Kitap Sarrafı: Kokular Kitabı Kültürler

Bir odaya girip o odanın duvarındaki bir resmi veya nesneyi tesadüfen görmemiş olabiliriz ama aynı odadaki kokuyu es geçmemiz, atlamamız imkânsız. Esas olan algıdır. Koku sayesinde de algıyı yönetmek mümkün, hatta görsellik ve işitsellikten daha çok. Kitaptan bu konuda bir örnek ise şöyle: Kanunî Süleyman’ın Zigetvar önündeyken öldüğü bir gerçekti ama beraberindeki ordunun onun ölümünün farkına varmaması için çürüyen vücudun kokusunun bin türlü kokulu uygulamaya müracaat edilerek maskelenmesi başka bir gerçeği, sultanın hala hayatta olduğu gerçeğini inşa etti. Yani gerçek yeniden kurgulandı.

Haberin Devamı

Bu hafta Kokular Kitabı serisinin üçüncü kitabı Kültürler ile ilgili konuşacağız. Koku Uzmanı Vedat Ozan, Paris'in saray âlemlerinden Mısır Çarşısı'na, yağmurlu kadınlardan Kanunî'nin pamuğuna, Roma'nın helalarından Çinlilerin tütsülerine kültürlerin vazgeçilmez unsurları olan sanatın ve zanaatın akla hayale gelmedik ayrıntıları ve hikâyelerini ele alıyor.

İnsanın gizli pusulası olan burnun, dolayısıyla kokunun akla gelen, gelmeyen neredeyse her şeyimize dokunan dünyasını Koku Uzmanı Vedat Ozan ile konuştuk.

Kitabınızı yazmanızdaki etken nedir?

Bütün dünya için geçerli olmak üzere hakkında çok konuşulmayan, yayınlanmış makale ve kitap sayısı da görece düşük sayıda olan bir duyu koku duyusu, hele ki görsellik hâkim bir dünyada yaşadığımız düşünülürse. Oysa Aristo’dan beri temel dışsal duyularımızdan biri olarak kabul ediyoruz ve biz farkına varmasak da hayatımızı derinden etkiliyor.

Sokaktaki insan “koku” dendiğinde aklına ilk olarak “parfüm” geliyor ve elbette koku duyusuna yönelik bu ürünün pazarlanması için oluşturulan medya ablukası içinde bunu normal karşılıyorum. Ne var ki koku parfümü de kapsamasına rağmen onun çok ötesine geçen bir olgu.

Bize öyle sunulduğu için genellikle soyut bir durummuş gibi algılıyoruz, ancak biraz derine indiğimizde pek çok somut ilişki saptayabiliyoruz kokudan hareket ederek. Bu hem kokunun algısı, hem de yüz, hatta binlerce yıllık geçmiş göz önüne alındığında günlük hayatımız içinde izâhını bulamadığımız pek çok şeyi anlamamıza da yardımcı olabiliyor.

Haberin Devamı

Kokular Kitabı adını verdiğim ve henüz üçüncüsü yeni raflara ulaşan bu dört ciltlik seçkinin arkasında yatan niyet de bu zaten. Bilgi aktarmak, bu konuda bir duyarlılık oluşturmak, okur nezdinde duyusal çeşitliliğimizi aşikâr hale getirerek dünyanın tarihini bir de koku üzerinden okuma imkânını sağlamak. Bu nedenle ve bilginin yaygınlaşmasına yardımcı olmak için özellikle kolay anlaşılabilir bir dille kaleme aldım kitapları. Ayrıca her kitabın kendi içinde bir anlamlı metinler bütünü olmasına dikkat ettim ki elinize son cildi aldığınızda öncekileri de okumak zorunda kalmayın veya onları okumadan bunu okuduğunuzda bir eksiklik hissetmeyin. Gene de elbette tüm seçkiyi okumak çerçeveyi çok daha fazla geniş tutmanıza sebep olabiliyor.

Koku kültürü mü vardır? Bunu bilmemiz bize neler sağlar?

