Pazar "35 yıldır aynıyım"

"35 yıldır aynıyım"

14.10.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bu röportajın yapıldığı günün akşamında TÜSİAD üyeliğinden istifa eden, eski Maocu Nuri Çolakoğlu: "Açıkçası, o günkü düşüncelerimle bugünküler arasında temel bir fark yok."

35 yıldır aynıyım

Nuri Çolakoğlu: "CNN kurulurken 24 saatlik haber kanalı fikri bana zorlama gelmişti"
"35 yıldır aynıyım"

Bu röportajın yapıldığı günün akşamında TÜSİAD üyeliğinden istifa eden, eski Maocu Nuri Çolakoğlu: "Açıkçası, o günkü düşüncelerimle bugünküler arasında temel bir fark yok."

Ahmet Tulgar

Tam bir 68’liye yakışacak bir şeydi. Geçen pazar Doğan Haber Ajansı muhabiri İrfan Sapmaz, Amerikalıların Kabil’i bombalamaya başladığını dünyadaki bütün gazetecilerden önce bildirdiğinde, CNN Türk’ün başında risk almayı bilen bir kuşağın mensubu olan Nuri Çolakoğlu değil de başka biri olsaydı, belki de İrfan’ın haberini yayınlamaz, başka kanallarda doğrulanmasını beklerdi. CNN Türk de dünya medyasına böyle bir gol atamazdı.
Ertuğrul Özkök’ün "TÜSİAD’da bir Maocu" diye kutsadığı, Türkiye’nin önde gelen televizyoncularından Nuri Çolakoğlu kısa bir süre önce CNN Türk’ün başına geçti.
Deniz Alphan, Çolakoğlu’ndan randevu talep ettiğimde, "Hazırlan göreceksin, seni sabah 07.30’da çağıracak" demişti. Onunla yeni işyerinde, pek de alışık olmadığım biçimde sabahın sekizinde buluştum.
Türkiye’nin sıkıntısı sağdaki fikir üretebilen insan kıtlığı

Solculuğunuzdan geriye neler kaldı bugün kendinize baktığınızda?
Aslında açıkçasını söylemek gerekirse o günkü düşüncelerimle bugünkü düşüncelerimin arasında çok temel bir fark yok. O gün de ben Türkiye’deki bütün hastalıkların temelinde Türkiye’deki bölgesel ve kişiler arasındaki gelir dağılımı bozuklarının yattığını düşünüyordum, bugün de aynı şeyi düşünüyorum. Fark şurada: O gün ben Türkiye’deki mevcut servetin dağıtılarak eşitlenmesinden yanaydım, bugün herkesi adam başına 1000 dolarda eşitlemek yerine, insanların önünü açıp, yatırımı arttırıp, Türkiye’de serveti artırmak ve bunu paylaşmak olduğunu düşünüyorum. Bu ne demek? Ekonomide sonuna kadar liberal, sosyal politikalarda ise son derece sosyal adaletçi bir politika izlemek. Yani son 35 yılıma baktığımda bende kökten bir değişiklik olmadığı kanaatindeyim.

Bütün dünyada, büyük medyada solcuların ya da eski solcuların bir hakimiyeti söz konusu. Neden?
Şimdi solculukla entelektüellik çok el ele giden bir şey. Belki Türkiye’nin en önemli sıkıntısı sağda hakikaten kapsamlı, bütünsel düşenebilen, aklı başında, fikir üretebilen insan kıtlığıdır. Fikire fikirle karşılık veremeyince kaba kuvvete başvurma eğilimi daha artıyor. Bu tostun yarısını sana verebilir miyim?

Hayır, ben diyet yapıyorum.
Ben strese sokmuyorum kendimi.

