Ankara Kılıçdaroğlu: "Orta Gelirlilerin De Daha Az Fatura Ödemesi Lazım”

Kılıçdaroğlu: "Orta Gelirlilerin De Daha Az Fatura Ödemesi Lazım”

01.11.2018 - 19:18 | Son Güncellenme:

.

Kılıçdaroğlu: Orta Gelirlilerin De Daha Az Fatura Ödemesi Lazım”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Eğer ekonomik krizle ilgili milli bir duruş sergilenecekse, geliri yüksek olanların daha ağır bir fatura ödemesi, orta gelirlilerin de daha az fatura ödemesi lazım” dedi.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bir otelde düzenlenen 14. Türkiye Eczacılık Kongresi’ne katıldı. Program Türk Eczacıları Birliği Başkanı Erdoğan Çolak’ın açılış konuşmasıyla başladı. Çolak’ın ardından konuşan Kılıçdaroğlu, "Başkanı büyük bir dikkatle izledim. Elbette ki eczacıların sorunlarını da, yaşanan ekonomik krizi de, krizin faturasının kime çıkacağının önemli olduğunu dile getirdi. Ben şuna inanırım. Eğer bir sorun varsa, o sorunu çözmek için sorunun bütün parametrelerini dinlemek gerekiyor. O parametreler çerçevesinde soruna çözüm üretmek gerekiyor. Ama sorunu nasıl çözeceğiz? Sorunu çözerken elbette ki hukukun başta anayasa olmak üzere gelenekleri, törelerimizi dikkate almak zorundayız. Sağlık ve sosyal güvenlik öteden beri Türkiye’nin temel sorunlarına aday ve aday olmayı sürdürüyor” ifadelerini kullandı.

