27.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Dr. Kamil Yaşaroğlu
Peygamber Efendimiz, Kuran’ı sadece okumamış ayrıca yaşamıştır. Müjde içeren bir ayet veya sure okuduğunda “Allahü Ekber”, “Sübhanallah” diye hayretini belirtmiş, manası dehşet veren ayetler karşısında gözlerinden yaşlar boşalmıştır.
Özümseyerek okudu
Bunun ötesinde Hz. Peygamber; “Benim saçımı ve sakalımı Hud, Vakıa, Mürselat, Nebe’ ve Tekvir sureleri ağarttı” buyurmuştur. İnsanın saçını, ancak dert ağartır. Peygamber Efendimiz, söz konusu surelerdeki güçlü mesajları dert edinmiş, bu durum onun saçını sakalını ağartmıştır: “Sen, beraberindeki tövbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud, 11/112). Hz. Peygamber’in yolundan giden onun güzide ashabı, Kuran’ı bizzat onun emrettiği ve Hz. Peygamber’in gösterdiği şekilde tertil üzere; yani anlayıp, özümseyip yaşayarak okumuştur. Öyle ki onlar, okuyuşlarını şöyle formüle etmişlerdir: ‘Biz, Kuran’dan on ayet öğrenince, bunlardaki helal, haram, emir ve yasakları iyice öğrenip hazmetmeden sonraki on ayete geçmezdik.
Kuran vahyinin insanlığı doğruya yöneltmesi için Kuran okumanın şu dört aşamayı içermesi gerekir: 1. Dille düzgün telaffuz: Kuran okurken öncelikle onun lafzına hakkını tam olarak vermemiz gerekir. Aksi takdirde lafızda yapacağımız bir hata, doğrudan onun sonraki boyutlarını da etkileyecek ve böylece maksat hasıl olmayacaktır. Bu husus, Kuran’da şöyle ifade edilir: “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler onu, hakkını gözeterek okurlar” (el-Bakara, 2/121.)
Doğru anlamak
2. Akılla doğru anlama: Kuran’daki ilahî mesajları doğru bir şekilde alabilmek için okuduğumuz ayetleri öncelikle doğru bir şekilde anlamamız gerekir.
Bu husus, Kuran’da şöyle ifade edilir: “Anlayan bir toplum için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık” (el-En’âm, 6/98.) 3. Kalple iyice özümseme: Ayetlerde verilmek istenen mesaj ve dersleri tek tek tespit edip bunları iyice özümsememiz gerekir. Nitekim Allah, bizlere Kuran’da bunu emreder: “(Rasulüm!) Sana bu mübarek kitabı, ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik” (Sâd 38/29.) 4. Davranışlarımıza yansıtma: Hidayete ulaşmanın son aşaması, Kuran’da bizlere bildirilen ilahi buyrukların gereğini yerine getirmek; tam anlamıyla hayata geçirmektir. Kuran’da bu husus, şöyle ifade edilir: “Rabbinden sana vahyolunana uy” (el-En’âm 6 / 106.).
Akrabanın hakkı
Bir örnek vermemiz gerekirse, Kuran’da; “Bir de akrabaya hakkını ver” (İsra, 17/26) buyrulmaktadır. Bu ilahî buyruğun hidayet gayesini gerçekleştirebilmek için önce onu düzgün bir şekilde telaffuz etmemiz, ardından manasını anlamamız, sonra dayı, amca, hala, teyze, vb. kendi akrabalarımız bağlamında gerekli dersleri çıkarıp bunları özümsememiz ve son olarak da onları tek tek arayıp hal ve hatırlarını sormamız, ihtiyaç duydukları hususlarda kendilerine yardımcı olmamız gerekir. Aksi takdirde bu ayeti salt telaffuz etmek, fakat onu anlayıp kendisinden gerekli dersi almamak ve gereğini yerine getirmemek, ayetin hidayet gayesi gerçekleşmeyeceği için gerçek manada bir “Kuran okuma” olmayacaktır.
Bunlar dikkate alındığında okunan Kuran ayetlerinin manalarının mutlaka akılla buluşturulması, kalple özümsenmesi ve hayata yansıtılması gerektiği çok açık bir şekilde anlaşılır: “Andolsun, size içinde sizin için öğüt bulunan bir kitap indirdik. Hâlâ akıllanmaz mısınız?” (el-Enbiyâ 21/10).
Diyanet Aylık Dergi’de yayımlanan “Gelin Kutsal Kitabımızı Doğru Okuyalım” başlıklı makaleden yararlanılmıştır. (Aralık 2017, s. 36-37)
Teşvikiye Camii
İstanbul Nişantaşı’nda semte adını veren Teşvikiye Camii, Sultan Abdülmecid tarafından 1854’te yaptırılmıştır. Caminin nüvesi 1794-1795 yıllarında 3. Selim’in buraya inşa ettirdiği mescittir.