Peki, TÜSİAD üyeliğinizi nasıl açıklıyorsunuz? TÜSİAD bir sınıf örgütü, patronlar örgütü. (Bu röportajın yapıldığı günün akşamında Nuri Çolakoğlu, CNN Türk’teki görevinin TÜSİAD üyeliği ile etik açıdan bağdaşmayacağı gerekçesiyle dernekteki görevinden istifa etti)
Eğer bir sınıf örgütüyse TÜSİAD, iş sahiplerinin sınıf örgütüyse, benim de bir sürü şahsi şirketim var. Kimi yayıncılıkla uğraşıyor, kimi başka işlerle uğraşıyor. 1970’ten bugüne TÜSİAD’ın da işlevi değişmiş vaziyette. O zaman Türkiye’deki en büyük 12 şirketin sahiplerinin menfaatlerini savunmak üzere kurduğu bir örgütken, bugün TÜSİAD, Türkiye’nin meselelerini hızla çözebilmesi için fikir üreten bir "think tank" haline gelmiş vaziyette. Belki eski kafalı arkadaşlarımız hâlâ 30 yıl öncesinin değerlendirmeleriyle hayata bakıyorlar ama bugün Türkiye’nin yüzde 35’i TÜSİAD’ın çok önemli bir görev yerine getirdiğini düşünüyor.

TÜSİAD, Mesut Yılmaz’a "ulusal güvenlik" çıkışı sırasında destek verdiğinde, İnan Kıraç’ın karşı çıktığı, "Biz bu işlere girmeyelim" dediği doğru mu?
TÜSİAD gibi 480 üyesi olan bir yerin tek bir ses çıkartmasını beklemek hem imkansız hem de doğru değil. Evet, TÜSİAD’ın içinde "Biz eskisi gibi sadece iş dünyasının menfaatlerini savunalım, başka şeyler bizi ilgilendirmez" diyenler olabilir. Bütün bunlar açık yüreklilikle tartışılıyor.

Birand, "Pazar akşamı bir şeyler olabilir" demişti
Geçen pazar Doğan Haber Ajansı muhabiri İrfan Sapmaz, bombardımanın başladığı haberini tüm dünyaya CNN Türk’ten duyurduğunda, haber Pentagon tarafından doğrulanana kadar geçen o 30-40 dakika süresince korktunuz mu? Ya haber doğrulanmazsa diye...
Mehmet Ali Birand’la biz operasyondan önceki cuma günü konuştuğumuzda Birand Washington’dan dönmek istiyordu. Dedim ki, "Sen tam yola çıkacaksın, operasyon başlayacak." "Yahu" dedi, "burada konuştuğum adamlar da ‘Columbus Günü’ne kadar bekle’ diyorlar" dedi. Columbus Günü geçen pazartesi. Kristof Kolomb’un Amerika kıtasına ayak bastığı gün. "Pazar akşamı bir şeyler olabilir" dedi. Pazar günü ben bir yabancı dostuma yemeğe davetliydim. Körfez bölgesindeki bazı okulların tatil edildiğini öğrendik. Oradan pirelendik. Dolayısıyla İrfan saat 18.40-45 civarında bombardımanın başladığını söylediğinde, biz burada bekliyorduk onu. Dolayısıyla çok şaşırmadık. CNN Türk’ün dışındaki gazeteci arkadaşlar telaşlanmışlar, çünkü Fox News’da bir şey yok, CNN International’da yaprak kımıldamıyor, BBC World’de hiçbir haber yok. Herkes hayatını normal götürüyor, bir tek İrfan çığlık çığlığa "Bombalar başımın üstünden geçiyor" diye.

Hakikaten hiç mi kaygılanmadınız haberin doğruluğu konusunda? CNN Türk’e de daha yeni gelmişsiniz.
Saat 19.20 sularında falan Reuters haberi verdiğinde, arkasından Pentagon da doğruladığında herkes derin bir nefes aldı ama açıkcası çok beklediğimiz bir şeydi.

İlk golünüz oldu rakiplerinize bu atlatma haber, değil mi?
Gol olarak değerlendirmiyorum. Gazeteciliğin yüzde 99’u doğru zamanda doğru yerde bulunmakla bağlantılı bir şey.