"Popülist siyasetten uzak, akılcı politikalarla var olan sorunları çözmektir"
Sorunların bütüncül bir pencereden bakarak çözülmesi gerektiğini vurgulayan Kılıçdaroğlu, “Siyasiler genelde sorunlara popülist anlayışla yaklaşırlar. Nereden daha fazla oy gelecekse o sorunlara eğilirler. Bütüncül bir anlayışla sorunu çözmek aslında devletin ve iktidarların görevidir. Onlar aklı egemen kılmak isterler. Nedeni devletin yapısı içinde zaten hukukun öngördüğü kuralların geçerli olduğu varsayılır. Dolayısıyla popülist siyasetten uzak, akılcı politikalarla var olan sorunları çözmektir. Sağlıkta ve sosyal güvenlikte sorunlar var ve bu sorunların hangi başlıklar altında incelenmesi gerekiyor? Bir arada değerlendirilmesi ve incelenmesi gerekiyor” şeklinde konuştu.
“Sorunu akılcı politikalarla çözmek isterseniz birden fazla soruna aynı zamanda eğilmek zorundasınız” diyen Kılıçdaroğlu, “Birincisi, bir ülkede yaşayan bireyler açısından sosyal güvenlik ve sağlık sorununa bakacaksınız. İki, sağlıkta çalışanlar ve onların çalışma koşulları açısından bakacaksınız. Üç, tıbbi donanım ve tıbbi malzeme açısından bakacaksınız. Dört, ilaç sektörü ve ilaç kullanımı açısından bakacaksınız. Beş, sağlık harcamaları ve sosyal güvenliğin finansmanı açısından bakacaksınız. Eğer bu 5 parametreyi bir araya getirip, sorunu çözme konusunda bir irade ortaya koymuyorsanız sorunu çözemezsiniz. Nitekim Türkiye’nin sağlık ve sosyal güvenlikte bu sorunlarını derinleştirerek sürdürmesinin temelinde bu 5 soruna eşzamanlı yaklaşmaktan kaynaklanıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Aile yardımları sigortası
Kılıçdaroğlu, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bir ülkede yaşayanlar açısından bakalım. 81 milyon. Anayasa ne diyordu? ’Herkes sosyal güvenlik hakkına sahip.’ ’Türkler, şu inançtan olanlar, Türkiye’de yaşayanlar’ demiyor. ’Herkes’ diyor. Burada olan turist de aynı haklardan yararlanacak. Anayasamız evrensel bir kuralı benimsemiş oluyor. Sosyal güvenlikte evrensel kurallar sadece bizim belirlediğimiz kurallar değil, Uluslararası Çalışma Örgütü zaten bu kuralları asgari normlar olarak belirlemiş. 1950’lerde Uluslararası Çalışma Örgütü bu kuralları asgari normlar olarak belirlemiş. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 102 sayılı sözleşmesi var, sosyal güvenliğin asgari normlarıyla ilgili şunları söylüyor; 9 ayrı sigorta dalından söz ediyor. Sağlık, işsizlik, yaşlılık, iş kazaları, meslek hastalıkları, analık, maluliyet, ölüm ve aile yardımları sigortaları. Türkiye bu sözleşmeyi 1971 yılında parlamentoda yasalaştırmış. Türkiye ‘Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 102 sayılı sözleşmesini uygulayacağım’ diyor. 8 sigorta dalı var, 9. sigorta dalı yok. Peki sosyal güvenliğin asgari normları neyi amaçlıyor? Bir insanın doğumundan ölümüne kadar gelecek endişesi olmamasını amaçlıyor. Ona bir asgari gelir ve yaşam standardı sağlama güvencesi veriyor. Bizde uygulanmayan hangisi? Aile yardımları sigortası. Diyeceksiniz ki önemi ne? Önemi şu, emeklilik yaşı aşamalı olarak 65 oldu. Sıradan bir asgari ücretliyi düşünün. 55 yaşında, 65 yaşında emekli olacak. Patron dedi ki, ’Senin işine son veriyorum, yerine genç birini alacağım.’ Gidecek iş arayacak, bir süre işsizlik sigortasından para alacak. 8-9 ay, bilemedin yeni yasa çıktı 10, 15 ay. Sonra gidecek iş aramaya, patron ’sen yaşlısın’ diyecek. Devlet, ’sen daha gençsin emekli olamazsın’ diyecek. Nasıl geçinecek bu kişi? O zaman devreye aile yardımları sigortası giriyor, bu nedenle çok önemli. Sayın Başkan, eğer hastalarınıza, yurttaşlara bir sözünüz varsa bu söz ‘önce aile yardımları sigortasını Türkiye’de uygulayın’ demekle başlamalıdır. O zaman bu ülkede yaşayan hiç kimse bir gelecek endişesi taşımaz. Bunun sağı solu yoktur, bunun odağında insan vardır ve biz bu insanı korumak zorundayız. Kimliği, yaşam tarzı, inancı ne olursa olsun, sosyal devletin güvencesi altında vermek zorundayız. O nedenle aile yardımları sigortası bireyler açısından çok önemlidir.”

“Gelir gruplarına göre fatura ödenmelidir”
“Sağlık yardımları, sosyal yardımlar yetersizse bir toplumda gelir eşitsizliği varsa en büyük faturayı yoksullar öder” diyen Kılıçdaroğlu, “Sayın Başkan dedi ki, ’ekonomik kriz var, faturayı kim ödeyecek?’ Normalde şudur, faturayı yoksulların ödememesi lazım. Ülke yönetiminde doğrudan hiçbir sorumluluğu olmayan, oy kullanarak iktidar seçen halk fatura ödememelidir. Faturayı önce ülkeyi yönetenler ödemelidir. Bir fatura çıkacaksa gelir gruplarına göre fatura ödenmelidir. Eğer ekonomik krizle ilgili milli bir duruş sergilenecekse, geliri yüksek olanların daha ağır bir fatura ödemesi, orta gelirlilerin de daha az fatura ödemesi lazım” ifadelerini kullandı.

