Gündem Mağaraya sığınan üç arkadaşın hikâyesi

Mağaraya sığınan üç arkadaşın hikâyesi

23.05.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

.

Mağaraya sığınan üç arkadaşın hikâyesi

Mağaraya sığınan üç arkadaşın hikâyesi
Kişi, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyet ve amacıyla rahat vakitlerinde işlediği salih amellerden, sıkıntılı zamanlarda istifade eder. Hz. Peygamber’den nakledilen bir hadiste ‘Allah’ın hukukuna riayet et ki, Allah da seni korusun’ buyurulmuştur.

Haberin Devamı

İnsanoğlu başı sıkışınca hemen Allah Teâlâ’ya yalvarmaya başlar. Samimiyetle yaptığından emin olduğu bazı güzel hareketlerini anarak, onların hatırına kendisine yardım etmesi için Allah’a yalvarır. Sevgili Peygamberimiz böyle bir durumla karşı karşıya kalmış geçmiş ümmetlerin başından geçen kıssalardan örnekler verir. Mağarada hapsolan üç arkadaşın kıssası bunlardan biridir.

Kaya biraz açıldı

Yolda giderken yağmura yakalanmış üç kişinin sığındıkları bir mağaranın girişinin yukarıdan yuvarlanan bir kayayla kapanıp mahsur kalmaları sonucunda, kurtulmak için, her birinin daha önce işledikleri hayırlı amelleri hatırlayarak Allah’a yakarışları ve buradan kurtuluşlarını konu almaktadır. Kıssa özet olarak şu şekildedir:

Haberin Devamı

Bir ayet

Yetimlere mallarınızı verin. Temizi pis olanla (helali haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır (en-Nisâ 4/2).

Bir hadis

Bir gün Sa’d b. Ebu Vakkas abdest alırken Resülullah (sav) onun yanına uğramıştı. “Bu ne israf?” buyurdu. Sa’d, ‘’Abdestte de mi israf olur?” diye sorunca, Resulullah (sav), “Evet, akan bir nehirden bile abdest alıyor olsan israf olur” diye cevap verdi (İbn Mâce,
Tahâret, 48).

“Yolda yağmura yakalandıkları için dağdaki mağaraya sığınan üç kişi içerideyken, yukarıdan yuvarlanan bir kaya parçası mağaranın ağzını kapatır. İçeride mahsur kalan bu insanlar, ‘Olur ki Allah kayayı bertaraf eder’ diyerek, Allah rızası için daha önce işledikleri amelleri zikredip onları vesile edinerek Allah’a dua etmeye karar verirler. Bu üç kişiden biri, anne ve babasına bakma, yedirip içirme konusunda anne-babasını eşine ve çocuklarına hep öncelermiş. Yine bir defasında, henüz çocuklarına içirmeden, süt içirmek için geldiğinde onları uyur bulduğunu, uyandırmaya kıyamayarak sütlerini içirmek için sabaha kadar ayakta başlarında beklediğini anarak, ‘Allah’ım, şayet bunu senin rızan için yapmış isem, şu kayayı biraz arala’ diye dua etmiş, bunun üzerine kaya biraz açılmış.

İkinci şahıs, çok sevdiği amcasının kızının kendisini reddettiğini, ancak kıtlık yıllarında fakir düşence bu hanımın kendisinden maddî anlamda yardım istediğini, ona kendisiyle birlikte olmayı kabul etmesi karşılığında yüz altın verdiğini, arzusuna ulaşmak için amcasının kızına yaklaşınca, onun nikâhsız olarak bu kötü fiilden uzak durmasını istediğini ve Allah rızasını düşünerek bu arzusundan vazgeçtiğini bildirmiş ve ‘Allah’ım, eğer bu günahtan senin rızanı ve sevgini düşünerek vazgeçmişsem, içinde kaldığımız şu mağaradan bizi kurtar!’ diye dua etmiş, bu dua üzerine kaya biraz daha açılmış.