Ben NTV’yi kurarken herkes dalga geçiyordu
CNN International artık bir televizyon kanalı olmaktan öte bir şey galiba, değil mi? Globalizmin simgesi. Muhabirleri de gazeteciden öte, "yeni misyonerler" sanki.
1980 başında ben Londra’dayken Newsweek’in Londra büro şefi benim arkadaşımdı. Bir gün artık Washington’a döneceğini, 24 saat haber yayını yapacak yeni bir televizyon kanalı kurulduğunu, orada görev yapacağını söyledi. "Bu tür bir kanal tutar mı?" dediğimde, "Bu küçük bir iş, kablodan yayın yapacak, iyi olacağına inanıyoruz" dedi. O dönemde 24 saat haber veren bir kanal zorlama bir fikir gibi geldi bana. Fakat sonra hayatın gelişmesi bunun çok doğru bir fikir olduğunu ortaya koydu. Ama dünyanın böyle bir kanalın işleyebileceğini görmesi için Körfez Krizi’nin başlamasını beklemek gerekti.

Siz NTV’yi kurarken de insanlar bu tür tepkiler gösterdi mi?
Millet dalga geçiyordu, "CNN mi olacaksınız, kardeşim, Türkiye’de kim seyreder Allah aşkına haberi" diyorlardı.

Amerikan hükümeti, Katar’dan yayın yapan El Cezire televiyonu kaynaklı haberlere sansür uygulanmasını talep ediyor televizyonlardan. Bunu nasıl karşılıyorsunuz?
Tabii, olağanüstü durumlar olağanüstü önlemleri gerektirebilir. Ben Falkland Savaşı sırasında Londra’da, BBC’de çalışıyordum. Biz haberleri önce İngiltere Savunma Bakanlığı’nın resmi sözcüsünün ağzından veriyorduk, arkasından da Arjantin hükümetinin savaş bildirisini veriyorduk. Arjantin’inkinin tamamen palavra olduğu ortaya çıktı ama BBC ciddi ciddi bunları veriyordu. Thatcher hükümeti o zaman BBC’yi susturmaya çalıştı, resmen başvurdu, olmadı, talimat verdi, "Bunları yayınlamayın" dedi. BBC "Benim sözleşmeme göre, ben insanların bilgi alma hakkına saygı gösteren bir kuruluş olarak meselenin iki tarafını da vermek zorundayım" dedi ve kestirdi attı. Ve Thatcher BBC’ye diş geçiremedi. Ama ona karşılık BBC her zaman Kuzey İrlanda meselesinde çok duyarlı ve dikkatli davrandı. BBC prodüktörlerinin el kitabı, ki şimdi sanıyorum ki TRT tercüme ettirmiş bastırıyor bunu, orada mesela teröristlerle mülakat yaptığında hiçbir şeyi onların ağzından, kendi sesinden yayınlamayacağın gibi belli sınırlamalar var. El Cezire aracılığıyla bütün dünya televizyonları Molla Ömer’in yahut Bin Ladin’in bunun şeriata yönelik bir saldırı olduğunu, tüm Müslümanların karşı harekata geçmesi gerektiğini" anlatan mesajlarını yayınlıyor. Ama bunun sansürle engellenmesi de doğru bir şey değil. Yayın kuruluşlarının kendi sağduyularıyla bunun yayınını düzenlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Ekrandaki tanınmış insan sayısını artıracağız
CNN Türk’te sizinle birlikte neler değişecek?
Çok köklü değişikliklere gerek olduğu kanısında değilim. Habere daha da ağırlık vereceğiz. Saat başlarındaki ve buçuklardaki bu Bin Ladin operasyonuyla başladığımız haber özetlerini mutlaka koruyacağız. Yurtdışı ve yurtiçi görüntülü haber bağlantılarımızı güçlendiriyoruz. Ekranda bazı tanınmış ve kamuoyuna mal olmuş insanların sayısını biraz daha artıracağız. İnsanların bu karanlıklar içinde bir ışık aradığı bir dönemde onlara en azından önlerini görmelerine bir ölçüde yardımcı olabilecek bir takım programlar getirmeyi düşünüyoruz.