“21. yüzyılın Türkiye’sinde bu dramı yaşıyorsak hepimizin oturup düşünmesi lazım”
Devrek’te şeker hastası bir kızın yol parası bulamadığı için gidip tedavi olamadığını, hayatını kaybettiğini söyleyen Kılıçdaroğlu, Türkiye’nin bu konuya dikkatini çekenin de o kızı tedavi eden Prof. Dr. Aslanoğlu olduğunu ifade etti. Aslanoğlu’nun sosyal medyadan paylaştığı "İçim acıyarak paylaşıyorum. Evet bizim hastamızdı. Ama evet 1 yıldan fazladır görmüyorduk ama altın kalpli bir babacığı ve anneciği vardı. Ama kolay mıydı iki kızı okutup, büyütüp, üretken bir vatandaş yapmak. O anne ve babanın çökmüş omuzları, ablanın gölge düşmüş gelinlik hayalleri... İnanamıyorum, inanmak istemiyorum. Türkiye’nin gerçeği. İsveç’te yüzde 85 sensör kullanılırken, bizde yol parasından kontrole gidemiyor. Yazdım, yazdım, yazdım. Daha öğreneli 15 dakika oldu. Bilmiyorum, iyi mi ettim, doğru mu dedim, şimdi gidip ağlamak istiyorum” sözlerini okuyan Kılıçdaroğlu, “Eğer 21. yüzyılın Türkiye’sinde bu dramı yaşıyorsak hepimizin oturup düşünmesi lazım ve söyleyecek bir sözümüz varsa korkusuzca onu söylemek lazım” dedi.
81 milyon vatandaşın olduğunu ve acil servislere 130 milyon başvuru olduğunu belirten Kılıçdaroğlu, “Gelişmiş ülkelerde nüfusun büyüklüğü açısından yüzde 30-40 arasında acil servis başvurusu varken, Türkiye’de yüzde 100’ün üzerinde yüzde 140’lara varan oranda acil servislere başvurusu varsa oturup düşünmemiz lazım. Nedeni 6-10 TL katkı payı ödememek için. Peki bu yoksulların sözcüsü kim olacak, kim sahip çıkacak? Bu ülkede yoksulluğu yenmek zorundayız, yoksulluk bu ülkenin kaderi olmamalıdır. Hastaneye gidenler, sağlık hizmeti alanlar 14 ayrı katkı payı yapmak zorundalar” dedi.
Genel sağlık sigortası primini ödemeyenlere ’sağlık hizmeti vermeyeceğiz’ diye düzenleme yapıldığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, “Seçimler geldi. Dediler ki, olayı ’31 Aralık 2018’e kadar uzattılar, prim ödemesen de sağlık hizmeti vereceğiz’ dendi. Peki bu tarihten sonra gencecik bir çocuğu prim ödemedi diye ölüme mi terk edeceğiz? Nasıl bir siyaset anlayışıdır, insana nasıl yaklaşılmaktadır?” dedi.
Sağlık çalışanları ve çalışma koşullarına değinen Kılıçdaroğlu, her sağlık çalışanının iyi koşullarda hizmet vermek istediğini anlattı. Kılıçdaroğlu, “Ama bırakın sağlık çalışanlarını, kamuda çalışanların yüzde 90’ı böyle bir avantajdan tümüyle yoksundur. Sorunu bütünlük içinde ele alıp değerlendireceksek bu çerçevede bakmak gerekiyor. Siyasetçiler bazen işi kolaycılığa sürüklüyorlar. Popülist propagandanın getirdiği bir şey, hekimi suçlamak işin içinde en kolay unsur oluyor. Hekimi, eczacıyı suçladığınız andan itibaren onları kendisini kurtaran bir kişi gibi değil, bir düşman gibi görmeye başlar. Bütün Cumhuriyet tarihi boyunca bir doktor şiddet dolayısıyla hayatını kaybetmemiştir ama son 16 yılda 11 hekim hayatını kaybetmiştir” diye konuştu.

“Yapılması gereken milli sanayimizi güçlendirmektir”
Tıbbi donanım ve tıbbi malzeme konusunda ise Kılıçdaroğlu, “Bunları üretenler ve tüketenler açısından yaklaşmak gerekiyor. Bu dünyada büyük ölçüde oligopol bir piyasadır ve sınırlı sayıda firmalar bu malzemeleri üretirler. Oligopol piyasada, serbest piyasada olduğu gibi rekabet içinde fiyat ortaya çıkmaz, fiyatlar yüksektir. Yapılması gereken milli sanayimizi güçlendirmektir. Bu ürünleri Türkiye’de üretmektir. Bunu üretmenin yolu da üniversitelerin bilgi üretmesinden geçiyor. Üniversiteleri bilgi üretmeyen bir toplumun büyüme şansı yoktur” dedi.