Haberin Devamı

Çok özel bir davranış

Üçüncü şahıs ise, bir kısım işçiler tuttu ğunu ve biri hariç hepsinin ücretlerini tam olarak ödediğini, bırakıp gitmesi sebebiyle ödeme yapamadığı işçinin ücretini ayrı bir yatırımla değerlendirerek, onun adına bir servet meydana getirdiğini hatırlatarak, ‘Allah’ım, eğer bu hayır ve dürüstlüğümü senin rızan ve sevgini kazanmak için yapmışsam, şu kaya parçası yüzünden düştüğümüz darlıktan bizi kurtar!’ diyerek iltica etmiş. Bunun üzerine kaya tamamen açılmış, onlar da mağaradan çıkıp gitmişler.

Kıssada samimiyetin değeri, edebî bir üslûpla bir dikkat çekici şekilde anlatılmıştır. Birinci şahısla ilgili olarak zikredilen, “çoluk çocuğu aç halde, yanında gece boyu ağlaşırken, uyuyan anne-babasının uykusunu bölmeye kıyamayıp, öncelikle onların sütlerini içirmek için başlarında sabaha kadar ayakta beklemesi”, çok özel, herkesin başaramayacağı bir davranıştır.

İkinci şahsın davranışında kayda değer olan nokta, “amcasının kızına sahip olabilmek için hiçbir engel kalmamasına ve bunun için uzun zamandır can atmasına rağmen, söz konusu fiilin haramlığı hatırlatılınca, Allah rızası için, bu işten geri durmayı” başarabilmiş olmasıdır. Bu da, her yiğidin üstesinden gelemeyeceği çok özel bir durumdur.

Haberin Devamı

Beladan kurtarır

Üçüncü şahsın davranışında “emanete ve insanların hak ve hukukuna riayet konusunda en parlak örneklerden biri” ortaya konulmuştur. İşçinin hakkı olan ücreti ona ulaştırmak herkes tarafından düşünülür, fakat ücretin onun adına yatırım amaçlı işletilmesi, eşine az rastlanır bir davranış olsa gerektir. Dolayısıyla Allah korkusuyla zinanın terki, ana-babaya iyilik ve işçi haklarına riayet kişiyi beladan kurtarır.

Kişi, sadece Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak niyet ve amacıyla rahat vakitlerinde işlediği salih amellerden, sıkıntılı zamanlarda istifade eder. Nitekim Hz. Peygamber’den nakledilen bir hadiste “Allah’ın hukukuna riayet et ki, Allah da seni korusun O’nu rahat halindeyken tanı ki, O da seni sıkıntı halinde tanısın” buyurulmuştur.

Haberin Devamı

Nuruosmaniye Camii

Nuruosmaniye Camii, 1748 yılında padişah I. Mahmud zamanında yapımına başlanan ve III. Osman zamanında (1755) Mustafa Ağa tarafından tamamlanmıştır.

Mağaraya sığınan üç arkadaşın hikâyesi

Cami, İstanbul’da inşa edilmiş ilk barok özellikli camidir. Nuruosmaniye semtinde bulunan cami, Batılılaşma eğilimlerinin mimaride ortaya çıkmaya başladığı bir devirde ortaya çıkmıştır. Cami ve külliyesi, Osmanlı mimarisinde bir dönüm noktası sayılmaktadır.

Çemberlitaş ile Kapalıçarşı ve Cağaloğlu arasında kalan büyük ve güzel bir camidir. Bu caminin yerinde daha önce, Hoca Şeyhülislam Sadeddin Efendi’nin hanımı Fatma Hatun Mescidi bulunmaktaydı. Nuruosmaniye Camii’nin yapımına 1748’de Sultan Birinci Mahmud Han zamanında başlandı. Vefatından sonra Sultan Üçüncü Osman Han devrinde devam edilerek 1755’te tamamlandı. Yapının kitabesi bu tarihi taşımaktadır. “Osmanlının Nuru” manasına, caminin ismine “Nur-ı Osmani” denilmekle beraber, Osmaniye Camii diye de bilinir. Caminin mimarı Mustafa Ağa, yardımcısı ise Simon Kalfa’dır.

