Gündem ‘Kendi mitimizi yarattık’

‘Kendi mitimizi yarattık’

30.10.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

Türkiye’de 26 Ekim’de gösterime giren başrolünü Gael Garcia Bernal’in üstlendiği ‘Müze’yi yönetmeni Alonso Ruizpalacios’la konuştuk.

‘Kendi mitimizi yarattık’

Bu yılki Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı için yarışan ve En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanan ‘Müze’ (Museo), Türkiye’de 26 Ekim’de gösterime girdi. 1985’te iki arkadaşın Ulusal Antrolopoji Müzesi’nde gerçekleştirdiği soygunu konu alan filmin başrolünde Meksika sinemasının ünlü aktörü Gael Garcia Bernal yer alırken filmin yönetmenliğini Alonso Ruizpalacios üstleniyor. Filmi, Ruizpalacios’la konuştuk.


- Film, “Bu gerçek olayların bir reprodüksiyonudur” yazısıyla başlıyor. Gerçek olaylara ne kadar bağlı kaldınız?

Çok değiştirdik. Film, “Reprodüksiyon nedir, orijinalin ile sahte arasında ne farklar vardır?” sorularıyla oynuyor. Bu yüzden de filmimiz gerçek hikâyeden bir hayli sapıyor. Bazı olaylar ve bazı gerçekler var ama film kendi yoluna gidiyor. Bunun bir nedeni bir yandan araştırmamızı yaparken iki ana karakterin ailelerine yaklaşamamız... Arkadaşlarının anlattıklarında da çelişkiler vardı. Bu çelişkileri kucakladık çünkü neyin gerçek olduğunu bilemezdik. Aynı tarih gibi… Kendi mitimizi yarattık.

- Film, yağmalama ve tarihi eserlerin taşınması konularına da giriyor. Filmin bu tartışmalara neler katacağını düşünüyorsunuz?

Bu konu benim için çok önemliydi. Bu konuda birçok kitap okuduk. Bir kitapta British Museum; Metropolitian ve Bergama müzelerinin nasıl kurulduğuna hayret ettim. İnanılmazdı. Çok karmaşık bir tartışma. Kolay yanıt verilebilecek gibi değil. Eserler iade edilmese hangisine ne kadar bakılacak. Bence filmin kalbinde bu mesele var. Ancak çok sabit bir pozisyon almak mümkün değil bu konuda. Müzeler böyle yapılıyor ve bu doğru değil ama bir yandan da müzelere ihtiyaç var.

‘Kendi mitimizi yarattık’

- Jules Dassin’in ‘Rififi’si ilham kaynaklarınız arasında mıydı?

Evet, tüm zamanların en iyi sorgun filmi ve onu birçok kez izledik. Filmde, mesela soygun sahnesine havalı bir müzik koymak istemedim. İzleyicinin o iki kişinin yanında hissetmesini sağlamaya çalıştım. Müzede çekim yapamadık elbette. Sette müzeyi kurduk, bu da bize sahne üzerinde uzun uzadıya çalışma imkanı verdi.

- Müze”yi tür sineması içinde görüyor musunuz?

“Müze”nin kalıplara sığmamasına çok dikkat ettim. İlk akla gelen şu: “Bu, bir soygun filmi”. Ama tam olarak soygun filmi de değil. Çünkü soygundan sonra bir şey olmuyor, karakterlerin peşlerinde dedektif veya polis yok. Absürd kısmı bu. Gerçek hikâye çok uzun yıllara yayılıyor. Soygun filmine benzeyen tek yönü içinde bir soygun olması. Yazarken bir noktada pes ettik. “Bu hikâyeyi olmadığı bir şeye dönüştürmeyelim” dedik ve sonra bir tür yol filmine dönüştü. Büyüme öyküsüne evrildi. Türler arasında kaldı.

- Hikâyedeki eserler çalındıkları andan itibaren gündelik hayatın bir parçasına dönüşüyorlar. Müzedeki paha biçilmez halleriyle bu gündelik yaşamdaki halleri arasındaki çelişki hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, müzedeki vitrinlerden çıktıkları anda değişiyorlar. Onları gündelik hayata katmayı düşünürken çok eğlendik. Kültürlere saygısızlık gibi algılansın istemem ama biliyorum ki antropolojistler bu sahneleri izlerken kalp krizi geçirebilir. Yüzlerce yıllık eserden içki içmeleri gibi sahneleri karakterlerin aptallıklarını vurgulamak için koyduk. Ama bu aptallığın tersine döndüğü bir sahne de var: Çocukların kumda bu nesnelerle oynadığı sahne. Onlar için bunlar gündelik nesneler ve bu da nesnelerin değerini ve aidiyetlerinin nerede olduğunu sorgulatıyor.

- Soygunu yapanların gerçek motivasyonları hâlâ gizemini koruyor değil mi?

Evet. Bir suç işlendiğinde neden sorusu önem kazanır ve bilmek istersin. Ama bunun yanıtını bulamamak Meksika kültürünün bir parçası sanki. O yüzden filmde bu soruya bir yanıt vermemeye çalıştık.

‘Filmin DNA’sının parçası’

- ‘Night of the Mayas’ parçası filmde çok önemli. Baştan beri aklınızda bunu kullanmak var mıydı?

Açıkçası senaryoda yazan az sayıdaki detaydan biridir. Senaryoyu yazarken “Tamam, bir müze soyacaklar ve bu parça iyi olur” diye düşündüm. Yazarken bu parçayı sürekli çaldık ve filmin DNA’sının bir parçası oldu. Filmi kurgularken hiç düşünmeden koyduk. Bence mükemmel bir müzik ve bir tarih duygusu ekledi. Hem güncel hem de eski.