Padişahın gezileri sırasında namaz kılması için yapılan ahşap mescit, Nişantaşı’nın o zamanlar boş olan arazisindeki ilk binasıdır. Küçük ve bakımsız olduğundan zamanla ihtiyaca cevap veremez hale gelen mescide yapılan eklemelerle bugünkü Teşvikiye Camii’nin temelleri atılmıştır.
Avlusundaki bulunan iki menzil taşından, bir zamanlar atış talimlerinin bu civarda yapıldığı anlaşılan caminin, varlığı ibadet ihtiyacını giderirken, günübirlik gezilerin de çoğalmasına vesile olmuştur. Sultan Abdülmecid’in Topkapı Saray’ından Dolmabahçe Saray’ına taşınmasından sonra haneden üyeleri ve ileri gelen devlet görevlileri de bölgeye yerleşmeye başlamıştır.
Teşvikiye Camii’nin hünkar mahfili kapısının üzerindeki manzum kitabesinde, bu semti ihya edenin ve Teşvikiye Cami’ni yaptıranın Sultan Abdülmecid olduğu anlatılmaktadır. Caminin avlusunda iki tane nişan taşı vardır. Üzerindeki kitabelerde 3. Selim’in tüfekle bin 260 gezden (bir gez, bir ok boyudur) su testisi hedefini ve 2. Mahmud’un testi hedefini vurduğunu anlatmaktadır.
Bir hadis “Oruç bir kalkandır; sakın bir kimse oruçluyken cahillik edip de kötü söz söylemesin. Birisi sataşır veya kötü söz söyleyecek olursa ‘ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin” (Buhârî, “Savm”, 9). |
İlk vahyin geldiği mekân: Hira
Peygamber Efendimize ilk vahyin geldiği mağaranın adı Hira, bu mağaranın bulunduğu dağın adı ise Nur Dağı’dır (Cebel-i Nur). Bu dağa Hira Dağı da denilmektedir. Nur Dağı Mekke’nin kuzeydoğusunda Kâbe’ye yaklaşık 5 km uzaklıktadır. Vahiy nurunun Peygamber Efendimize ilk defa bu dağda inmiş olmasından dolayı bu adı aldığı sanılmaktadır. Peygamber Efendimiz otuz beş yaşlarında iken ramazan aylarında Hira mağarasına gidip gelmeye başlamıştı.
Yalnız kalmak istiyor ve bu mağarada tefekküre dalıyordu. Azık olarak yanına çok az miktarda süt, kurutulmuş et veya zeytinyağı ile kuru ekmek alır, bunlar tükenince evinden yenisini tedarik edip tekrar mağaraya dönerdi. Hira’dan her inişinde, evinden önce Mescid-i Haram’a giderek Kâbe’yi tavaf etmeyi âdet edinmişti. Kırk yaşına basıp olgunluk çağına ulaştığı 610 yılı ramazan ayının Kadir Gecesi’nde sabaha karşı, Peygamber Efendimize Hira’da iken Cebrâil Alak sûresinin “ikra’” (oku) emriyle başlayan ilk beş ayetini getirmiştir. Peygamberimizin hayatında önemli bir yeri olan bu mağara; üst üste yığılan kaya blokları arasında kalmış iki tarafı açık, tünele benzer şekilde düzensiz bir boşluktan ibarettir. Mağaraya tabii kayalardan oluşan yüksek basamaklarla çıkılır ve dar bir düzlükten geçerek girilir.
ÜÇ SORU ÜÇ CEVAP
- Oruç fidyesi nedir ve miktarı ne kadardır ?
Oruç fidyesi, oruç tutmaya gücü yetmeyecek derecede yaşlı veya tedavisi mümkün olmayan hastaların, oruç tutamayıp bu oruçları kaza etmekten de ümit kesmeleri halinde, oruçsuz geçirilen her gün için ödedikleri fidyedir. Oruç fidyesi tıpkı fıtır sadakası gibi bir fakiri bir gün doyurmak ya da bunun bedelini vermektir. Fidye amacı ile yemek yedirmek günümüzde pratik olmadığı için fidye yerine bir günlük yemek bedelinin verilmesi tercih edilmektedir.
- Oruç fidyesi birden fazla fakire verilebilir mi?
Tutulamayan oruçların fidyesi toplam olarak bir tek fakire verilebileceği gibi, birden çok yoksula da dağıtılabilir. Şu kadar var ki, bir kişiye verilen miktar, bir kişiyi bir gün doyuracak miktardan az olmamalıdır.
- Hangi durumlarda fidye söz konusu değildir?
İleri düzeyde yaşlılık ve ağır hastalık dışındaki hayız, nifas, yolculuk gibi meşru mazeretlerden biri sebebi ile tutulamayan oruçlar için fidye söz konusu değ ildir. Bu gibi durumlarda, söz konusu mazeretin ortadan kalkması ile tutulamayan oruçların bizzat yükümlü tarafından kaza edilmesi gerekir.