Cami, barok üslupta yapılmış olup, klasik üsluptan tamamen ayrı bir karakter taşımaktadır. Bilhassa yarım daire şeklindeki avlusu, bunu iyice belirlemektedir. Cami, bu özelliğiyle Osmanlı mimarisinin yeni üslubunun, ilk büyük ve önemli eseridir. Cami; medrese, kütüphane, imaret, sebil, türbe ve çeşmeyle civarındaki dükkanlar ve hanlardan meydana gelen bir külliye şeklindedir. Kütüphanesi, çok değerli el yazması kitaplarla kurulmuştur.

Caminin içi de son derece güzel ve gösterişli olarak tezyin edilmiştir. Mihrabı, minberi ve caminin içindeki silmeler barok üslupta ve son derece güzel yapılmıştır. Caminin içini süsleyen kısımlardan, yazılar hariç diğer yerleri, güzel görünüşlü renkli taşlarla süslenmiştir. Caminin içini süsleyen yazılar ise, devrin tanınmış hattatlarından Rasim, Yedikulelizade Abdülhalim, Bursalı Müzehhib Ali ve Kâtibzade Mehmed Refi Efendi tarafından yazılmıştır.

Caminin avlusunda bulunan türbeye, ne caminin inşaatını başlatan Sultan Birinci Mahmud, ne de camiyi bitiren Sultan Üçüncü Osman Han defnedilmiştir. Bu türbede, Sultan Üçüncü Osman’ın annesi Şehsuvar Sultan ile bazı şehzade ve sultanlar medfundur.

Müslümanlar arasında aldatma olmaz

Peygamberimiz bir gün pazarda dolaşırken bir buğday yığını dikkatini çekti. Hububatı satan adamın yanına gelerek buğday yığınına elini daldırdı. Ancak buğdayın altı göründüğü gibi çıkmamış, Efendimizin parmakları ıslanmıştı. Satıcıya ıslaklığın sebebini sorduğunda, yağmurdan kaynaklandığı cevabını aldı. Bunun üzerine Allah Resulü, “Öyleyse insanların görmeleri için ıslak olan kısmı üste koyman gerekmez miydi?” diyerek ticaret ahlakına dikkatleri çekti. Anlaşılan o ki satıcı kuru ve ıslak olan buğdayı ayırmadan satışa sunmak suretiyle insanları aldatmaktaydı. İnsanları aldatmak ise, Peygamberimizin sünnetinden ve yolundan uzaklaşmak demekti: “Müslümanlar arasında aldatma olamaz! Bizi aldatan, bizden değildir!” (Dârimî, Büyû, 10).

Damat ve geline zekât verilebilir mi?

Fakir olan damada ve geline zekât verilebilir. Çünkü bunlarla zekâtı veren kişi arasında alt soy ya da üst soy ilişkisi olmadığı gibi, zekât veren şahıs bunlara bakmakla yükümlü de değildir.

Fakir ve yoksul kimselerin sağlık tedavilerini yaptıran vakıf, dernek gibi kuruluşlara zekât verilebilir mi?

Zekât ve fıtır sadakasının sahih olmasının şartlarından biri temliktir. Temlik eşya üzerindeki mülkiyet hakkını veya malî bir hakkı başkasına devretmeyi ifade eder. Bu itibarla fakirlere temlik etmek üzere zekât ve fıtır sadakalarını ayrı bir fonda toplayan ve her bakımdan kendilerine güvenilen kimseler eliyle yönetilen dernek ve kurumlara (muhtaçlara ulaştırmaları için yöneticileri, vekil tayin edilerek) zekât ve fıtır sadakası verilebilir. Şüphesiz vekâlet verilecek kişilerin her bakımdan güvenilir kimseler olmaları, toplanacak zekâtın başka işlere harcanmaması ve bu yöndeki denetimlerin ihmal edilmemesi gerekir. Adı geçen vakıf ve kuruluşlarda tedavi gören ancak fakir olmayan insanlara zekât, fitre ve fidye gelirlerinden harcama yapılamaz.

Sübhâneke duasının anlamı

Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür. Senden başka ilah yoktur.