“Eşdeğer ilaç uygulamasını başlattık”
Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:
“İlaç sektörü ve ilaçların kullanımı. SGK’ya genel müdür olduğumda eczacı arkadaşlarla sık sık konuşurdum. Eşdeğer ilaç uygulamasını hiç duymamıştım bana eczacılar öğrettiler. Eğer Türkiye sömürü çarkından kurtulacaksa eşdeğer ilaç uygulamasını yapmak zorundaydık. Başlattığım zaman gelip bana, ’Acaba bunu sonuna kadar götürebilecek misin, yoksa bir süre sonra görevden alınacak mısın?’ dediler. ’Kararlıyım sonuna kadar götüreceğim’ dedim. Eşdeğer ilaç uygulamasında eczacılar sayesinde bu uygulamayı başlattık ve sonuna kadar götürdük. Bugün Türkiye ilaç tüketiminde dünyada 16. sırada bir ülkedir. Kesinlikle milli ilaç sanayisinin de gelişmesi lazım. Bunun için de üniversitelerin bilgi üretmesi lazım. Bir acı haber, İran üniversitelerinin ürettiği bilgi sayısı Türk üniversitelerini 2 yıldır geçiyor. O zaman dönüp şu soruyu sormak zorundayız; nasıl oluyor da bizim üniversiteler bilgi üretmede sürekli geriye doğru gidiyor ve hangi üniversiteler bizim önümüzde duruyor?”

“Aktüerya çok önemli”
Sağlık harcamalarının ve sosyal güvenliğin finansmanı konusunda Kılıçdaroğlu, “Bu finansman olayı yeni bir bilim dalının, aktüerya bilim dalının doğmasına yol açmıştır. Kişinin doğumundan ölümüne kadar olan süre içinde ona yapılacak harcamaların finansmanı, alınacak primler hangi ölçüler içinde alınmalı ki risk karşılanabilsin? Ve sigorta şirketi de iflas etmesin. Aktüerya çok önemli. Belki çoğunuzun bilmediği bir gerçeği anlatayım; 12 Eylül darbesinden sonra devlette bürokrasiye bir standart getirildi. Bakıyorlar ki aktüerya diye bir bölüm var, ’kapatın’ diyorlar. Ondan sonra sistem kendisini finanse edemez ve bu konuda sağlıklı hesaplamaların yapılamadığı ve sistemin iflas etmesiyle karşılaştı. Türkiye ondan sonra aktüerleri yurt dışından getirmek zorunda kaldı. Şimdi bazı üniversitelerimizde aktüerya bölümleri var” ifadelerini kullandı.
İlaçların, tıbbi cihazların pahalı olduğunu kaydeden Kılıçdaroğlu, “Şehir hastanelerinde dolar bazında verilen güvenceler var, onlar da pahalı. Kamu için pahalı. Dolayısıyla sosyal güvenlik sistemi açık vermeye devam ediyor” değerlendirmesinde bulundu.

"Sorunların çözümü demokrasi ortamında olur”
“Sorunların çözümü demokrasi ortamında olur” diyen Kılıçdaroğlu, “Demokrasi ortamında insanlar düşüncelerini özgürce dile getirirler. Bazen iktidar sahiplerinin, bazen de muhalif kesimin hoşuna gitmeyebilir ama sonuçta doğru doğrudur. Özgürce tartışma ortamında doğru yolu bulma gücümüz vardır. Bunun için hukukun üstünlüğü, düşünce özgürlüğüne sınırlama getirilmemesi, yargının bağımsız olması, hakimlerin açıkça tehdit edilmemesi, medyanın baskı altına alınmaması, Türkiye’nin bir çadır devletine dönüşmemesi gerekiyor. Hapishaneler tıka basa dolu. Gazeteciler, milletvekilleri, avukatlar, öğrenciler, herkes var. Güçlü olanların tamamı dışarıda, hak arama gücü olmayanların tamamı içeride. Parası olanların tamamı dışarıda, parası olmayıp, avukat parası bile ödeyemeyecek olanların yüzde 99.9’u içeride” şeklinde konuştu.

