13.09.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Ayşegül Kahvecioğlu
İlk iki romanı ‘Mükellefiyet’ ve ‘Göl Dağı’ ile Zonguldak madencilerinin hikâyesini anlatan yazar Metin Köse’nin, 1991’de 100 bin madencinin Zonguldak’tan Ankara’ya yaptığı yürüyüşü hikâyeleştirdiği üçlemenin son kitabı ‘Büyük Yürüyüş’ yayımlandı.
‘Mükellefiyet’ kitabı 1867’de başlan ve 20 yıl süren, ‘Göl Dağı’ ise 1940’da başlayan 8 yıl süren bir dönemi ele alıyor. Her üç romanın başkarekteri Ahmet, Zonguldak’ta babadan oğla geçen emek mücadelesini anlatıyor. Köse, son kitabında da 12 Eylül darbesi sonrası işçi haklarının yok edilmesine direnen madencileri anlatıyor. Yeni romanı vesilesiyle söyleşi yaptığımız Köse, şunları söyledi:
İşçinin büyük zaferi
“Zonguldaklı madenciler, binlerce işkencenin, idamların, tutuklamaların ardından sindirilen toplumda sözde aydınların bol olduğu ülkemizde yollara döküldüler. 1991 yılının 4 Ocak günü Zonguldak’tan soğuğa, yağmura aldırmadan eşleri ve çocuklarıyla tam 100 bin kişi yola çıktılar. Yol üstündeki kasaba ve köylerden insanlar, madencilere kumanya yetiştirdi. Devrek, bir gecede kendi nüfusunun 4 katı olan tam 100 bin madenciyi konuk etti. Madenciler Zonguldak’tan 250 kilometre yürümüşken, Ankara-İstanbul yoluna 8 kilometre kala Mengen’in Deller Köprüsü’nde polis engeliyle karşılaştı. Sonuçta Zonguldak’a geri döndüler ama artık kazanmışlardı. Bir günlük yevmiye ile bir kilo kıyma bile alamayan madencilerin zaferiydi bu.”
Örgütlü kadın hareketi
Devlet, istemeyerek madencilerin hakkını verse de diğer yandan unutmaz bunu. Çünkü cumhuriyet tarihinde ilk kez 100 bin madenci yürümüştür. Cumhuriyet tarihinde ilk kez 20 bin kadın örgütlenmiştir. Tarihimizin en büyük örgütlü kadın hareketidir, en büyük sivil toplum hareketidir bu. Zonguldak bu hareketten sonra planlı bir şekilde küçültülmüştür. 40 binlerdeki işçi sayısı 10 binlere indirilmiştir. Üstelik yürüyüşten bir yıl sonra Kozlu’daki grizu faciasında yürüyüşe katılan 263 madenci şehit olmuştur.”
‘Babam her gün helalleşirdi’
Babası madenci olan Köse, madencileri yazmaya daha çocukken karar verdiğini söyleyerek o yıllarda yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
“Babamın her gün helalleşerek madene gitmesi, annemin dualarla babamı uğurlaması. Amcamdan, dayımdan, akrabalarımdan, komşularımdan dinlediğim maden kazaları bende derin izler bırakmıştı. Başyukarı, domuzdamı, gündüz vardiyası, dört vardiyası, on bir vardiyası, sarma, kama, kazmacı, amele, göçük, grizu en çok duyduğum sözlerdi. Bir seferinde şubat tatiliydi, aniden çalan sirenlerle Kozlu’da bir uğultu başladı. Annem uçar gibi fırladı evden. Madenci kadınları vadiye dağdan düşen çığ gibi indi. Kuyudan cesetler çıkarılırken jandarmalar ellerindeki tüfekleri iki ucundan tutmuş engel oluyorlardı insanlara.
Özellikle kadınlar jandarmayı aşıp neredeyse madene gireceklerdi. Sonra kapkara çuvallar çıkardılar. Aradan 40 yıl geçmesine rağmen gitmez gözümün önünden. Bir gün Puşkin’in Goryukhino Köyü’nün Hikâyesi’ni okudum; beni çok etkiledi. Puşkin, köyünün tarihini yazmış ve bundan o kadar mutlu olmuş ki, ‘köyümün tarihini yazdım, öylesine mutluyum ki artık huzur içinde köşeme çekilebilirim’ demiş. Bu söz bende çok iz bıraktı. Acaba ben de bir gün bunu yapabilir miyim diye düşündüm ve yaptım.“