‘İzleyici ıstırap görmek istemiyor’
Ya, orada bir trajedi sürüyor ama televizyonun kendisinde olan bir şey galiba, jenerik müzikleriyle, şarkılarla, film ismine benzer operasyon isimleri, haber başlıkları, stüdyo dekorlarıyla katliamlar, savaşlar sinemalaştırılıyor.
Televizyonun uyarma zorunluluğu var. İzleyiciye, "Bak burada bir şey oluyor" dedirtmen lazım. Yani ekran değişiyor, kırmızı bantlar giriyor, "Son dakika" yazıyorsun. Ama burada tabii abartıya kaçmamak lazım. Dünyanın en güzel kadınına fazla makyaj yaparsan güzelliği o makyajın gerisinde kalır.

Hollywood filmlerinde de şiddet belli dozdadır
Belgesel kanalı projeniz olduğunu biliyoruz. Bu operasyonun belgeseli çok mu farklı olacak haberlerinden?
Bana sorarsan habercilik belgeselciliğin hamallığı. Haberciler, muhabirler, kameramanlar iki sene, beş sene, 20 sene, 100 sene sonra yapılacak belgesellerin malzemesini üretiyorlar. Bir yerlere yığıyorlar. Körfez Savaşı ile ilgili görüntüleri üst üste koysan bir yıl hiç gözünü ayırmadan seyredebileceğin kadar malzeme var. Hepsi hepsi üç ay süren savaştan geriye kaldı bu malzeme. Afganistan’da da aynı şey olacak.

Körfez Savaşı’nda da durum aynıydı, şimdi de. Istırabı, acıyı göremiyoruz ki. Haber kanalları ıstırabın da görülebileceği bir malzeme sağlayamıyor belgesellere.
Bu görüntüler de kayda geçiyor, ben eminim. Ama acı ve ıstırabı ekrana taşımak... Geçen gün bir görüntü yayınladık biz El Cezire’den gelen, Kabil’de yıkıntılar altından parçalanmış bir cesedin çıkarılması, birçok insandan telefonla tepki geldi, "Akşam akşam niye şeyi bozuyorsunuz?" diye. Standart Hollywood firmalarının, sekiz-dokuz büyük firmanın yapımlarına bakın, oradaki şiddetin dozajı, oradaki kan miktarı son derece ölçülüdür. İnsanoğlunun kaldırabileceği acının da belli bir sınırı var.

Ama napalmdan tutuşan elbiselerinden kurtulup kaçan dehşet içindeki Vietnamlı kızın fotoğrafı ya da kafasına tabanca dayanmış Vietkong’lu görüntüsü sizin kuşağın politik bilinçliliğinde, barşıçılığında ne kadar önemli rol oynamıştı.
Aynı şekilde 11 Eylül saldırısında da ölenler, yaralananlar, kaybolanlar oldu, onların da görüntüleri gelmedi.

"Akıllı patron yöneticisine karışmaz"
Patronlara karşı özerkliğinizi çok iyi koruduğunuz söylenir. NTV sürecinde Cavit Çağlar’la ilişkinizi yürütmekte zorlanmadınız, değil mi?
Bu benden daha çok patronlarımdan kaynaklanan, patronların biraz akıllı olmasından kaynaklanan bir olay. Çünkü bana sorarsan medya tıpkı banka gibi bir itibar kuruluşu. İtibarı söylediğinin ciddiye alınması, dediğinin doğru kabul edilmesiyle çok bağlantılı. İtibarlı bir şey yapmak istiyorsan, sahiplikle yöneticilik arasında bir duvar olmalı. Sahiplikle yöneticilik arasına bir duvar çekmek lazım. Bunu anlattığınız zaman, Cavit Çağlar da anladı, Ayhan Şahenk de bunu çok iyi anladı, Aydın Doğan da bunu çok iyi anlıyor. Gazetenin sahibi gazetenin yönetimine karışmadığı sürece o gazete itibarlı, ciddi bir ağırlığı olan bir gazete haline geliyor. Böylece harcadığın paranın sana geriye dönme imkanı daha da fazla artıyor.




PAZAR