Koku kültüründen ziyade kültürün içinde koku da var demek belki daha doğru olur. İlk iki kitap kokuyu sırasıyla “algı” ve “ürün” bağlamında ele alıyordu. Bu kitapta ise tarih ve kültürel farklılıklar incelendi. Bütün hepsi birbirine bağlanmış durumda aslında. Mesela baharatı bilmeden dünya tarihini doğru anlamak mümkün değil. Nasıl ileride bugünler yazılırken petrol görmezden gelinemezse ona yakın değerde başka bir malzemeden bahsediyoruz zira.

Haberin Devamı

Biz bugün belki çok farkında değiliz ama şunu unutmayalım ki bütün inanç sistemleri bir şekilde koku unsurunu toplam kimliklerinin içine dâhil etmiş durumdalar ve bu tesadüfî bir seçim değil. Keza kokulara taktığımız etiketler aynı zamanda ötekileştirme, ayrıştırma amacıyla da kullanılmış ve kullanılıyor. Bu ayrıştırmalar ve ötekileştirmeler cinsiyet, inanç, etnik kimlik, tür veya sınıfsal farklılıkların altını çiziyor.

Araçlarını anladığımızda farklılıkların ne olduğunu, kime hizmet ettiğini görebiliyor, tek seslilikten çok sesliliğe giden bir çabanın içine girebiliyoruz. Kimse kendisinin “kötü” koktuğunu kabul etmiyor belki ama nasıl bazı kimliklerin kokusu bize farklı ve “kötü” geliyorsa, bizim kokumuzun da farklı ve “kötü” geldiği kültürler var. Bu ortadan kaldırılması gereken bir durum değil, gerçeğin ta kendisi. “Kötü” etiketi bir algı ve öğrenme sonucu takılıyor ve algıyı yönlendiren etmenleri anladığımızda o etiketi kaldırıp belki başkalarını takmak ve eski deyimle barış içinde bir arada yaşamak mümkün. Bütün bunların hepsini elbette bir kitap tek başına yapamaz ama en azından katkıda bulunabilir.

Kokular sadece doğruları mı söyler?

Yok, onu söyleyen doğru söylememiş. Esas olan algıdır. Koku sayesinde de algıyı yönetmek mümkün, hatta görsellik ve işitsellikten çok daha kuvvetle mümkün. Yayılan koku elbette nesnel bir gerçeğin ifadesi ama onu nasıl algılayıp nasıl yorumladığımız aşamasında öznelliğimiz devreye giriyor. Dolayısıyla o nesnel uyarıyı kullanarak veya değiştirerek algılanan gerçeği yeniden tasarlamak mümkün. Kitaptan bir örnek vermem gerekirse Kanunî Süleyman’ın Zigetvar önündeyken öldüğü bir gerçekti ama beraberindeki ordunun onun ölümünün farkına varmaması için çürüyen vücudun kokusunun bin türlü kokulu uygulamaya müracaat edilerek maskelenmesi başka bir gerçeği, sultanın hala hayatta olduğu gerçeğini inşa etti. Yani gerçek yeniden kurgulandı ve bunda da başarılı olundu. Antrparantez, bilmeyenler için söyleyeyim; Kanuni sefer sırasında öldü ve ancak 40 küsur gün sonra defnedildi. Ölen kişinin vücudunun dekompoze olmaya başlamasıyla beraber açığa çıkan kokuyu düşünürseniz, bu duyusal uyaranın ortadan kaldırılmasının yeni gerçeğin inşasında nasıl etkili olduğunu anlayabilirsiniz. Dolayısıyla kokular sadece doğruları söylemeyebilir.

Burunla ve parfümle kurulan kültürlerin haritasını açıyorsunuz. Kitabınızda çok farklı örnekler var. Birkaç ilginç örnek verebilir misiniz?