“Suudi Kralı telefon ediyor, Türkiye’de cinayet işleyenler rahatlıkla ellerini kollarını sallayarak dışarı gidiyorlar”
Dışarıdan müdahalelere boyun eğen bir Türkiye olduğunu savunan Kılıçdaroğlu, “Bu benim ağrıma gidiyor. Merkel bir telefon ediyor, gazeteciyi bırakıyor. Üstelik o gazeteciyi bıraktığınızda bir başka mahkemenin tutuklama kararını da eline tutuşturuyorsunuz. Gelen özel uçakla biniyor ve Almanya’ya gidiyor. Trump telefon ediyor, papazı rahatlıkla serbest bırakıyorsunuz. Çıkacağını 1 gün önceden Amerikan yetkilileri açıklıyor. Başka? Macron telefon ediyor, gazeteciyi serbest bırakıyorlar. Başka? Suudi Kralı telefon ediyor, Türkiye’de cinayet işleyenler rahatlıkla ellerini kollarını sallayarak dışarı gidiyorlar. Ağrıma giden budur. Demokrasi eğer gerçekten bu ülkede sağlıklı işleyebilseydi ve korku egemen olmasaydı, Türkiye’nin ayağa kalkması lazımdı. Türkiye bir çadır devleti değildir. 1940’larda, 1990’larda bırakın cinayet işlemeyi, konsolosluklarda yapılan eylemler dolayısıyla konsoloslukların etrafı çevrilmiş, cinayet işleyen birisi Türkiye’de yargılanmış, cinayeti özendirenler yine konsolosluğun etrafı çevrilerek teslim alınmış ve yargılanarak mahkum edilmişlerdir. Amerika’da konsolos eşini arabadan atarak yaraladı diye yakalanır ve tutuklanır. Bizde geliyorlar, cinayet işliyorlar, boğuyorlar, parçalara bölüyorlar, ellerini kollarını sallayarak yurt dışına çıkıp gidiyorlar. Suudi Kralı telefon edip teşekkür ediyor. Niçin?” açıklamasında bulundu.

"Türkiye’nin ve dünyanın bütün demokratları birleşmek zorundadır"
Kılıçdaroğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Türkiye’nin çadır devleti görünümünden Türkiye’nin süratle çıkması lazım. Bu ülkenin aydınlarına sesleniyorum. Bu işin sağı solu yoktur. Demokrasinin sağı solu olmaz. Sağcıya da solcuya da inançlıya da inançsıza da ‘a’ kimliğine de ‘b’ kimliğine de demokrasi lazımdır. Kendi sorunlarımızı, kendi özgür irademizle çözmemiz lazım. Benim gibi düşünmeyenin de bana oy vermeyenin de konuşmaya, beni eleştirmeye hakkı vardır. Bunu yapmayarak baştan kaybediyoruz. Dünyanın bütün demokratlarının birleşmesi gerekiyor ve birleşmek zorundalar. Türkiye’nin ve dünyanın bütün demokratları birleşmek zorundadır. Demokrasiyi kendi ülkemize getirmek zorundayız. Birlikte yaşamak, düşüncelerimizi özgürce ifade etmek istiyoruz. Kriz var kimse korkudan konuşamıyor, gelip, ’Bizim derdimizi ne olur dillendirin’ diyorlar. Türkiye’nin bu karabasandan çıkması gerekiyor. Bu görev bu ülkenin aydınlarına, birlikte mücadeleye düşüyor. Sağ sol kavgası yaparak değil, demokrasiye karşı olanlar demokrasiden yana olanlar, geldiğimiz nokta budur. Demokrasiden yana olanların el ele, gönül gönüle vermesi lazım.Önce şu demokrasiyi gerçek anlamda bir yerleştirelim ondan sonra sorunun çözümünde ben A derim, öbürü Z der, öbürü başka bir şey der özgürce düşüncelerimizi ifade ederiz.”