
www.toroscan.com