Açıkçası yüzlerce örnek var kitapta ama benim onlarca kez anlatmış olmama rağmen hala etkilendiğim örnek, zaman algılarını ve takvimlerini ortamdaki koku üzerinden oluşturan kültürlerin örneğidir. Hindistan açıklarındaki Andaman Adalarının bol yeşillikli ve çiçekli doğasında ortama salınan çeşitli kokuların zaman içinde değişimi ile geçen zamanı belirleyen ada yerlileri Ongee’ler, hem uzak hem yakın geldi bana. İstanbul’da yaşayanlar bilirler, özellikle bahar aylarında maalesef tek tük kalmış ıhlamur ve iğde ağaçlarının kokusunun hala hissedilebildiği bölgeler vardır. Oralardan geçerken o kokuları duyduğumda doğanın baharın işaretini vermeye başladığını anlarım. Ama bu geçici bir duygudur ve bölgeden uzaklaşınca gene takvimim veya ajandam devreye girer. Ongee’lerde ise bu duygu sürekli ve değişik zamanlarda açan çiçeklerin kokusu onlara o an hangi zaman diliminde yaşamakta olduklarının işaretini veriyor. O kokulu coğrafyada başka bir zaman belirteci kullanma ihtiyacı da yok zaten. Şubat, Mart veya Bahar, Kış gibi tanımlar yerine “o çiçeğin kokusu hissedildiği zaman” veya “bu çiçeğin kokusunun hissedildiği zaman” tanımları geçiyor. Doğa sürekli değişiyor ve bu değişimin koku anlamında da izlenebilirliği var. Onların yaptığı da bunu izleyerek takvim oluşturmak zaten. Ah, haksızlık etmeyeyim, sabit bir malzeme üzerinden de zaman tanımlıyorlar ama o malzemenin de aslında neden üretildiği zamana bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Tahmin etmişsinizdir, arıların her mevsim farklı çiçeklerden ve bitkilerden ürettiği baldan bahsediyorum. Ongee’ler için bal bir malzeme olarak ismen sabit ama kokusu değişken ve bu değişken olma hali de zamanı tanımlamak için kullanılıyor.

Uygarlığın kokusunu almaya ve kokunun uygarlığına bir gezi imkânı sunan kitabınızda özellikle kültürlere has özellikleri vurgulamışsınız. Türk kültürü ile ilgili de birkaç özellik söyler misiniz?

Bu coğrafya çok uzun bir zaman boyunca kokulu maddeler ticaretinin yapıldığı rota üzerinde yer almış ve bundan etkilenmemesi zaten imkânsız. Dolayısıyla buradan geçerek batıya giden kokulu maddeler bizim kültürümüzün içine de bir şekilde entegre olmuşlar.

Bagel veya pretzel ile simidin en belirgin farkı üzerindeki susamsa, o susama bir de böyle bakmak lazım. Keza bu topraklardaki hakim inanç sisteminin doğduğu alana dair kokular da doğal olarak kültürün içine girmişler. Gül, misk, amber, safran gibi, bunlar bugünün değil zamanın belleğinde süzülerek hayatımızın içine girmiş kokular. O gül ki damıtma ile elde edilen suyu daha sonra yerini limon kolonyasına bırakmış ve bu haliyle de bizim kültürümüzle özdeşleşmiş bir uygulama haline gelmiş. Şunu demek istiyorum aslında: Dünyanın başka hiçbir yerinde tuvaletten çıktığınızda elinize kolonya serpilmez, otobüs yolculuğunuz başladığında muavin kolonya şişesini dolaştırmaz, misafirliğe gittiğinizde ilk ikram kolonya olmaz. Bu ve benzer kendine özel uygulamaları soframızdan cenaze törenlerimize kadar pek çok günlük yaşam pratiği içinde görebiliyoruz.

Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

“Takıntılı bir adam”, sanırım beni tanıtmak için kullanılabilecek en özet cümle olur. Aslında yöneticilik okumama rağmen kokuyu merak ederek peşine düştüm ve bu konuda elime ne geçtiyse okudum. Böyle bir bilgi bankasını zihninizde oluşturmaya başladığınızda onun kaçınılmaz ardılı da bazı sebep-sonuç ilişkilerini o bankaya müracaat ederek kurmanız oluyor. Yani elinizdeki ham veriden yeni anlamlı bütünler oluşturabiliyorsunuz. Benim yaptığım da kabaca bu zaten. Bu süreçte oluşanları da gerek kitap ve makalelerim, gerekse verdiğim muhtelif eğitimlerde başkalarıyla paylaşıyorum. Halen İstanbul Bilgi Üniversitesi Kültürel İncelemeler Yüksek Lisans Programı’nda “Koku ve Duyuların Kültürel Tarihi” isimli dersi veriyor, ayrıca muhtelif sertifika ve kurumsal eğitim programları yürütüyorum. Elbette işin endüstriyel yönüne de uzak değilim ve zaman zaman koku tasarım projelerinin içinde yer alıyorum.

Esra Öz